Çıplak gerçeklik: Roma
Alfonso Cuarón’un yönetmenliğini üstlendiği bu film teknik ve estetik planda etkileyiciliğe sahip.
Roma filminin afişi
Ulaş UÇAN
Anadolu üniversitesi
1970’lerin Meksika’sında geçen Roma filmi, bir ailenin yanında hizmetçi olarak çalışan Cleo karakteri üzerinden statü farklılıklarını, sosyal ilişkileri ve Meksika’nın o dönemde yaşadığı siyasi süreci gözler önüne seriyor. Alfonso Cuarón’un yönetmenliğini üstlendiği bu film teknik ve estetik planda etkileyiciliğe sahip. Günümüz sinema anlayışı yahut kapitalizmin etkisi izleyicinin sinemadan beklediğini asla verememekte. Roma siyah-beyaz bir sanat filmi olmasının dışında, 70’li yılları oldukça başarılı yansıtan, iç-dış mekan, ışık ve gölge, perspektif, geniş açılı pan hareketleriyle seyirciye gerçeklik olgusunu ayna gibi yansıtıyor. Kullandığı kamera açılarıyla seyirciyi her sahneye tanık ediyor, dolayısıyla bireye duygu yüklü salt sinemayı özlediğini hissettiriyor. Tabii ki “duygu yüklü” derken toplumun “absürd” sanat anlayışını özlediğini ve oradan asla çıkamadığını falan iddia edemem. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan, varoluşçu felsefeye dayanan ve hümanizmi ciddiye almayan, insanlık içinde filizlenen bu karamsarlık, nihilist bakış, var olmak ve yok olmanın saçmalığı, yaşamın bilinmezliği ve gülünçlüğünü belirten ve tanımının az da olsa bu olduğu “Absürd” akımdan bahsetmiyorum. Bundan ziyade, daha duygu yüklü ve gerçeğe çok yakın ve belki de anları yaşama isteği seyirciyi gıdıklıyor.
SINIFSAL ÇATIŞMA YERİNE SINIFSAL BARIŞMA İSTEYEN FİLM
Ahizeli telefon, ailecek izlenen tek kanallı siyah beyaz televizyon, eski kitaplık, pikaplar ve daha nicesi 70-80’li yılların küçük burjuva, yarı aydın ailelerinde büyüyenleri trajik ama aynı zamanda özlem dolu bir geçmişe götürüyor. E tabii, gönül isterdi ki burjuva, yarı aydın aileler değil de Cleo karakteri üzerinden çok daha farklı, yahut derin ama anlaşılır bir anlatım olsaydı. Yani ortada sınıfsal bir durumun olduğu ve bunun çok daha fazla irdelenmesinin gerektiği kanısındayım. Yani aslında tüm bu estetik görüntülerle birlikte Cuarón da aslında politik bir film anlatmak istiyor, fakat seyircinin gözüne sokmamayı tercih ettiğini düşünüyorum. Bunun yanı sıra sınıfsal çatışmayı algılamaya çalışırken, feodal düzen içinde asıl Meksikalıların sınıf bilincini kaybettiğini görüyoruz. Cuarón’un bence bir iç hesaplaşma sonucu çektiği bu film sınıfsal bir çatışma yerine sınıfsal bir barışma istiyor belki de. Bunlarla birlikte Roma’yı izlerken kadınların dayanışma ihtiyacını da görüyoruz. Meksikalı yerli kadınlar ve yabancı kadınların dayanışması sık sık karşımıza çıkıyor.Meksika’nın içinde bulunduğu politik koşullar ve yaşanan felaketler, yalnızca karakterlerin hayatına yansıdığı biçimde var oluyor filmde. Bu yüzden Roma, aynı zamanda bir şiirin ne denli gerçek olabileceğinin de bir kanıtı gibi.