28 Ekim 2020 08:45

Amfilerden mahkemelere buharlaşan hukuk

Hukuk devleti demek kanun devleti demek değildir, kanunların varlığı tek başına hiçbir şey ifade etmez.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Doğa SÜMER

İstanbul Üniversitesi

Hukuku, sadece normlar, kurallar, ilkeler veya kavramlar olarak değerlendirmek şekli bir soyutlamadır. Hukuk, yürürlükte bulunduğu ekonomi politik sistemdeki iktidar, ideoloji, toplum, kültür ve tarih gibi farklı etmenler ile bir arada değerlendirilmelidir. Zira günümüz liberal hukuk sistemi karşımıza kapitalist üretim ilişkisinin ve egemen sınıfın çıkarlarını korumak, ekonomik eşitsizliklere, sömürü koşullarına, ayrımcılıklara karşı yürütülen mücadelelerin bir kısmının yasa dışı haline getirilmesinde ortaya çıkar.

Her hukuk öğrencisinin birinci sınıfta hukuk başlangıcı dersinde öğrendiği ilk şey hukukun farklı tanımlarıdır. Bu tanımlardan en çok bilineni “Belirli bir zamanda belirli bir toplumdaki ilişkileri düzenleyen ve uyulması devlet zoruna (müeyyide) bağlanmış kurallar bütünüdür.” diyebiliriz. Ve çizdiğimiz üçgenlerin en tepesine normlar hiyerarşisinin en üstünde olan Anayasa’yı yerleştiririz. Peki, bizim amfilerde okuduğumuz kitaplar, ezberlediğimiz kanun maddeleri ve çözdüğümüz pratik olaylar ile günümüz Türkiye dinamikleri ve yargı-siyaset tartışmaları gerçekten paralel ilerliyor mu? Hukuk fakültesi öğrencileri ileride mensubu olacakları adalet sistemine ve onun bağımsızlığına gerçekten inanıyorlar mı? Yoksa verilen kararlar yargıya duyulan güveni azaltıyor mu?

AYM’NİN KARARINA RAĞMEN

“Siyasi ve askeri casusluk maksadıyla devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak” suçundan 5 yıl 10 ay hapis cezası aldıktan sonra milletvekilliği düşürülen Enis Berberoğlu ile ilgili Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle hükmetmişti. Verilen bu karara rağmen İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Enis Berberoğlu'nun yeniden yargılanmasına yer olmadığı hükmüne yapılan itirazı, özgürlüğün ihlal edildiğine karar verildiğinde, herhangi bir merciinin bu kararının Anayasa'ya uygun olup olmadığını inceleme ve denetleme yetkisi bulunmadığı halde değerlendirilmek üzere bir üst mahkemeye gönderdi. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verip bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına hükmettiği durumlarda derece mahkemelerinin görevi, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil, Mahkemece tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Bu zorunluluk, Anayasa'nın 138. maddesi anlamında mahkemelere verilmiş bir emir veya talimatın yerine getirilmesi değil, bir hukuk devletinde mahkemeye erişim hakkının hayata geçirilmesidir. Ve Anayasa Mahkemesi kararları yargı organları yönünden de bağlayıcıdır.

HUKUK DEVLETİ GÜVEN ORTAMI OLUŞTURMALI

Herhangi bir yerel mahkemenin, ülkenin en üst mahkemesinin verdiği kararı, apaçık bir usul normunu uygulamaması adeta bir skandaldır. Hukuk kavramının içi gün geçtikçe boşaltılırken, her gün akla hayale sığmayan korkunç kararlar ile karşı karşıya kalıyoruz. Kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri artık sadece anayasa kitaplarında okuduğumuz kavramlar haline geldi. Hukuk devleti ilkesinin insan zihninde çağrıştırdığı ilk şey güven ortamıdır. İnsan haklarına saygılı bir devleti, bağımsız kurumları ve yargıyı, devletin eylemlerinden hukuken sorumlu olduğu ve idarenin işlemlerinin denetime tabi olduğu bir düzeni gerektirir. Yargıç, karar verirken; avukat, savunma yaparken; akademisyen özgür ve bilimsel çalışma yaparken bu ilkeden güven alır. Eğer bu ilke zedelenmişse artık hiç kimse kendini özgür hissedemez. Hukuk devleti demek kanun devleti demek değildir, kanunların varlığı tek başına hiçbir şey ifade etmez. Anayasa içtihatlarına da baktığımızda “hukuk devletinin temel öğesi, tüm devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır” der. Yani muhatabı insan değil, devletin ta kendisidir. Ve en önemlisi hukuk devleti, yargıçların kararlarının tartışılmaz olduğu değil aksine yargının hukukla bağlı olduğu yargı sistemine sahip devlettir; bireylerin, hukuk kurallarına dayanılarak kazandıkları hakları tanımayan devlet değildir. Bu bahsettiğim gerekliliklerin hepsi gün geçtikçe bizlere daha da yabancı bir hale geliyor. Yerel mahkemenin verdiği Berberoğlu kararı da bunun en çarpıcı örneği olarak gözler önüne serildi.

Günümüz Türkiye koşullarında, Hukuk Fakültesi öğrencilerinin hukuku siyasetten üstün ve apayrı bir dal olarak görmesi ve kariyerist hedefler kulağa absürt geliyor. Teorik ve pratik çatışmalar, aldığımız eğitimi gülünç hale getiriyor. Bu şartlar altında biz hukuk öğrencilerinin bu yozlaşan sistemin bir dişlisi olmak veyahut bu sorunlara karşı duran ve çözmeye çalışan tarafta olup olmayacağına karar vermek ve ona göre hareket etmek düşüyor.

ÖNCEKİ HABER

İzmir Kadın Platformu kadına yönelik şiddete karşı etkinlik planı açıkladı

SONRAKİ HABER

Kalıplaşmış eğitim, kronikleşen sorunlar 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa