Bir dava insanının ardından...
Tüm hayatı boyunca olduğu gibi son anına kadar bir davaya bağlı olma, onun için gerekli fedakarlıklardan kaçmamanın ne olduğunu tüm somutluğuyla yaşayarak sürekli gösteren birisi oldu.
Raul Marco (solda), Deniz Uztopal (ortada), Abdullah Varlı (sağda) | Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel
Deniz UZTOPAL
Koronavirüs salgınının her geçen gün arttığı, vaka ve ölüm sayılarının hızla yükseldiği şu günlerde Madrid’den kötü bir haber geldi. Raul Marco artık aramızda değildi. O dev çınar, faşizmi yerin dibine gömmek de dahil, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki tüm önemli olaylara tanıklık etmiş, insanlığın kurtuluşu için uluslararası mücadelenin en önde gelenlerden birisi olan o güler yüzlü ve neşeli, şakacı insan aramızdan ayrılmıştı.
Daha bir birkaç hafta önce telefonlaşmış, geçen yıl yakalandığı kanseri atlattıktan sonra artık kendisine hiçbir şey olmayacağını söylemişti. Yaşı 84 olmuştu ama gençliğinden beri yaptığı dağ sporları sayesinde hâlâ dinamik ve enerji doluydu. Son yıllarda belki daha erken yoruluyor ve toplantılarda gereksiz yere zaman kaybetmelere eskisi kadar tahammül edemiyordu ama son anına kadar, saatlerce süren o bitmez tükenmez toplantılara katılma, izleme, onları zenginleştirme, gerektiğinde çevirmenlik gerektiğinde sekreterlik yapma, divanı yönetme, lojistik sorunlara kafa yorma… İşin küçüğü büyüğü demeden tüm işlere gönüllü oluyordu. Tüm hayatı boyunca olduğu gibi son anına kadar bir davaya bağlı olma, onun için gerekli fedakarlıklardan kaçmamanın ne olduğunu tüm somutluğuyla yaşayarak sürekli gösteren birisi oldu.
Franko faşizminden kaçmak, ona karşı zorlu illegalite koşullarında mücadele yürütmek, partisini tasfiye etmek isteyen revizyonistlere karşı kesintisiz ve kararlı bir mücadele vermek zorunda kalmış bir dava adamıydı… Hayatını anlatmayı çok sevmez ama soru sorduğumuzda da hiç tereddüt etmeden cevap verirdi. Fakat muhabbet konusu kendisi olunca ve biraz sürünce farklı konularda sorular sorup sohbetin konusunu değiştirmeye çalışırdı… Kaç defa, aynı dili konuşmanın avantajları olsa gerek, “Neyse konuyu değiştirelim, sana sonra anlatırım” demişti. Fakat Avrupa işçi sınıfının devrimci hareketinin revizyonizme karşı mücadelesi, toparlanma sürecinin en aktif unsurlarından birisinin kendisi olmasından dolayı anılarını yazmasını, kitaplaştırmasını istemiştik. İlk yıllarda “Yok, olur mu ben daha gencecik insanım” diyerek reddediyordu fakat son yıllarda önerilerimizi kabul etmiş ve anılarını yazmaya başlamıştı.
Emek Partisi'nin militanlarıyla tam bir ideolojik ve siyasi bağlılığın yanı sıra çok derinden bir gönül bağı da vardı. 1990’ların başlarında duvarların yıkılması ve uluslararası antikomünist kampın çözüldüğü dönemlerde Batı Avrupa’nın eski revizyonist partileri kendilerini feshederken Türkiyeli devrimcilerin işçi sınıfının uluslararası örgütlenmesinin toparlaması için verdiği çabalara büyük önem verir ve bizlerle karşılaştığı her vesilede tekrar tekrar hatırlatmaktan geri durmazdı.
Belki çevirmenlik yapmaktan kaynaklıdır ama aynı şeyleri farklı kişilere aktarmak, defalarca tekrar etmek gerekirdi. Bize yönelik güveni o kadar ileriydi ki birçok defa vereceği cevabı biliyorum diye onun adına konuşmamı isterdi. Hiç unutmam, Dikili’deki gençlik kampında faşizm üzerine bir seminer verecekti ve ben de çevirmendim. Toplantıdan önce bana önerisi şöyleydi: O kısa bir şeyler söyleyecek, bense daha önce defalarca anlattığı bilgilerden hareket ederek söylediklerine katkıda bulunarak “çeviri” yapacaktım. Toplantının sonuna kadar böyle idare etmiştik ama sorular bölümünde Alaattin Bilgi, “Sözlü çevirinin yetersiz kaldığını” söylediğinde birden paniklemiş ve anlaşmamızın ortaya çıktığından korkmuştuk. Halbuki Kapital’in usta çevirmeni, Fransızca telaffuzdan anlamıyormuş ve Marco’nun konuşmasının kitap olarak basılması için o öneriyi yapmış. Olayı sonra ona anlattığımda ne gülmüştük ve bana “Sen hiç merak etme ben senin eklediğin her şeyi teker teker savunurum” demişti. Daha tecrübesi olmayan, çevirmenlik işlerini yeni yeni yapmaya başlayan bir gençtim ama Marco’nun her seferinde gençlere cesaret verme, teşvik etme, bir arkadaş gibi yol gösterme, bazen hata yapmasına göz yumarak hatasından öğrenmesine özel dikkat göstermesi bütün hayatım boyunca büyük etki yarattı üzerimde.
Dikili kampından sonra da defalarca kez söylediklerini tamamlamamı, dinleyicinin daha iyi anlaması için uygun gördüğüm noktaları açmamı istemişti benden. Hiç kuşkusuz Raul gibi birikimli birinin bu şekilde teşvik etmesi, bu oranda güven duyması insanın öz güvenini büyük oranda artırıyor ve hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki ilerleyen yıllarda hayatımın dönüm noktalarında verdiğim kararlarda önemli bir rol oynadı.
Seni asla unutmayacağız Raul yoldaş, yaptığın o şakalar, o duygusal konuşmaların, davaya kararlılığın ve gösterdiğin bağımlılık uluslararası işçi sınıfı hareketi için ışık olmaya devam edecek. Seni sevgiyle özleyeceğiz…