Metal işçisinin yıkması gereken "gerçekliği"
Metal iş kolunda MESS sözleşmesi görüşmelerinin başlamasıyla otomotiv, otomotiv yan sanayisi ve demir çelik işçileri arasında tartışmalar da başladı. Turan Kara yazdı.
Fotoğraf: DHA
Turan KARA
İzmir
Hüseyin, Bakırçay havzasında kurulu fabrikalardan birinde çalışan metal işçisi. Üç gündür peş peşe ‘12 yapıyor.’ Böylece hafta tatiline kadar, iki haftanın on günü günde 12 saat çalışmış olacak. Haftada bir gün olan hafta tatili çarşamba gününe denk geliyor, mazeret ya da fazla mesai izni yok. Çok acil bir durum olduğunda kendi vardiyasını kendinden sonra gelecek olana devrederek çözmeye çalışıyor. Bazen de kendisi diğer arkadaşını “idare” ediyor. Günler sürekli üst üste biniyor, para da ancak böyle elde tutulabiliyor.
Memleketim dediği Adana’da merkeze yakın bir köyde ana babası, kardeşleri, okuduğu okul çevresi, hısım akrabalarıyla senede bir iki kez buluşabiliyor. Masrafların arttığı kış dönemini idare etmelerini sağlayacak konserve, hububat, kurutmalar ve sair kışlık da bu buluşmalara bağlı. Ve yıllık izin ile elde edilen ‘kişisel’ boş zaman köyde çalışmayla geçmek zorunda kalıyor.
Böyle geçen iki yıllık bir çalışma temposunda arabasını 2000 modelden 2010’lara yükseltebilmiş. Önceki arabasını 6 yıl evvel ev aldığı için satmıştı. 2 senedir yeni arabası var. Kimi zaman eşi de çalışıyor, iki çocuk eğitiminden ve bakımından büyük anneler de akrabalar da biraz sorumlu. Oturdukları mahallede, akraba yerleşkeleri birbirine yakın.
“Arabanın vergisi geldi, 1400 lira. Yatırmazsan trafiğe çıkamazsın, çıkarsan cezası daha fazla, artı vergi olacak. Evin deprem sigortası 400 lira, o geldi, okullar başlıyor çocuğun masrafları geldi. Yıllık izinde de açıldık mı ne? Söz vermiştim bayramda bacanaklar dana aldı. 4 kişi ortak olduyduk para pul da kalmadı... Eylülün başlamasıyla gözümü açamadım valla, hepsi yağmur gibi yağdı. Mecbur mesai!” İşte bu ortamda yeni MESS sözleşmesini karşılıyor Hüseyin.
ÇELİŞKİLER YUMAĞI BİR "GERÇEKLİK"
Söz yine fabrikaya dönüyor. Sözleşmeyle ilgili şu sıralar Türk Metal temsilcileri vardiyalarda üniteleri dolaşıyormuş. Taslağı anlatmak, koşullardan bahsetmek, şubeden gelen mesajları iletmek, işçinin nabzını ölçmek için. Geçen sözleşmede olduğu gibi sözleşme süreci için oluşturulmuş bir ünite temsilciler ağı yok. Dolayısıyla fabrika içi iletişim görevi de temsilcilerde. Ve bu görüşmelerde sendikanın temsilcisi kriz, daralma, maliyet artışı diyor. İşçiler ise doğal gaz zamları, sigara ve tekel ürünlerindeki artışlar, çarşı pazardaki yangından bahsediyor.
Yaklaşan TİS ve ekonomik koşullarla ilgili tartışmaların kimisine Hüseyin de katılıyormuş. Ama tartışmalara ilgisi orta düzeyde. Gerek yaptığı işin yalnız çalışmasını zorlamasından, gerekse insanlarla pek sıkı fıkı olmamasından “Tartışmalara giremiyor.” Biraz da işini kafasına gömmüş olmanın verdiği bir çeşit boş vermişlikle “tartışmalarda” çok ileride durmuyor. İhtiyaç duyarsa arada, yetersiz bulsa da sendika temsilcisiyle muhabbet ediyor.
Fikirleri kimi zaman bireyci, kimi zaman toplumcu oluyor. O anki düşüncesini içinde olduğu durum ve ruh hali belirliyor. Bu nedenle de bazen fabrika ortalamasının ilerisinde oluyor. Ama o andaki fikirlerini hayata geçirilebilecek fikirler olarak görmüyor, ağzından çıkar çıkmaz “Doğrusunu düşünmek gerekirse” diye tekzip ediyor. Sanki işçilerin insanca yaşayacakları talepleri ileri sürmesi yanlışmış gibi.
Taslakla ilgili değerlendirmelerine de yansıyor bu çelişkili durum. Kriz tartışmaları ve işçilerin beklentisinin düşük tutulması konusunda, daha önce rekorlar kırıldığında ücretlerinde hiç artış olmamasını hatırlatıyor. Zira HABAŞ, İDÇ ve Ege Çelik gibi fabrikalarda işçilerin yarısından fazlasının saat ücreti 15 lirayı bulmuyor. Bu nedenle Türk Metal’in açıkladığı yüzde 26 zam teklifini yetersiz buluyor. Fakirleşmenin daha fazla olduğunu söylüyor. Sonra bir ama geliyor: “Ama gerçekleri öne sürenlere ne denilebilir ki?”
Kriz, işsizlik korkusu ve yoksulluk gerçeğinin yarattığı git geller hem onun dilinde hem fabrikadan aktardıklarında var. “Çok abartı zamlar isteyenler de var, sadaka kadar küçük şeyler bekleyenler de” diyor örneğin. Krizle ve yoksulluk ile bu durumdan çıkaracak talepler arasında dengeyi kurup ortalamayı oluşturan çoğunluk Hüseyin’e göre ‘gerçekçi’ kesimi oluşturuyor. Ama bu “gerçekçiliğin” de bir sınırı var. Hüseyin “Adam (devlet) yüksek hakemle bana gelme sıfır zam olur diyor. Gitmeden de biter mi?! Yetersiz, adaletsiz, hakkaniyetsiz ama daha fazla zam da… Ama 20 deyip de 5-6’ya bitmesin de!” diyor.
Hüseyin’in taslakla ilgili en temel eleştirisi ise şu: “Kazalar, iş cinayetleri, ağır ve uzun çalışma koşulları ve oluşturduğu zorluklara özgü sıkıntılar var işyerinde. Bunları parayla karşılamak gerekir ya da bu zorlukların olmaması... Söylüyoruz temsilcilere ama her sene aynı. Taslakta da bunlara hiç yer verilmiyor. Taslak sağlıklı çalışma koşulları ve işçilerin güvenliğini dert etmiyor. Boşa giden bir emek, boşa giden hayatlar var ortada.”
MÜCADELE AMA NASIL?
Metal fırtınanın esintileri hâlâ olsa da şimdi iklimi patronların soğuk yüzü belirliyor. Yoksa bu “gerçekçiliği” de tartışmaya açabilir Hüseyin. Peki işçilerin endişesi nasıl giderilecek, talepler nasıl alınacak?
Vahşileşmiş ve topyekün saldırıya geçmiş patronlara karşı ciddi bir mücadele verilmesi gerektiğinin farkında, tüm işçiler gibi. Bu nedenle sendikayı cesur bulmuyor. Aslında cesaret değil de uzlaşmacı, iş birlikçi olduğunu düşündüğü için bir gece ansızın sözleşmenin oldubittiye getirilebileceğini düşünüyor. Buna rağmen cesaretle ortaya çıkamama tutumu nedeniyle, çözümü o çok eleştirdiği sendikacılarda aramıyor: “İşçi mücadeleye her türlü gelir ama sendikanın sıkı bir duruş gösterme ihtimali zor.” Hüseyin ekonomik ve sosyal hakların olduğu bir sözleşme için “Bunun olmasını kim istemez?” diyor. Sonra yine bir ama: “Bu fabrikada zor.” İşte bu “gerçeklik”, az çok gelişmelerin farkında olan işçilerin ileri tutum alma konusunda gösterdiği ikirciklik şimdilik fabrikalardaki hareketi, dolayısıyla işçilerin ekonomik ve sosyal hayatını belirliyor. Değişmesini herkes gibi Hüseyin de istiyor, ama bu ‘gerçekliği’ yıkacak bir gerçekle çıkmadan olmayacağını da herkes gibi o da biliyor.
Bu sendikacılıkla daha kötüsü de mümkün!
Demir çelik ve metal mamul üreticisi işçiler çok uzun zamandır otomotiv tekelinin muzdaribi. Otomotiv tekelleri MESS aracılığıyla demir çelik işçilerinin ücretlerini de kontrol ediyor. Oysa üretime has koşulları farklı. Ama bu durum demir çelik patronlarının işine fazlasıyla geliyor.
Demir çelik fabrikaları sadece iç piyasa değil dış pazarlara üretim yapmak üzere kurulmuş işletmeler ve dış pazarı otomotivden farklı. Fakat demir çelik otomotiv ve metal, petrokimya, medya, neredeyse tekelleşmiş durumda. Bir yanda bunlar, Varlık Fonu’nda bir araya gelen gruplar, diğer yanda tek başına Koç Holding var ve iç içeler.
Çelik üretiminde, sahibi Varlık Fonu yöneticisi olan Tosyalı Holding hakimiyeti var. Doğrudan saraydan yönetildiğini söylemek yanlış olmaz. Tosyalı Holding pazarını Çin’den Afrika’nın içlerine Kafkasya’dan Balkanlara kadar yayarken, boru hattı için çelik boru, tren yolları ve araçları için üretimler ve yurt dışı yatırımlar için teşvikler, hazır ihaleler ile büyümesini artırdı. Bolluk zamanında Bakırçay bölgesinde HABAŞ, Ege Çelik ve İzmir Demir Çelik fabrikaları da ihracat ürünleri üretti. Haddehaneler bu fabrikaların fasonu gibi çalışarak yurt içi demir ihtiyacını karşıladı. Amerika’nın ya da Avrupa’nın koyduğu kotalar ya da antidamping vergileri büyümeye engel olmadı ve üretimin düşmesine neden olmadı. Zengin bir dönem geçirdiler.
BİTEN SÖZLEŞMELER BEKLENTİLERİ KARŞILAMADI
Bu nedenle taslaklar açıklanmadan önce temmuz, ağustos aylarında ortalama ücret artış beklentisinin yüzde 36 olduğu rahatlıkla söylenebilir. O dönem henüz hiçbir sözleşme sona ermemişti. Ancak geçen dönemde TÜPRAŞ’ta sözleşme YHK tarafından yüzde 6’yla sonuçlandırıldı, kamu işçilerine yüzde 8+4, memurlara yüzde 4+4, tekstil işçilerine yüzde 8+4 zam reva görüldü. Sendikal bürokrasinin rolünü de oynamasıyla beklentinin çok ama çok altında kalan sözleşmeler, patronun kazanıyor olmasının işçilerin de kazanacağı anlamına gelmediğini tüm çıplaklığıyla gösterdi.
Geçtiğimiz mart ayında yapılan ERDEMİR sözleşmesi ise “Ortalamada ilk 6 ay için yüzde 11, ikinci altı ay için ise yüzde 9 oranında zam alındı. Böylelikle üyelerimizin ücretlerine sözleşmenin ilk yılı için kümülatif olarak ortalamada yüzde 20.99 oranında zam alındı. Ayrıca Kurban Bayramı yardımında yüzde 110 artış sağlanırken, diğer sosyal yardımlara ise yüzde 18.50 oranında zam alındı” açıklaması yapılarak bağıtlandı.
İŞÇİLERİN KADİM BİLGİSİ
Sadaka zammından daha kötüsü, hiçbir sendika, kimse ses çıkarmadı. Sendikacıların patronların koltuk değneği gibi hareket etmesi, kalanların suskunluğu ve sözleşmelere devletin müdahale etmesi işçilerde ellerinin ve kollarının bağlı olacağı düşüncesini pekiştirdi. Bugünlerde açıklanan 20-26 arası “teklife” zoraki razı gelebilir. “Bu asıl isteklerinden geri bir adım atılması demek olur. Daha da geri adım atılması da her zaman mümkün bu sendikayla” sözü tüm demir çelik işçilerinin dilinde. Türk Metal söz konusu olduğunda, sendika başkanı tersini iddia etse de işçiler açısından tecrübeyle edinilmiş kadim bir bilgidir bu.
Demir çelik işçilerinin tecrübeyle edindiği bir bilgi daha var, üretim sürecine hakim olmadan (Fazla mesaiye kalmama, yarım saat-on beş dakika erken bırakma ya da geç başlama, toplu halde işyerinden ayrılma) söz sahibi olmak zor. Hatta çoğunluğa göre “Yemekhanede gürültü yapma, fabrika içinde yürüme bile boş.” İşçilerin edindiği sezgisel bilgi “İstediğinin son damlasına kadar da ısrarlı olmadan, patrona gücünü göstermeden” kazanılmıyor. Ama bu sezgisel bir bilgi, bunun nasıl yapılacağına dair bir bilgileri yok, işçi sınıfı bilincine ve dolayısıyla sınıfın tarihsel deneyimine sahip değiller. Patrona gücünü göstermenin tek yolunun grev olduğu zamanlarda, üretimi durdurup çalışma zamanını kendisi belirleme iradesinden bahsediyoruz.
En yakın zamanda 5 ay önce Cezayir Tosyalı Holding çelik fabrikasında Cezayirli işçiler üretimi durdurdu. Fiili greve gitmeden önce işçiler aylarca eylem yaparak fabrikayı terk etmedi. Cezayir Tosyalı fabrikasının Türkiyeli işçileri, Yeğinlik Bakırçay ve İskenderun bölgesindeki işçilerden oluşuyor.
Ancak buradaki işçilerin geçen sözleşme döneminden bu yana edindiği tecrübeyi ilerlettiğini söylemek zor. Cezayir’deki arkadaşları kadar şanslı değiller. Oysa işyerinde sorunlar azalmak bir yana artarak devam ediyor. Bir kez şehir meydanına fabrikalardan çıkan servislerle gelip toplanmaları ve iş kazalarına ve cinayetlerine dikkat çekmek dışında yapılan bir eylem olmadı. Üstelik o eylemden sonra 3 büyük kaza oldu ama ses çıkmadı. Birisinde fabrikanın tümden yok olmasına ramak kalmıştı. Fabrikanın ortasına 150 tonluk bir lav bombası düşmüşçesine bir ‘kaza!’ Öyle ki işçiler “İnsanların sinek gibi ölmesi işten bile değildi” diyordu bu ‘kaza’ için.
EYT’Lİ İŞÇİLERİN UMUDU
Fabrikalarda bir de EYT'li işçiler var. Kimi fabrikalarda toplamın üçte ikisini buluyor. Bunlar emeklilik hakkını kullanıp, mümkünse işe devam etmek istiyor. Fabrikalarda hepsini birden reddedecek bir kapasite durumu yok, her bölümde fabrikanın direği sayılırlar. Şartlar onlardan yana, şayet devletle çözülürse. Devleti hem en yüksek yargı organı olarak düşünüyor hem de patronların ondan ayrı olduğunu. İçinde bulundukları yoksulluktan kurtulmak için Cumhurbaşkanının aşağılayarak dediği, “Çift dikiş yapma” umuduna tutunuyorlar. 7-8 bin prim gününe ulaşmış isçiler EYT hareketini takip ediyor. Kimi zaman çağrılarına da yanıt veriyor. Sendikaları bu grupları engellemese de kontrol ediyor, denetliyor.