07 Mart 2020 22:07

Cenevre Mülteci Sözleşmesinin ölümü

Avrupa'nın gündeminde bu hafta mülteciler var. Avrupa Birliğinin, Yunanistan sınırındaki mültecilere yönelik tavrı uluslararası sözleşmelerin iptali olarak değerlendiriyor.

Fotoğraf: Sakine Yıldıran

Paylaş

Almanya ve AB’nin Yunanistan sınırındaki mültecilere yönelik acımasız tavrı tepki çekiyor. German Foreign Policy, AB’nin mülteci politikasını uluslararası sözleşmelerin iptali olarak değerlendiriyor.

Fransa’da onlarca kadın örgütü 8 Mart’ı sokaklarda kutlamaya ve bir mücadele günü yapmaya çağırdı. Son yıllarda birçok ülkede yaygınlaşan ‘‘kadın grevi’’ söylemi bu yıl da yine tartışılmaya başlandı. Çevirdiğimiz yazıda “kadın grevinden” ne anlaşılması gerektiği tartışılıyor.

Geçtiğimiz hafta yayınlanan bir rapora göre İngiltere’nin en yoksul bölgelerinde yaşayan kadınların beklenen yaşam süresi azalmakta ve raporda bu düşüşün sebebi on yıldır devam eden sosyal kesintiler olarak gösteriliyor. Araştırma sosyal adaletsizlikten en çok kadınların etkilendiğini bir kez daha gözler önüne sürüyor. Hükümetin ise bu konuda manalı bir adım atması beklenmiyor.


MÜLTECİ SÖZLEŞMESİ 2020’DE ÖLECEK

German Foreign Policy

Almanya ve AB’nin desteğiyle Yunanistan, mültecilere yönelik tavrında temel uluslararası sözleşmeleri geçersiz kılıyor. Atina, Türkiye’den yasadışı yollarla gelen yüzlerce mültecinin sığınma başvurusu yapılmaksızın kendi ülkelerine sınır dışı edileceğini veya yıllarca hapse mahkum edileceğini duyurdu. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yakın zamanda alınan bir karara dayandırılabilir. Bu tür sınır dışı etmeler AB’nin dış sınırlarında yıllardır yaygın. İnsan hakları örgütleri, izinsiz giriş yapan mültecilerin şiddet uygulanarak ülke dışına sürüldüğünü, sınır nehirlerine atıldığını veya hatta denize püskürtüldüğünü tekrar tekrar bildiriyor. Yunanistan şu an sınır dışıları kitlesel sürgünlere kadar genişletiyor. Uzmanlar bunun devam etmesi halinde, “Cenevre Mülteci Sözleşmesi 2020’de ölecek” uyarısında bulunuyor.

MERİÇ NEHRİNE ATILDILAR

İnsan hakları örgütleri, AB’nin dış sınırlarında yıllardır gerçekleşen düzenli yasa dışı sınır dışı etmeleri eleştiriyor. Bunun bir örneği, mülteci örgütü Pro Asyl’in 2014 yılında yayınladığı Yunanistan ve Türkiye arasındaki kara ve deniz sınırındaki durum hakkında ayrıntılı araştırma. Yunan makamları hem karada hem de denizde “Türkiye’ye sistematik olarak yasa dışı transferler” gerçekleştirdi; Pro Asyl, vakalardan etkilenen kişi sayısının “2 bin olarak tahmin edildiğini” kaydetti. Kendileriyle görüşülen mültecilerin çoğu, Yunan sınır muhafızları tarafından kötü muamele gördüklerini ve kişisel eşyalarının alındığını söyledi. Pro Asyl, bazı durumlarda işkence bile edildiğini belirtiyor. Rapora göre kara sınırında mülteciler tekrar tekrar “Meriç nehrine atıldı”; Ege’de ise birçoğu “uygun olmayan teknelerle denize bırakıldı”. AB sınır koruma ajansı Frontex, Pro Asyl’in suçlamalarına karşı birkaç istisna dışında Frontex’in çalışma alanındaki tüm ihlallerin belgelendiği cevabını verdi. 

DENİZE SÜRÜLDÜLER

İspanyol Ceuta ve Melilla sınırlarında da düzenli yasadışı sınır dışı etmelerin olduğu bildiriliyor. Bunların birçoğu,  Avrupa Anayasa ve İnsan Hakları Merkezi (ECCHR) tarafından belgelenmiş durumda. Bu olaylardan biri, yaklaşık 400 mültecinin denizde yüzerek Fas ve Ceuta arasındaki sınırı geçmeye çalıştığı 6 Şubat 2014’te meydana geldi. AİHM’e göre, İspanyol Sivil Muhafızı bunlara karşı cop, göz yaşartıcı gaz ve lastik mermi kullandı, en az 15 kişiyi öldürdü, bazıları ciddi şekilde yaralandı. Sonuç olarak, 23 mülteci Ceuta sahiline ulaştıktan sonra “hemen ve yasal inceleme yapılmadan Fas’a geri gönderildiler.”  Mültecilerin Fas ve Ceuta veya Melilla arasındaki metrelerce yükseklikteki dikenli tel takviyeli “sınır çitinin” üstesinden gelebildikleri çeşitli durumlar da belgelendi. Ancak sivil muhafızlar tarafından yakalanarak Fas’a gönderildiler.

SOĞUKTA DIŞARIDA KALDILAR

En geç 2016’dan bu yana, Akdeniz’deki diğer sınır dışı etmelere ek olarak -İtalya, mültecileri Libya’ya sınır dışı etmek veya hatta limanlarının önündeki gemilerde tutuklamakla meşhurdur - Doğu ve Güneydoğu Avrupa’nın kara sınırlarında sayısız sınır dışı da belgelendi. 2017’de, Macaristan sınırında birçok sınır dışı belirlendi. Sınır dışılar acımasız şiddet uygulanarak gerçekleştirildi. Çoğu durumda dayak (genellikle coplarla), köpek ısırıkları, biber gazının yol açtığı tahrişler veya yaralanmalar ortaya çıktı. Macaristan sınırındaki şiddet bugüne kadar devam ediyor. Macaristan’a trenle giren Afganistanlı 26 mülteci polis memurları tarafından köpekler saldırtılarak sınır dışı edildiler. Sırp topraklarında donma noktasının çok altında bırakıldılar. Bunların hepsi Frontex’in bilgisi dahilinde gerçekleşti.

İnsan hakları örgütleri, geçen ayın ortalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uluslararası hukuka aykırı sınır dışı etmeleri yasal olarak gördüğü kararlar karşısında dehşete düştüler. İlgili davaların konusu, Fas’tan Ağustos 2014’te İspanyol Melilla’ya “sınır çitinin” üstünden geçerek gelen iki mültecinin durumuydu. İfadeleri alınmadan sınır dışı edilmişlerdi ve bu da Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’nin herkesin sığınma hakkı olduğu maddesine aykırıydı. Ancak 13 Şubat’ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sınır dışıların yasal olduğuna hükmetti.

TOPLU SINIR DIŞI

Yunan hükümeti, bu kararı Türk-Yunan kara sınırında bekleyen ve AB’de koruma arayan 10 binden fazla mülteciye karşı kullanıyor. Atina, uluslararası hukuka aykırı benzeri görülmemiş bir adım olarak bir ay boyunca iltica hukukunu askıya aldı,  ülkeye yasadışı yollardan girenleri hapse atacağını veya hemen sınır dışı edeceğini açıkladı.  Sınır kapandığı için yasal giriş mümkün değil. Midilli’ye bir savaş gemisi gönderildi.  En son AİHM kararına göre,  bu kişiler ülkeye yasadışı olarak girmekle suçlandıkları için, hükümetin yaptığı yasadışı değil.

BERLİNVE AB DESTEĞİYLE

Yunan hükümeti, Berlin ve AB’nin tam desteğine sahip. Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis Cuma günü Almanya Başbakanı Angela Merkel’i aradı ve mültecilere karşı tavrını onunla koordine etti. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Mitsotakis’e Birliğin tam desteğini vaat etti; 100 ek Frontex sınır muhafızı Yunanistan’ın kara ve deniz sınırlarına taşınacak ve Ege’ye yedi devriye botu yerleştirilecek. Ayrıca Atina, mültecilerin püskürtülmesi için 700 milyon avro alacak.

LİBERAL OLMAYAN BİR SİSTEME GEÇİŞ

Merkezi Berlin’de bulunan ve Türkiye ile AB Mülteci Paktı mimarı olan Avrupa İstikrar Girişimi’nin kurucu ortağı ve başkanı Gerald Knaus bir süredir sert eleştiriler dile getiriyor: “Uluslararası mülteci politikasında bir dönüm noktası yaşıyoruz. AB’nin şu anda yaptığı Donald Trump’ın en büyük fantezisi: sınırda sığınma hakkı yok ediliyor ve sınırlar militaristleştiriliyor.”  Knaus şu uyarıda bulunuyor: “Bu yaklaşım tüm Avrupa’da geçerli olursa, Cenevre Mülteci Sözleşmesi 2020’de ölecek.  Mülteci sorunu” temel hakların ortadan kaldırılması için bir sıçrama tahtası olarak kullanılabilir. Açıkça liberal olmayan bir sisteme geçiş tehdidiyle karşı karşıya kalabiliriz.”

(Çeviren: Semra Çelik)


8 MART, HER ŞEYİ DURDURUYORUZ

Suzy ROJTMAN*
Humanite

3 Ekim 2016’da Polonyalı kadınlar grevinin sinyalini vermişlerdi: kürtajın bir bütün olarak yasaklanmasına karşı bir grev. 16 Ekim’de Arjantinli kadınlar da cinsel şiddete karşı bu sloganı dillendirdiler. Bu slogan 8 Mart 2017’de uluslararası bir grev sloganına dönüştü, tıpkı 1975 İzlanda örneğinde olduğu gibi: kadınsız bir gün. 2018 ve 2019 yıllarında olağanüstü bir şekilde bunu İspanyol kadınlar hayata geçirdiler. Kadın grevinin ilkesi, kadınların toplumdaki rolünü ortaya koymaktır ve böylelikle genel olarak kadınların tüm haklarını savunmak ve genişletmektir. Aslında kadınlar durduğunda her şey duruyor. Kuşkusuz kadınlar ücretli emek ilişkisi içerisindeler. Eşit ücret, part time işlerin dayatılmasının bitmesini, çalışma süresinin azaltması ve paylaşılmasını talep ediyorlar. Emeklilik karşı-reformunun en büyük kaybedenleri de olmak istemiyorlar. Fakat kadınların emeği sadece ücretli emekli ilişkileriyle sınırlı değildir. Ev işleri kadınların gününün önemli bir kısmını oluşturuyor. Ulusal istatistik ve ekonomik araştırmalar enstitüsü INSEE’ye göre kadınlar 2010 yılında (Günlük yapılan işler dağılımına dair araştırmanın yapıldığı en son yıl) ev işlerinin yüzde 72’sini yapıyor. Ve bu ücretsiz bir şekilde yapılıyor. Bu ev işleri için bir ücret istemiyoruz; bu böyle olsaydı doğal olarak bizi bu işe mahkum ederler, ama olabilecek işlerin “toplumsallaşmasını” istiyoruz, bu olduğunda bundan en fazla tek eşli aileler faydalanacaktır: nitelikli ve ucuz kantinler, yıkama yerleri, küçük çocuklara yönelik kamu hizmeti, bağımlı kişilere yardım edecek kamu hizmeti vs… Geri kalan işler açısından ise çift içinde paylaşımın sıralandırılması. 

Ekolojik mücadele ile bağımlı olarak tüketim grevi de kadın mücadelesiyle ilintilidir. Kadınlar kozmetik sanayinin, “güzel olmanın”, sağlıksız yemek sanayisinin, reklamların hedeflerindeler. Cinsel içerikli dayatmalar şişman olmamayı, çoğu zaman ince olmayı, iyi giyinmeyi, güzel olmayı, yüz karışıklığına sahip olmamayı ve bol makyajlı olmayı zorunlu kılıyor. Yani tekellerin kasalarını doldurma ve bizlerin de cinsel iştahı açma kriterlerine iyicene uyduğumuzu garanti altına almayı.

Bu aşırı tüketim, özelliklede elbise, mümkün zira dünyanın öbür ucunda kadınlar utanılmaz bir sömürüye maruz kalıyor ve doğal kaynakların inanılmaz bir şekilde harcanmasına yol açıyor.

Bu yıl 8 Mart’ın pazar gününe denk düştüğünü unutmuyoruz. Bugün emekleri sosyal olarak zorunlu olmayan kimi kadınların çalışmasını mecburi kılıyorlar. Örneğin ticarette. Ya da Paris Belediyesi kütüphanelerinde.

Kadın grevi, aynı sıra en son Cesar ödülleri töreninde cinsel tacizden dolayı önceden ABD’de mahkum olmuş ve 12 ayrı kadın tarafından da suçlanan bir cinsel tacizciye bir ödül verilmesiyle yaşanan şiddetlere karşı mücadelededir de. Aynı sıra da tüm kürtaj hakkını kısıtlamak isteyen tüm gericilere karşı hakkımızı savunmaktır. 8 Mart’ta her şeyi durduruyoruz: çalışmayı, tüketimi, teselli etmeyi ve temizliği. 8 Mart’ta tüm kadınlar duruyor. Paris’te Place d’Italie’de saat 12’de bir piknik yapacağız ve ardından Republique meydanına doğru yürüyeceğiz.

* Kadın hakları Ulusal Kolektifi (CNDF) sözcüsü

(Çeviren: Deniz Uztopal)


YAŞAM BEKLENTİSİNDEKİ DÜŞÜŞ KESİNTİLERİN ÖLDÜRDÜĞÜNÜN İSPATI

Gaby HINSLIFF
Guardian

Britanya geriye gidiyor.

Beklenen yaşam süresindeki tutarlı yükselişe o kadar alışmıştık ki çoğumuz bunun doğal olduğuna inanmaya başlamıştık, fakat efsane epidemiyoloji uzmanı ve hükümet eski danışmanı Sör Michael Marmot’un raporu başımızdan aşağı dökülen bir kova soğuk su oldu. Britanya’nın en yoksul kesimlerinde yaşayan kadınların hayatları artık kısalmaya başladı; hem erkek hem de kadınlar hayatlaının sonuna doğru daha çok kronik sağlık sorunu yaşıyor, yani kalan zamanları da acıyla geçiyor. Bağımsız Sağlık Vakfı için hazırladığı rapordaki tespitleri geri vitese geçişe işaret ediyor.

Tam da burada hükümetin yeni seçim koalisyonuna karşı sorumluluk bilinci denenecek, çünkü aslında vaktinden önce ölenlerin çoğunluğu Boris Johnson’un yeni seçmenleri olacak. Son seçimlerde Johnson’un Muhafazakarlarının oylarını ele geçirdiği “kırmızı duvar” bölgelerinde insanların beklenen sağlıklı yaşam süresi 60,9 yıl iken, bu Muhafazakâr bölgelerde 65 ve de İşçi Partisi’nin elinde tutmayı başardığı bölgelerde ise 61,4 yıl. Marmot bu düşüş için hiçbir biyolojik sebep bulamıyor – insanlar beklenen yaşam süresinde bir tavan yaşa ulaşmış değil – kesintiler ve onları takip eden zorlukları olası sebepler olarak açıkça belirtiyor. Aynı zamanda, kesintilerin bittiği söyleminin bu dalgayı geri çevirmeye yetmeyeceğini de ifade ediyor. Elde harcanacak para varsa eğer alışılagelmiş Muhafazakâr önceliği olmayan alanlarda harcanacak.

Ülkede dengeyi sağlama söylemi kolay fakat sağlık açısından yoksul kuzey bölgelerinde koşulları güney bölgeleri düzeyine yükseltmek, yoksulluk ve hastalık arasındaki ilişkiye dair zor gerçeklerle yüzleşmeyi gerektiren yavaş, yavan ve pahalı bir süreç. Bu, halkın bir teneke yemeğe muhtaç ya da üç iş arasında bitap düşmüşken sağlıklı kararlar almakta zorlanacağını kabul etmek anlamına geliyor – bir kesim Muhafazakarın şahsi sorumluluk almamak için mazeret olarak görüp reddettiği türden gerçekler – ve sağlık politikasında uygun değişiklikleri dayatıyor. Ucuz, güvenilir ve yaşanabilir sosyal konutlara büyük yatırım ve ilk evlerini Londra’da alamayıp dışına itilenlere destek anlamına geliyor. Sağlık seviyesinde dengesizliğini azaltmak için ulusal bir strateji gerektiriyor; Tony Blair hükümetinin yürürlüğe koyduğu fakat David Cameron hükümetinin sessizce ortadan kaldırdığı bir strateji. Ve aynı zamanda güneydeki varlıklı muhafazakarların istekleriyle kuzeydeki yeni tabana vaat edilenler arasında zorlu tercihler dayatıyor.

Önümüzdeki ay beklenen bütçe dahilinde finans yaratmak için önerilen, emekli maaşı vergi indirimlerinin azaltılması ve petrol ücretleri vergisinde artışlar gibi, değişik adımlara karşı acı feryatlar birçok Muhafazakar milletvekilinin liderlerinin vaatlerinin ne anlama geldiğini tam kavrayamadığını gösteriyor. On yıllardır kuzeyde yaşanan yıkımı gerçekten geri çevirmek istiyorlarsa bunun bir maliyeti olacak ve muhafazakarlara paranın ağaçta büyümediğini hatırlatmaya gerek yok. Eğer bu konuda ciddi değillerse, bu tür raporların her biri onları teşhir edilmeye bir adım daha yaklaştırıyor.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

Bu savaş kimin?

SONRAKİ HABER

“Yeniden Üretim” nedir?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa