SES MYK Üyesi Eroğlu: Önerilerimiz dinlenmediği için halk da sağlıkçılar da tükendi
SES MYK Üyesi Eylem Kaya Eroğlu, iktidarın sağlık örgütlerinin önerilerine kulak tıkaması sonucu hem sağlıkçıların hem de toplumun tükendiğine dikkati çekerek “Salgında emekçiler hiçe sayıldı" dedi.
Fotoğraf: DHA
Birkan BULUT
Ankara
Türkiye koronavirüs salgınında 9 ayı geride bırakırken, hasta ve ölüm sayılarındaki en yüksek sayıya ulaşıldı. Salgında gelinen nokta, iktidarın uzun süredir kaçındığı bazı kısıtlamaları az da olsa uygulamasına yol açtı. Ancak alınan önlemler hâlâ toplumsal hareketliliği azaltacak boyutta değil.Salgında gelinen aşamaya ilişkin sorularımızı yanıtlayan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) MYK Üyesi Eylem Kaya Eroğlu, iktidarın sağlık örgütlerinin önerilerine kulak tıkamasının sonucunun hem sağlıkçıların hem de toplumun tükenmesi olduğunu söyledi. Eroğlu, her zamanki gibi sermayenin ayakta kalması için emekçilerin hiçe sayıldığını vurguladı.
Türkiye’de salgının geldiği nokta itibariyle iktidarın uygulamaya soktuğu son tedbirleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakanlığın ve bürokrasinin liyakat gözetmeksizin atanmışlarının normal dönemlerde bile yönetemedikleri bir sırada pandemiye yakalandık. Bilimsellikten uzak bu yönetim tarzı, köylü kurnazlığıyla verilerle ve terimlerle oynamanın, emek ve meslek örgütlerinin öneri ve taleplerine kulak tıkamanın sonuçları, sağlık emekçilerinin ve toplumun tükenmesi oldu. Nitelikli ve kişiye uygun koruyucu ekipmanın yeterince sağlanmamasından, acil eylem planlarının ve hastalıkla ilgili algoritmaların hemen hazır edilmemesine, toplumun hızla bilgilendirilmemesinden, kendi oluşturdukları Bilim Kurulunun önerilerinin bile tam olarak uygulanmamasına kadar pek çok sorunu birlikte yaşadık. Ancak en önemlisi de sağlık örgütlerinin önerilerinin hiçbir şekilde dikkate alınmamasıydı. Ne işyerlerimizde başhekimlerimize ne de Sağlık Bakanına derdimizi anlatabildik. Taleplerimiz bilimsel, hem toplumun hem de bireyin salgından korunması için sosyal bir devletin asgari düzeyde uygulaması gereken taleplerdi. Salgının sınıfsal yayılımını da engelleyecek taleplerimiz göz ardı edildi, her zamanki gibi sermayenin ayakta kalması için toplum olarak hiçe sayıldık. Çarklar dönmeliydi ve dönüyor!
Ankara’da pandemi ile mücadelenin merkezi olan şehir hastanesinde çalışıyordunuz. Ankara Şehir Hastanesinde yoğun bakım ve servislerdeki doluluk ne durumda?
Şehir hastanesinde yeni klinikler açılıyor ya da mevcut klinikler pandemi kliniğine çevriliyor. Ancak yoğun bakımlar dolu. Kapasite genişliği nedeniyle Ankara’nın her yerinden yoğun bakım ihtiyacı olanlar şehir hastanesine yönlendiriliyor. Fakat doluluk oranı, ölüm oranı, kovid-19’a yakalanan sağlık çalışanlarının sayısı taleplerimize rağmen işyeri temsilcilerimizle paylaşılmıyor. Pandemi kurulu, iş sağlığı ve güvenliği birimini baypas ederek 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve mevzuatını hiçe sayan uygulamalara, kararlara imza atıyor. Bağımsız olmayan bu kurul koordinatörlük ve hastane patronlarının kararlarının uygulanması yönünde bazen bilimsellikten uzak kararları uygulatmak için mobbing ve angarya dayatabiliyor. Ne işyeri temsilcilerimiz ne de çalışan temsilcilerimizle bilgi paylaşılıyor. Bu nedenle size net rakamlar veremiyorum. Ama işyeri temsilcilerimiz ve üyelerimizin aktardıklarından yoğun bakımların dolu olduğunu, klinik yatak kapasitesinin artırılmaya çalışıldığını biliyoruz. Hatta bazen serviste idare edebilir denilen hastaların yoğun bakımdan alınıp yerine durumu daha kötü olanların yatırıldığını da biliyoruz.
HAK ARAMANIN ÖNÜNDEKİ BARİKATLARI YIKMALIYIZ
Ek ödemelerdeki adaletsizlik sıkça tepki gösterdiğiniz bir konu oldu. Sağlık emekçileri arasında ne gibi eşitsizlikler var?
Tavandan ek ödeme meselesi performanstan yararlanamayan iş yükü ve mesleki riski giderek artan sağlık emekçileri arasında büyük bir beklenti yarattı. Sonuç hayal kırıklığı oldu. Üniversiteler ve aile hekimlikleri halen bu ödemeden yararlanamadılar. Yararlanan yerlerde ise yıllık izin kullanan sağlık emekçileri adeta cezalandırılarak ödeme yapılmadı. Ödeme yapılması için kovid alanı olarak belirlenen yerlerin tespitinde adam kayırma diyebileceğimiz tutumlar sergilendi. İşe gelmeyen, hastaya elini sürmeyen kimi çalışanlara 28 bin TL ödendi; yakın temasla yüksek risk altında uzun süre çalışan bazı meslek gruplarına 140 TL gibi ek ödeme yatırıldı. Motivasyon ve teşvik amacıyla ödül olarak sunulan tavandan ek ödeme tabanda değersizleşmeye döndü. Hiçbir sorunumuz çözülmediği gibi bu sorun mesleki dayanışmayı ve iş barışını bozmaya devam ediyor.
Mesai saatlerimizin uzatılması, kısa sürede daha fazla hastaya bakmamızın hesaplanması gibi uygulamalar sağlık emekçilerine ne kadar değer verildiğini, daha doğrusu nasıl değersizleştirildiğimizi gösteriyor. Ben 25 yıllık sağlık emekçisiyim, hiçbir zaman bu kadar değersizlik hissine kapılmamıştım. Tükenmeyi hem bedenen hem psikolojik olarak hissediyoruz.
Elimizden geldiği kadar bu sorunları işyerlerimizde dile getirmeye çalışıyoruz. Ama pandemiyle beraber sağlık emekçileri üzerindeki iş yükü kadar baskı ve mobbing de artmış durumda. Hemşireden temizlik personeline herkesin önünde hak arama konusunda barikatlar örülmüş. Bu koşullarda çalışanların 657 güvencesine rağmen sendikalaşmakta, üretimden gelen gücünü kullanmakta çekincesi var. Bunu yıkmak zorundayız.
HEM FİZİKSEL HEM PSİKOLOJİK TÜKENME YAŞIYORUZ
Sağlık emekçileri olarak uzun süredir ‘Tükeniyoruz’ uyarısında bulunuyorsunuz. Bunu biraz daha açabilir misiniz? Gün içinde neler yaşıyorsunuz, ne hissediyorsunuz?
Örneğin ben çocuk kan alma bölümünde çalışıyorum. Pazartesi, salı, çarşamba çok yoğun olur. Saat 8.30 gibi oturup saat 12.30’a kadar yaklaşık 250 civarında çocuk hastanın kanını alıyoruz. Her çocuğun yanında bir anne ya da babayı da hesaplarsanız, 4 saatte 500 kişi ile temas ediyoruz. Birimiz tuvalete gittiğinde arkasında kuyruğun oluştuğunu, insanların gelen şikayetleri ve yöneticilerimizin kuyrukları nasıl takip ettiğini görüyoruz. Bize “Arkadaşlar pandemi koşullarında kendinize zaman ayırın, yarım saat molalar verin” denilmiyor. Sağlık emekçileri olarak fiziksel ihtiyaçlarını giderme noktasında bile sıkıntı yaşarken, artan bedensel tepkiler, kaygılar, stres, çocuklarına veya ailesine bulaştırma endişesiyle çalışıyoruz.
Hatta pandemi uzadıkça sağlık çalışanları, bir işe yaramadığını düşünerek kişisel koruyucu ekipmanlarını takmayı bile reddedebiliyor. ‘Boşuna uğraşıyoruz, taksam da virüse yakalanacağım’ düşüncesi gelişti. Bakın bu, tükenme, sağlıklı düşünememe duygusudur. Başka bir örnek; kovid kliniğinde çalışmaya gelen bir sağlıkçı yoğun bakımdaki arkadaşımız pozitif olduğunda bir telefonla oraya görevlendirildiğini öğrenebilir. Bu süreçte mevzuat ve kanunla yapılması gereken pek çok şey pandemi fırsatıyla usulsüzce yapılmaya başlandı.
Fiziki olarak tükenme noktasında ise çok sayıda sağlık emekçisi hasta oldu, birçok meslektaşımız hayatını kaybetti. Ancak hâlâ meslek hastalığı ve iş kazası olarak sayılmıyor. Üstelik yasal olarak bunun önünde hiçbir engel yok, ILO kararları ve meslek hastalığı tanımı açısından engel yok. Bu da nasıl değersizleştirildiğimizi gösteriyor.