08 Nisan 2019 01:02

Flormar direnişi, kadınların nasıl önderlik edebildiğini gösterdi

Petrol-İş Gebze Şube Başkanı Süleyman Akyüz'le geçen ay sonlandırılan Flormar direnişini konuştuk.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Veli POLAT
Gebze

Gebze’de bulunan kozmetik fabrikası Flormar’da sendika hakkı için 297 gün direnen işçiler direnişlerini son erdirdi. Direnişin sona erdirilmesine dair işleyen süreci, işçilerin kazanımlarını anlatan Petrol-İş Gebze Şube Başkanı Süleyman Akyüz, “Yüzde yüz başarı diyemeyiz. İşe iade de olsaydı yüzde yüz olurdu. Ancak sanki hiçbir şey kazanılmamış gibi konuşmaya çalışan kesimler de oldu. Bu hem işçilere hem sendikamıza hem bundan sonra mücadele edeceklere karşı haksızlık olur. Her şeyden önce kadınların hak arama mücadelesine nasıl önderlik edebildiğini gösterdi” diyor.

297 günlük direnişi geride bıraktınız. Ne gibi kazanımlar oldu?

Çoğunluk tespitini aldıktan sonra işverenin tutumu üzerine 15 Mayıs 2018 yılında eyleme başlandı. Bu eylem kapı önünde bekleyerek sürdürüldü. Tabii bir taraftan yargı süreci devam ediyordu bir taraftan sendikal mücadelemiz devam ediyordu. Hem sosyal hem ekonomik mücadeleyi de vermeye devam ediyorduk. Sendikal mücadelemizi işyeri önünde 297 gün devam ettirdik. Çalışan ve işten atılan arkadaşlarımızın bazılarının üçüncü, dördüncü, beşinci mahkemesini beklerken işveren son iki üç ayda, “İlk işten çıkarılan 12 arkadaşın tazminatını veririm diğer 120’ye yakın arkadaşların tazminatları veremem” demişti. Çünkü 25/2 maddesine göre, yani suçlu olarak çıkarılmışlardı. Verilen 297 günlük mücadelenin sonucunda, yargının en üst düzeyde verebileceği bir karar ile kazandık. Biz Türkiye’deki, bölgedeki işçi sınıfının gözünü açtık, hak arama mücadelesinin ne olduğunu göstermeye çalıştık, uluslararası boyutta son zamanlarda böyle bir sınıf mücadelesinin nasıl verileceğini gösterdik. Her şeyden önce kadınların hak arama mücadelesine nasıl önderlik edebildiğini gösterdi. Esas olarak da işverene karşı, 25/2 maddesine karşı onurumuzu kazandık. Yani suçlu olarak çıkarılan bu arkadaşlarımızın maddesi değiştirilerek 18. maddeye dönüştürüldü. İkincisi işverenin gasbettiği kıdem ve ihbar tazminatları alınmıştır. Üçüncüsü de 126 işçi de 16 aylık ücretlerini aldı.

KARAR KAPALI OYLAMAYLA ALINDI

Direnişin bitirilmesine yönelik kimi eleştiriler de yapılıyor...

Sanki hiçbir şey kazanılmamış gibi konuşmaya çalışan kesimler de oldu. Bu hem işçilere hem sendikamıza hem bundan sonra mücadele edeceklere karşı haksızlık olur. Yargı süreci bittiğinde mahkeme bir karar verecekti kazandınız ya da kazanmadınız diye. Şimdi burada şöyle bir durum var. Bir ay içerisinde işveren ya işe iade alacak ya da mahkemenin hükümlerini uygulayacak ve işe almayacak. Zannediliyor ki yargı karar alınca işveren işe geri almak zorundadır. Ama kesinlikle böyle bir şey yok. Haliyle bu mahkemeleri devam ettirmek ve arkadaşlarımızı yıpratmanın da pek anlamı yoktu. Bütün bunlara rağmen biz 16 aylık hakkı aldık. İşsizlik maaşından yararlanılmasının önü de açıldı. Sendikamız ve dışardan duyarlı insanların katkıları ile işçilere küçük bir aylık vermeye çalışıyorduk. Yine de bu ekonomik şartlarda geçinebilecek ücret değildi. Dolayısıyla bu kırılmalara, eksilmelere de yol açıyordu. Tam zamanında ve yerinde sonuçlandı. Bütün getirisi ve götürüsü artıları ve eksileri işçilere anlatıldı. Üç saate yakın bir toplantı yapıldı. Eylemde olan işçi arkadaşlarımızı oylamaya kattık. Kapalı oylamada 53’e 20 bir oyla direnişi bitirme kararı aldı işçiler. İşçi karar verdi direniş başladı, işçi karar verdi bitti. Biz ne karar alınırsa yanlarında duracağımızı ifade ettik.

BİR GÜN SÜRE VERİLMİŞTİ

Bir diğer nokta da direnişin 8 Mart’ta bitirilmesi...

Bunun belirli sebepleri var. İşveren burada şartlar koşmuş, 6 Mart akşamı işveren avukatının bizim avukatımıza belgeli bir sunumu oldu. Teklif maddeleri ve kabul edilmediği durumda her şeyin sadece yargıda devam edeceğini belirten belge. Biz bu yazıyı, Türkiye’nin nitelikli işçi avukatlarından olan avukatımızla müzakere ettik. Ve avukatımız “Bu durumu müvekkillerime açıklamak zorundayız” dedi. Ve açıklamayı bütün hukuksal boyutuyla kendisi yaptı. Biz de sendikal ekonomik tüm boyutunu anlattık, yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız konusunda olabilecekleri söyledik. Bize bir gün süre verilmişti. “Bırakın 8 Mart geçsin sonra tartışalım” dedik. Ama ısrarla hayır denildi. Birincisi bu teklifle işveren, “Nasılsa 8 Mart’ta bunlar karar vermezler” düşüncesiyle, “Ben teklifi yaptım ama kabul etmediler”e getirmek istedi. Son zamanlarda artan kolluk kuvvetlerinin baskısıyla birlikte pazartesi günü de o yazılı belgeyi kamuoyuna açıklayacaklardı ve hatta valimize de “Biz bu insanlara bunu önerdik, biz yargının vereceği en üst düzeydeki hakları verdik ama kabul etmediler bunların amacı provokasyon, eylemdir, maceradır” diyeceklerdi. Devlet ve devleti yönetenlerden destek isteyerek orayı dağıtacaklardı. Ve işçilerin kararıyla misafirlerimiz ve diğer fabrikadan kadın üyelerimizle birlikte salon tuttuk. Ve basın açıklaması yaparak kamuoyunu bilgilendirdik. Daha sonra 8 Mart’ı da kutladık. Ayrıca bizim işverene çoğunluk üzerinden yaptığımız itirazlar ve mahkeme de devam ediyor.

DESTEK GÖREMEDİĞİMİZ DE ÇOK YER VARDI

Flormar direnişi işçi sınıfının bir deneyimi haline geldi. Yıllar sonra bir işçi bu direnişe bakarak, “Bu direnişte eksik olan neydi? Biz işçiler bu direnişten ne öğrenmeliyiz?​” diye sorsa cevabınız ne olurdu?

Öncelikle yüzde yüz başarı diyemeyiz. İşe iade de olsaydı yüzde yüz olurdu. Elbette sendikanın girmesi ve işe iade bizim için önemliydi. Bunun yanında sendikanın girme davası da devam ediyor. Davanın sonucunu beklemek zorundayız. Bu süreçte bu işin çözümünü isteyenler kadar istemeyenler de vardı. Gerek işveren tarafından gerek yönetenler tarafından gerek bir takım sendikal anlayışlar tarafından köstek olunmasaydı bu direniş 15 günde biterdi. Sınıf birlikteliğini tamamen gösteremedik. Duyarlı insanlarımız geldi, bazı medya organları haberlerimizi yaptı. Dünya kamuoyunda ve ülke kamuoyunda duyuldu. Ve neticede aynı zamanda bir kadın mücadelesi şeklinde de anıldı. Ama konfederasyon düzeyinde de sendikalar açısından da birçok yerden destek göremedik. Samimi olarak gelip mücadele etmeye çalışan partiler bir tarafa, uğramayan, uğrasa bile seçim zamanında görünenler vardı. Ve tabi ki örgütlenerek içeri girilmiş olunsaydı bütün örgütsüz işyerlerine ufuk açacaktı ve hareketlilik sağlayacaktı. O nedenle işverenler birlikte bunun karşısında durdular. Belki yaşanan tüm zararları kendi içinde karşıladılar ve işverenler kendi içerisinde dayanışma içerisinde oldular. Ve son zamanlarda biliyoruz ki, biz çadır açamıyorduk, kışı sobasız geçirdik, ses cihazlarımıza el konuldu. Caddenin güneşli tarafında beklememize bile tahammülleri olmadı. Böylesi bir mücadeleyi bir avuç işçiyle vermek kolay değil. Bu kavgayı verirken yanımızda kimler vardı, kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Sınıf dayanışması böyle olmamalıydı. İşçi sınıfının önüne böyle bir mücadele deneyimi kolay kolay düşmez. Ama düşecek olursa, sendika, konfederasyon, sivil toplum örgütleri, siyasi parti ayrımı yapmaksızın gidilmelidir. Geniş bir birlik kurulursa ancak kazanılabilir.

YASADAN KORKAN İŞÇİLERLE DIŞARI ÇIKTIK

“Üretime doğrudan müdahale olmayınca direniş zayıf kaldı” şeklinde, sizin de direnişin başından beri ifade ettiğiniz bir tespit vardı. Üretime devam eden işçiyle, direnişteki işçinin çalışmasının birleştirilmesi gibi bir tartışma da yürüdü. Bu tartışmalara dair ne diyeceksiniz?

Hayatım sınıf mücadelesi içerisinde geçti. Birçok fabrikamızda gece gündüz yattık üretimi durdurduk. Şimdi mesela direnişteki işçiler, direniş boyunca kazandıkları bilinçle içeride olsaydı herhalde içeriyi fethederdik. Ama hiçbir olaya karışmamış, örgütlülük sendika nedir bilmeyen, ailesinin içinden ilk defa toplumun içerisine girmiş, ilk defa iş hayatına atılmış, ürkek, yasadan korkan, polisi görünce titreyen işçilerle biz dışarı çıktık. Ve bu insanlar 297 günde bir sendikanın yıllarca çalışan işçisinden daha bilinçli hale gelmiştir. Biz tabii ki üretimden gelen gücü biliyoruz. 350’ye yakın işçinin biz 150’siyle başladık. Zaten 132’si dışarı çıkarıldı. Biz içeride kalan üyeleri çalışmalarımızla dışarı çıkartmadık ve üyemiz arttı bugün. Yarın yetki alınırsa, sendikal mücadele boşluğa düşmesin diye de içerde mücadeleye devam ettik. Mesela direnişin ilk günleri taşeron getirmişlerdi. 20-30 tane ‘bodyguard’ı işçinin önüne koymuşlardı. Fedaileri dikmişler, bütün işçileri yıldırmış, korkutmuşlardı.

Üretimden gelen gücü kullansam tabii ki işi bitiririm. Ama bunu hazırlamak ve uygulamaya sokmak kolay değil. Yarın arkanızın boşalmaması lazım. Valla öyle kolaysa bu iş o zaman neden duruyorlar? Örgütsüz yerleri neden sömürüye teslim ediyorlar? Gidilsin, şalter insin kazanılsın o zaman. Karşımızda duran yasalara, devletin dayatmalarına, işverenin, emniyetin müdahalelerine, verilmeyen desteklere kimse laf etmiyorlar, “Niye direnişi bıraktılar” diyorlar. Hiç kazanılmış hak yokmuş gibi gösterilerek diğer işçilere, “297 gün de dirensen kazanılmıyor” algısı mı oluşturulacak? Direnişin başarısı, zorluklar, detaylar neden anlatılmıyor?

İşçi sınıfı burada kazandı. Son olarak eklemekte fayda var, dayanışma fonu ile toplanan paralar da arkadaşlara dağıtıldı. Ayrıca diğer örgütlü olduğumuz fabrikalara, direnişteki işçi arkadaşlarımızı da aldırarak, deneyimi tüm bir sendikal mücadelenin deneyimi haline de getireceğiz.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

İmamoğlu: YSK'ye sesleniyorum, tarihi bir sorumluluğunuz var

SONRAKİ HABER

Sesimi Duyan Yok Mu Derneği: Uyuşturucuyla gerçek bir mücadele yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa