Avrupa'nın Gündemi: İngiltere'de sorunların sebebi göçmenler değil patronlar
İngiltere'de hükümetin hazırladığı yeni göçmen yasası, Fransa'da büyük tepkilere neden olan emeklilik yasa tasarısı, Almanya'da düzenlenen güvenlik konferansı... İşte Avrupa'nın Gündemi...
Fotoğraf: Pixabay
İngiltere’de Johnson Hükümeti ırkçı politikalarını yürürlüğe sokmaya devam ediyor. Ülkede yerleşme hakkına dair yeni düzenlemeler getiren hükümet, puanlama sistemine dayanan bir göçmenlik yasa tasarısı ilan etti. Vasıfsız işçiler, İngilizce bilmeyenler ve halihazırda iş önerisi almış olmayanların ülkede yerleşik hale gelmesi imkansızlaşıyor. Yerli işçilerin maaş ve yaşam standartlarının yükseleceğini iddia eden hükümet, ekonomik sorunların sebebi olarak patronlar yerine göçmenleri göstermeye devam ediyor.
Fransa’da emeklilik yasa tasarısı meclise geldi ve tartışmalar başladı. Hükümet muhaliflerin söz hakkını bin bir yönteme engellemeye çalışıyor. Buna rağmen eleştirilere cevap vermede zorlanıyor. Bu koşullarda perşembe günü emekçiler yeniden sokaklara indiler. Bu vesileyle CGT sendikasının Genel Sekreteri Philippe Martinez’in değerlendirmesini çevirdik.
Pazar günü sona eren Münih Güvenlik Konferansında AB ve ABD’nin farklı görüşlerde olması Alman medyasının gündeminde yer aldı. Süddeutsche Zeitung; “Mümkün olan her durumda Avrupalılar, uluslararası bir topluluk fikrini reddeden ABD ile iş birliği yapmaya çalışmak zorunda kalacaklar. Aynı zamanda ABD’ye sıklıkla karşı koymaları gerekecek, özellikle Batı’nın ne olduğu konusundaki yorumları Trump’a bırakmamalılar” derken German Foreign Policy’deki analizde Almanya ve Fransa’nın AB’yi ekonomik ve askeri güç yapma iddiaları ele alındı.
BRİTANYA: HÜKÜMETİN GÖÇMEN POLİTİKASI EKONOMİK DEĞİL İDEOLOJİK
Tom KIBASI
Guardian
Hükümetin yeni göçmenlik planı, yurt dışından ucuz işçi akınını engellemek amacıyla, Britanya sınırlarının “vasıfsız” işçilere kapatılmasını öngörüyor. Fakat ekonominin işleyişi üzerine yanlış bir anlayışa dayanıyor. 1970’den bu yana tüm Muhafazakar Parti hükümetleri karakterize eden ekonominin yerine ideolojiye öncelik verme riskini ortaya çıkarıyor.
Hükümet, bilinçli bir şekilde işçi açığı yaratarak, yetersiz sayıda işçi için rekabete girecek işletmelerin maaşları artıracağını savunuyor. Dolayısıyla bu, işletmelerin işçi becerilerini geliştirmesi için bir teşvik olacak, sermaye yerine işçiye yönelecekler ve verimlilik artacak.
Kamu Siyaseti Araştırma Enstitüsü (IPPR) Ekonomik Adalet Komisyonunun -İskandinav ülke ekonomik tecrübelerine dayanarak- savunduğu ise verimliliğin maaşların artışını takip ettiği. Bu, alışılagelmiş maaşların yükselmesi için verimlilik artmalıdır yönlü ekonomik tutuculuk inancına tamamen zıt. Yüksek maaşlar işçiler, aileleri ve ekonomi için mutlaka yararlı olacaktır. Fakat Muhafazakarların planları tamamen yanlış.
Hükümetin planının temelindeki fikir, kriz öncesi mart 2008 seviyelerine daha yeni ulaşan işçi maaşlarının düşük kalması sebebinin az sayıda işe, AB serbest hareket kuralları nedeniyle, çok sayıda işçinin talip olması. Fakat bu yaklaşım modern işçi pazarının gerçekliklerini tamamen göz ardı ediyor. Sorun işçiler arasındaki rekabet değil Britanya’da işverenlerin elindeki aşırı güç ve işçilerin zayıf konumu.
Günümüzde birçok yerel alanda iş pazarlarına birkaç büyük şirket hakim. Süpermarketler, dağıtım merkezleri ve hizmet sektörlerindeki büyük işverenler, işçilerin neredeyse hiçbir alternatifi olmaması dolayısıyla asgari ücret ödeyebiliyor. Göçmenlik yasası düzenlemeleri bu güç dengesizliği ortadan kaldırmaz çünkü işçiler hâlâ gereğinden fazla güce sahip işverenlerin önerdiği maaşları kabul etmek zorundalar.
Dahası, birbirini takip eden Muhafazakar hükümetlerin sendikalara sürekli saldırıları sonucu, toplu sözleşme hakkı artık işverenlere gerektiği şekilde karşı çıkacak etkiye sahip değil. İşçi haklarının bilinçli erozyonu, daha fazla sayıda işçinin sıfır-saatli sözleşmelerle çalışması ve de zaten sınırlı olan hakları takip etmedeki eksiklikler durumu daha da beter hale sokuyor. Yine, göçmenlik yasası düzenlemelerinin bu sorunların çözümü yönünde hiçbir etkisi olmayacak.
Hükümetin bir diğer söylemi de işletmelerin “ekonomik olarak aktif olmayan” Britanyalılara uzanıp onları yeni iş olanaklarına çekeceği ve dolayısıyla toplam ekonomik üretimin artacağı. Bu Britanya’nın neredeyse tam istihdama ulaşmış olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. 10 yıllık kesinti politikalarıyla birlikte sosyal yardım sisteminin acımasız ve duyarsız bir konuma indirgenmesini takiben, İçişleri Bakanı Priti Patel’in işçi pazarına katılabilecek 8 milyon işçi olduğu iddiası en iyi olasılıkla hüsnükuruntu en kötü olasılıkla da tamamen bir yalan.
Daha derin bir sorun da mevcut. Kırk yıllık serbest market tutuculuğu sonucu Britanya tüm diğer gelişmiş ülkelerden daha hızlı bir şekilde ve daha fazla sanayisizleştirildi. G7 ülkeleri arasında üretimin ekonomisinde payının yüzde 10’un altında olduğu tek ülke Britanya. Servis sektörü modern üretimde gözlenen verimlilik seviyelerine ulaşmak için gerekli makine ve teknolojiden yoksun. Bu durumun tersine döndürülmesi için Britanya üretim sektörünün yeniden canlanması yönünde iyi finans edilmiş bir endüstriyel stratejiye ihtiyaç var; Britanya sınırlarında, üzerinde düşünülmemiş, ideolojik güdümlü bir değişikliğe değil.
Belki de en ilginç olanı demografik değişim üzerine hiçbir tartışma olmaması: Britanya hızla yaşlanan bir topluma sahip. Sağlık ve sosyal alanlarında giderek artan ihtiyaçlar ve yükselen emeklilik sorumlulukları mevcut. Bağımlılık oranı -işçilerin ekonomik olarak aktif olmayan, çoğunlukla da yaşlılar ve çocuklardan oluşan nüfusa oranı- kötüye gidiyor. Britanya göçmenlere sadece sağlık sektörü gibi vazgeçilmez alanlarda çalışmaları için değil devletin finanslarının sürdürülebilir kılınması için de muhtaç.
Muhafazakarların göçe dair kültürel tedirginliğe cevabı Britanyalı çalışanlar için daha iyi gelir vaadi. Ama bu, sezgi yerine ideolojiye dayanan, yenilgiye mahkum bir siyaset. Britanya hâlâ 1980’lerde alınan yıkıcı ekonomik kararların sonuçlarına katlanıyor. Bu hatanın Britanya ekonomisi üzerinde etkisini daha ne kadar süre hissettireceğini zaman gösterecek.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
FRANSA: HAREKET BAYRAĞI MECLİSE DEVRETMEDİ
Philippe MARTINEZ*
Humanite
Mecliste tartışmalar bir kez daha gösteriyor ki hükümet ve grubu bu tasarıyı savunmakta büyük zorluk çekiyor. Zira ilk tartışmalar hükümet cephesinde bir sinirlilik halini yansıtıyor. Bu reformun basit ve adil olduğunu anlatmada ne kadar zorlanıyorlar. Meclis aşamasının başlamış olması, sosyal hareketin bayrağı devrettiği anlamına gelmiyor. Mücadele birçok farklı inisiyatifle ve ülkenin her yerinde hâlâ devam ediyor. Sendikal örgütler, kendi düzeylerinde mücadeleye devam ediyorlar. Tam da bu anlamda CGT salı günü mali konferansa önerilerini sundu. Var olan emeklilik sistemini iyileştirebilmek için alternatif olanakları ve mali olarak nasıl hayata geçirilebileceğini masaya koyduk. Bu çok somut olan önerilere şimdi hükümetten açık cevaplar bekliyoruz. Tersi durumda ise kuşkusuz CGT mali konferans sürecinden çekilme olanaklarını inceleyecektir.
Alanlarda ise kuşkusuz aralık ve ocak ayında elli gün grev yapanlar mücadeleye farklı bir şekilde katılıyorlar, fakat onların yerine bayrağı başkaları devraldı. Bu hareketin özgünlüklerinden birisi de budur. Bu tasarıya karşı mücadele etmede hâlâ büyük bir kararlılık var, bunu alanlarda, hastanede, özel sektörde gözlemliyorum… Elbette bunların tümünün ortak noktası emeklilik reformu fakat ücretler ya da çalışma koşullarına dair talepler birçok sektörde ortaya konuluyor. Bugün (perşembe) meslekler arası yeni bir eylem günü, fakat Noel ve yılbaşı günü arasında olan biçimiyle gerçekleşiyor, yani tam okul tatillerinin ortasında ve bunun getirdiği tüm zorluklarla birlikte gerçekleşen bir mücadele günü.
Çok önemli bir gün. Meclis tartışması başlarken gerçekleşen bir gösteri. Ve parlamenterler bu reforma karşı alternatifleri savunmalıdırlar, söz konusu (emeklilik kasasındaki) mali açık meselesinin bir uydurma olduğunu göstermelidirler. Eksik yanın bir nevi bu olduğunu düşünmeye hâlâ devam ediyorum. Hiçbir zaman olmadığı kadar tartışmaların merkezinde olan çok önemli bir mesele.
* CGT Sendikası Genel Sekreteri
(Çeviren: Deniz Uztopal)
MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI: DAHA FAZLA ASKERİ OPERASYON ÇAĞRISI
German Foreign Policy
Batı'nın zayıflamasının başlangıcı ve Alman ordusunun yeni dış müdahaleleri üzerine tartışmalar bu yılki Münih Güvenlik Konferansı’nı şekillendirdi. Dışişleri Bakanı Heiko Maas, “Alman güvenliği” artık sadece Hindukuş’ta değil, aynı zamanda ‘Irak, Libya ve Sahel’de de’ savunuluyor” açıklaması yaptı. Konferansın yöneticisi Wolfgang Ischinger, federal hükümetten gücünü arttırma ‘araç kutusunda’ orduyu da bulundurmasını istedi. Somut yeni görevler şu anda tartışılıyor; bunlar arasında Libya’da hava kuvvetleri konuşlandırılması, Sahel’deki Alman ordusu operasyonlarının genişletilmesi ve Hürmüz Boğazı’na olası bir deniz müdahalesi yer alıyor. ABD ise, Çin şirketi Huawei’yi Avrupa 5G ağları kurmaktan men etmek için Berlin ve Brüksel üzerindeki baskıyı artırıyor. Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, AB’nin dünya gücü olma projesi (Avrupa Projesi) başarısız olursa Alman tarihinden çıkarılacak derslerin tartışılır hale geleceği uyarısında bulundu.
BATI'NIN ZAYIFLAMASI
Dışişleri Bakanı Heiko Maas sadece “Soğuk Savaştan sonra Avrupa’nın küçülen stratejik önemini” değil, aynı zamanda “Her yerde bulunan Amerikan dünya jandarması döneminin gözle görülür biçimde sona erdiğini” kaydetti. Maas “Rusya, Türkiye veya İran gibi ülkeler şu anda özellikle Ortadoğu’da görülebilen jeopolitik boşluğa giriyorlar; bu nedenle bugün Ortadoğu’nun geleceği Cenevre veya New York yerine Astana veya Soçi’de kararlaştırılıyor” dedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da “Batı’nın zayıflaması”ndan şikayet etti, bunun sonucu olarak ABD politikalarının yıllardır “Geri çekilme ve Avrupa ile ilişkinin yeniden düşünülmesi” durumunda olduğunu söyledi. Münih’e gelen ABD’li politikacılar elbette Batı’nın zayıflamasıyla ilgili düşünceleri reddettiler. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo: “Batı kazanıyor, birlikte kazanıyoruz” dedi. Ona göre, “Özgür Batı’nın liberal olmayan alternatiflerden daha parlak bir geleceği var!”
Pompeo, Cumartesi günkü konuşmasında “transatlantik ittifaka (NATO) daha fazla güven” çağrısında bulunurken, Alman ve Fransız politikacılar yine daha agresif bir AB dış ve askeri politikasından yana konuştular. Macron “Avrupa çapında egemenlik” yaratmayı öncekinden çok daha hızlı savundu. Alman Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, “Alman ve Avrupa güvenlik ve savunma politikasının etkisinin daha büyük olması gerektiğini, bunun sayesinde eylemlerin uluslararası düzeyde daha iyi koordine edilmiş ve daha net görülebileceğini” söyledi. Alman Dışişleri Bakanı Maas, Federal Cumhuriyetin “askeri olarak da dahil olmak üzere daha fazla çaba harcamaya hazır” olduğunu yineledi. “Alman güvenliği” bugün sadece “Hindukuş’ta” değil, aynı zamanda Irak, Libya ve Sahel’de de savunuluyor” dedi. Federal Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier daha önce “Almanya için” savunmaya yönelik bir AB politikasının geliştirilmesinin vazgeçilmez olduğunu söyledi. Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger de; “Ordu, araç kutusundaki çok sayıdaki alet arasında yer almalı. Bu zeki bir diplomasi gerektirir” uyarısını yaptı.
Münih’te gelecekte bu amaçla yapılacaklar için özel seçenekler tartışıldı. Konferans başlamadan önce Maas, Libya’ya karşı silah ambargosunun havadan izlenmesini önermişti. Prensip olarak şu anda Irak ve uluslararası hukuka aykırı olarak Suriye’de konuşlandırılan Alman keşif tornadoları bu amaç için uygun olacaktı. AB dışişleri bakanları bu pazartesi uygun bir müdahaleyi görüşecekler. Federal Meclis Dışişleri Komitesi CDU/CSU Parlamento Grubu Başkanı Roderich Kiesewetter, “Şu anda AB kara kuvvetlerinin Libya’da konuşlanmasını beklemiyor, ancak Libya hükümeti bir polis veya sivil polis misyonu ile desteklenebilir” dedi. Kramp-Karrenbauer, Sahel bölgesinin Avrupa için kilit bölge olduğunu, bu nedenle, orada Alman ordusunun konuşlandırılmasının sadece korunmakla sınırlandırılmamasını, aynı zamanda daha sağlam hale gelmesi gerektiğini vurguladı. Hürmüz Boğazı’nda deniz operasyonu da gündeme getirildi.
(Çeviren: Semra Çelik)