11 Aralık 2020 23:02
/
Güncelleme: 12 Aralık 2020 01:22

İçişlerinin kayyum raporunu değerlendiren HDP’li Kaplan: Suçlarını gizleyemezler

İçişleri Bakanlığı, kayyum atanan belediyelerin hizmetlerinin vatandaşın yüzünü güldürdüğünü öne sürdü. HDP Demokratik Yerel Yönetimler Eş Sözcüsü Salim Kaplan: Suçlarını gizleyemezler.

İçişlerinin kayyum raporunu değerlendiren HDP’li Kaplan: Suçlarını gizleyemezler

Fotoğraf: MA

İnanç YILDIZ
Fırat TOPAL
Diyarbakır

İçişleri Bakanlığı resmi sayfasından geçtiğimiz haftalarda “Terörden Arındırılmış Belediyeler ve Hizmetleri” adı altında bir rapor paylaşılarak, kayyum atanan belediyelerin hizmetlerinin vatandaşın yüzünü güldürdüğü açıklandı. Raporda HDP’li belediyelere yönelik suçlamalar yöneltilirken, buraya atanan kayyumların hizmetlerine övgüler dizildi. HDP Demokratik Yerel Yönetimler Eş Sözcüsü Salim Kaplan, raporu Evrensel’e değerlendirdi. Kayyum uygulamalarının meşruiyetinin olmadığını belirten Kaplan, irade gasplarında açıkça suç işlendiğini söyledi. Hizmet etmeyen bir anlayışı bir daha seçmeyerek halkın gereken cevabı sandıkta vereceğini vurgulayan Kaplan, ancak HDP’li belediyelerin, Türkiye ortalamasında en yüksek oy oranlarıyla kazanıldığını dile getirdi. Suçlarını ‘sözde’ raporla gizlemeyeceklerini belirten Kaplan, “Demokrasinin kırıntısına dahi imkan bırakmamak temel düsturlarıdır. Bu bağlamda gaspçı kayyumların halka yapacakları temel hizmet, halka ait olan o yönetim alanlarını terk etmek ve halktan af dilemektir” dedi.

KAYYUM UYGULAMALARININ MEŞRUİYETİ YOK

İçişleri Bakanlığı, ‘Terörden Arındırılmış Belediyeler ve Hizmetleri’ adında rapor paylaştı. İlk bölümü 31 Mart yerel seçimleri sonrası kayyum atamalarına giden süreç olarak hazırlanmış. Kısaca özetlemek gerekirse, ilk atanan kayyumdan önce belediye imkanlarının amacı dışında kullanıldığı anlatılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL sürecinde Eş Genel Başkanlarımız Sayın Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere seçilmiş milletvekillerimiz ve belediye eş başkanlarımızın, siyasetçilerimizin, akademisyenlerin, gazetecilerin cezaevlerine atıldığı, basın yayın kurumlarının kapatıldığı, sivil toplum örgütlerinin, derneklerin kapatıldığı, en basit eleştirel fikirlerin dahi beyan edilemediği her türlü zor ve baskı ortamında, “Mühürsüz oyların dahi geçerli sayıldığı”,  meşruiyeti dahi şüpheli bir referandum neticesinde yapılan Anayasa değişikliği ile ilan edilen Saray rejiminin bir memuru konumunda olan mevcut İçişleri Bakanlığının halkın iradesini temsil eden seçilmiş belediye yönetimlerine kayyumlar atamak suretiyle gasbedip sonrasında da yapılan bu zorbalığı meşru gösterme çabalarını yansıtan raporu tanımadığımızı, ne bu raporun ve ne de bu rapora konu edilen kayyum uygulamalarının bir meşruiyetinin de bulunduğunu kalın harflerle belirtmek isterim. 

YARGIYA İNTİKAL EDEN USULSÜZ HARCAMA SÖZ KONUSU DEĞİL

Raporun ikinci bölümü “HDP’li belediyelerce yapılan tahribatlar” başlığı altında işlenmiş. Bu kısımda “Eş başkan sıfatı kullanmakta ısrar”, “Terörle iltisaklı kişilerin belediyelerde görevlendirilmesi”, “Belediye başkanlarının terörü destekleyici tutum ve davranışları” gibi başlıklar altında bir takım yorumlar yapılmış ve vatandaşa hizmet edilmediği anlatılmış. Söz konusu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Belediyelerde tahribatlar yarattığımız, vatandaşa hizmet etmediğimiz tespitinin realitede bir karşılığı yoktur. Yerel yönetimler halka en yakın ve halkın da en yakından izleyip denetleyebildiği yönetimlerdir. Bu bağlamda, hizmet etmeyen bir anlayışı bir daha seçmeyerek halk gereken cevabı verir sandıkta. Peki, seçim sonuçlarına baktığımızda ne görüyoruz? HDP’nin kazandığı belediyeler, Türkiye ortalamasında en yüksek oy oranlarıyla kazanılan belediyelerdir. Dolayısıyla bu adına rapor dediğiniz yalanlar manzumesinin iddiası temelsizdir.

Diğer taraftan, bu devletin her yıl bütçe ayırdığı kurumlar ve bu bütçenin usulüne uygun harcanıp harcanmadığını yerinde denetlemekle yetkili ve görevli bir kurumu var. Bu kurumun adı Sayıştay. Sayıştayın belediyelerimizle ilgili yapmış olduğu denetimlerde, raporlara yansıyan ve bu raporlardan hareketle yargıya intikal eden bir tane bile usulsüz harcama, yolsuzluk ve benzeri bir durum söz konusu değildir. Bunun kanıtı bizatihi Sayıştay raporlarıdır. Merak edenler açıp bakabilirler. Dolayısıyla İçişleri Bakanlığının sözde raporunda belirtilenler açıkça ve en hafif tabirle yalandan ibarettir.

EŞ BAŞKANLIĞI SUÇLAMA TOPLUM GERÇEĞİNE AYKIRI

Bu nokta ayrı bir parantez açmak gerekirse yasada belediyeler için eş başkanlık sistemi olmasa da aynı sıfata denk gelecek yardımcı var. Ancak raporda eş başkanlık sisteminin hedef yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eş başkanlık meselesine gelince insan türü içerisinde kadın ve erkek nüfusu cinsiyet bakımından bir oranlamaya tabi tutulduğunda görülmektedir ki bu oran yaklaşık yüzde 50’ye yüzde 50 civarlarındadır. Özcesi toplumdaki kadın ve erkek nüfus oranları yaklaşık olarak birbirine eşit seviyelerdedir.

Toplumu oluşturan kadın ve erkek sayısı birbirine neredeyse eşit iken, toplumun yönetişim süreçlerinde kadının yok denecek kadar az olması, yönetimlerin erkek egemen anlayışla sürdürüldüğünün net kanıtıdır.

Kadının olmadığı bir toplum olamayacağına göre, erkek egemen bir anlayışla yürütülen yönetim sistemlerinin de “toplumsuz” olduğu, gerçek toplumu temsil etmediği açıktır. Bu noktada parti olarak siyasetimizin esas mekanizmalarından birisi olarak uyguladığımız ve savunduğumuz eş başkanlık modeli, eşit temsil ilkemizin en açık tezahürlerinden birisidir.

Bakınız, TBMM’de grubu bulunan partiler arasında Genel Başkanlık düzeyinde “eş başkanlık” modelini uygulayan tek parti HDP’dir.

Verilen uzun mücadeleler neticesinde eş başkanlık modeli sadece parti genel başkanlığı düzeyinde ilgili yasalarca güvence altına alınmış, ancak partilerin il-ilçe örgütleri ve belediye başkanlıkları düzeyinde ise henüz yasal güvenceye alınmamış, ancak meşru bir örgütlenme biçimidir.

Eş başkanlık, Türkiye’de henüz yasal güvenceye kavuşturulmamış olmasına karşın toplumun siyasette hakça ve doğru temsili noktasında HDP olarak il ve ilçe örgütlerimizde ve belediye başkanlıkları düzeyinde fiilen uyguladığımız başarılı ve ilerici bir temsiliyet modelidir.

Partimiz siyasette kadın temsiliyetini yüzeysel yaklaşımlarla sadece başkanlıklar düzeyinde ele almaz. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının bilmem kaçıncı yılını kutlama şeklinde sembolik, yüzeysel ve samimiyetsiz mizansenlere itibar etmez. Bu konuda gerçekçi ve somut politikalar yürütür. Buna birçok örnek verebiliriz:

TBMM’de grubu bulunan partiler içerisinde kadın milletvekili oranı en yüksek parti HDP’dir. Öyle ki, parlamentoda grubu bulunan diğer tüm partilerin toplam kadın milletvekili oranı yüzde 15 iken, HDP’nin kadın milletvekili oranı yüzde 40‘tır.

Belediye başkanları bakımından tüm Türkiye’de kadın belediye başkanı oranı yüzde 3.5 civarında iken iken, HDP’de kadın belediye başkanı oranı “eş başkanlık modelimiz” neticesinde yüzde 100’e yakındır.

Belediye meclis üyeleri bakımından tüm Türkiye’de kadın belediye meclis üyesi oranı yüzde 3 civarında iken, HDP’li kadın belediye meclis üyesi oranı bunun on katından fazla, yani yüzde 30’dan fazla‘dır.

Eril iktidar zihniyetinin en büyük temsilcilerinden birisi olan AKP-MHP iktidarının belediyelerimizde uyguladığımız eş başkanlık modelini gerek ülke, gerek dünya kamuoyuna kriminal bir vaka olarak propaganda etmesi, görevden uzaklaştırılan belediye eş başkanlarımıza açılan soruşturmalarda bu modelimizin bir “suç” olarak addedilmesi gayrihukukidir, gayrimeşrudur, toplum gerçekliğine kökten aykırıdır.

HDP yerel seçimler sürecinde belediyeleri yönetmeye talip olurken, halktan destek isterken aday belirlemekten aday tanıtımlarına, her türlü seçim materyalimizden seçim kampanyamızın tamamına “eş başkanlık” modelimizi tanıtmış, eş başkanlarımızı tanıtmış ve halkın yüksek desteğini böyle kazanmıştır.

İRADE GASPLARINDA AÇIKÇA SUÇ İŞLENMİŞTİR

Raporun üçüncü bölümünde kayyum atamaya gerekçeler açıklanmış. Belediye eş başkanları hakkındaki soruşturma ve kovuşturmalar gerekçe gösterilmiş. Bildiğimiz kadarıyla bunlar aday olurken de var olan şeyler. Aday olurken engel olunmayan şeyler seçildikten sonra “geçici tedbir” adı altında kayyum atamaya gerekçe yapılmış. Halbuki meclis içinden birisi de seçilebilirdi. Ancak onların da görevden alındığına şahit olduk. Anlaşılan HDP’den seçilen herkes suçlu. Üstelik kayyum atama uluslararası hukuka bile uygunmuş. Bu duruma dair neler söylemek istersiniz? 

Sorunuzu sondan başlayarak yanıtlamam, cevabın daha kısa ve daha anlaşılır olması bakımından gereklidir diye düşünüyorum.

Kayyum atamanın uluslararası hukuka uygun olduğu iddiası komik bile değildir. Türkiye bu konuda başta Venedik Komisyonu olmak üzere, AB’nin ilgili tüm mekanizmalarından uyarılar ve yaptırım ihtarları almıştır, almaya da devam etmektedir. Diğer taraftan Türkiye Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Sözleşmesi’nin imzacısı ve tarafıdır. Mevcut cunta anayasasının 90’ıncı maddesi ise uluslararası hukuk sözleşmelerinin iç hukuk metinlerinin üzerinde olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu kısa bilgilerden özetle dahi açıkça söyleyebiliriz ki, İçişleri Bakanlığı gerek 2016 kayyum atamalarında ve gerekse 31 Mart seçimlerinin üzerinden henüz 6 ay dahi geçmeden 19 Ağustos 2019’da yeniden devreye koyduğu irade gasplarında gerek uluslararası hukuk, gerekse mevcut anayasa bağlamında açıkça suç işlemiştir. Dolayısıyla şimdi bu suçu örtmek, maniple etmek, meşrulaştırmaya çalışmak temelinde yürüttüğü, kara propagandadan başka bir şey değildir. Bunun da hesabı er ya da geç hukuk dairesinde sorulacaktır.

ADAY ADAYINA TAKİPSİZLİK, SEÇİLENE KAYYUM ATANDI

Kayyumlara gerekçe olarak belediye eş başkanlarımız hakkında süren kovuşturmaların bahane gösterilmesi meselesi ise hukuki terimlerle değerlendirmeyi aşan, adeta mide bulandırıcı bir mahiyettedir. Bu konuda küçük bir örnek vermek yeterlidir sanıyorum: Bildiğiniz üzere Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanımız Sayın Adnan Selçuk Mızraklı, hakkında ifade veren bir tanığın beyanları esas alınarak 9 yıl 4 ay cezaya maruz bırakıldı. Tanığın beyanları hukuken ve tıbben mahkemede çürütüldü fakat emir geldiği için hukuk yine Saray’dan yana tecelli etti. Şimdi gelelim işin ilginç olan kısmına. Selçuk Mızraklı hakkında ifade veren kişinin, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanlığı için aday olan başka bir doktor hakkında da seçimlerden 2 ay kadar önce ifade verdiği ortaya çıkıyor. Savcı bu konu hakkında takipsizlik kararı veriyor. Yani olması gerekeni yapıyor aslında. Ama işin ilginç olan kısmı ise şu: Aynı tanık, aynı beyanlar, aynı suçlamalar ve aynı savcı. Fakat iki farklı karar. Neden çünkü biri HDP’den seçilmiş olarak göreve başladı. İşte siyasallaşan yargının ucube kararlarından biri. Böylesi bir yargılama ortamında hukuki güvenlikten kim bahsedebilir.

MAZBATA VERİLMEMESİ HUKUK DEVLETİ İLKESİNE AYKIRI

Bu noktada dikkat çekmek gerekirse YSK tarafından seçilen kişilere mazbata verilmemesi de OHAL kapsamında çıkartılan bir KHK’ye dayandırılıyor. Ancak kaldırılan OHAL’in yasaları uygulanabilir mi? Bu ne kadar demokratik bir durum?

Evet, kayyum atamalarının da, mazbata gasplarının da sözde dayanağı, hukuk devleti ilkesine temelden aykırı olan OHAL kararnameleridir. Bu bağlamda çağdaş dünya terimleriyle açıklanabilecek bir mesele değildir.

Bakınız, 31 Mart seçimleri sürecinde, YSK’nin yayımladığı seçim takvimi ve bu bağlamda yapılacak iş ve işlemler bağlamında, partimiz de, tıpkı diğer partiler gibi aday belirleme ve YSK’ye bildirme süreçlerine harfiyen uymuştur. Ve YSK yaptığı incelemeler  neticesinde adaylıkları kesinleştirmiş ve ilan etmiştir.

Bu doğrultuda partimiz ve adayımız seçim gününe kadar çalışmalarını sürdürmüş ve 31 Mart 2019 Pazar günü yapılan seçimlerde halklarımızın yüksek teveccühüyle birçok yerelde seçimleri kazanmıştır. Ancak resmi seçim sonuçlarına rağmen, 6 belediyede, belediye başkanlığı mazbatası, seçimi kazanan Halkların Demokratik Partisi adaylarına takdim edilmemiş ve söz konusu mazbata, seçmenlerin tercihi neticesinde seçimi kazanamayan/kaybeden, dolayısıyla mazbatayı hiçbir biçimde hak etmeyen AKP adaylarına peşkeş çekilmiştir. 

Bu mazbata gasbı, en basit tanımıyla halkın kendi kendini yönetme biçimi olarak adlandırılan, ders kitaplarında ve okullarda çocuklarımıza da böyle öğretilen cumhuriyet rejiminin asgari ilkesine de aykırıdır. Mazbatanın seçmenlerin tercihi doğrultusunda seçimleri kazanan parti adayı yerine, seçimleri kazanmayan/kaybeden parti adayına verilmesi, seçimlerin neden yapıldığı, seçmenlerin neden oy kullandığı sorularını cevapsız bırakmaktadır.

Mazbatanın seçmenlerin tercihi doğrultusunda seçimleri kazanan parti adayı yerine, seçimleri kazanmayan/kaybeden parti adayına verilmesi, belediye başkanı seçme hakkının/yetkisinin halktan/seçmenden zorla alınarak, mafyatik bir devlet yönetimi zihniyetine verilmesinin ifşasıdır.

KİMLERİN BORÇ BIRAKTIĞI ÇOK AŞİKAR

Raporun 4’üncü bölümünde “Karalama ve çarpıtmaların gerçek yüzü” açıklanmış. Kayyum atanan 47 belediye toplam 6.3 milyar TL ile HDP’den devralınmış. HDP’de 31 Mart yerel seçimlerinde kayyumlardan geri almıştı. Bu borcun HDP döneminde yapıldığına yönelik açıklamalarda bulunulmuş. Yani 4 ile 12 aylık dönem içinde bu borç yapılmış gibi bir algı çıkıyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Pişkinliğin en bariz örneklerinden biri de bu borç mevzusu. 2016 yılında belediyelerimiz gasbedilirken hemen hemen tümü borçsuz olmasının yanı sıra birçoğunun kasasında da milyonlarca lira para vardı. Şimdi böylesi bir durum var iken kimlerin borç bıraktığı aslında çok aşikar. Kayyumların belediyeyi uğrattıkları zarar yaklaşık 7-8 milyar TL (eski parayla 7-8 katrilyon) civarındaydı. Yönetimimiz döneminde bu borçların bir kısmı ödendi. Kalanlar ise kendi atadıkları kayyumların yolsuzluklarından oluşmakta. Keza şimdi bu kayyumlar ile beraber toplam borçlar 10 milyar (katrilyon) civarına ulaşmış durumda. Sadece Mardin Belediyesi son 1 yıllık süre içerisinde 1 milyar civarında yeni borca sokuldu.

Ortada bir hırsızlık ve yolsuzluk durumu olduğundan bunun aklanması için de ekstra bir çaba söz konusu. Bu yüzden bu değerlendirmeler de bu hırsızlığı ve yolsuzluğu aklama girişimidir. Ama biz bu durumu teşhir etmeye devam edeceğiz.

Bugüne kadar kayyumlara yönelik İçişleri Bakanlığı denetim elemanları, Sayıştay denetçileri ya da Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından ihaleler ile alakalı herhangi bir kötüye kullanım iddiası bulunmuyormuş. Gerçekten böyle mi?

Gerçekten öyle bir durum olmuş olsaydı eğer Mardin Büyükşehir Belediyesinde yolsuzluk operasyonları yapılmaz ve 100’e yakın kişi gözaltına alınıp birçoğu tutuklanmazdı. Bu operasyonları da biz gerçekleştirmedik sonuçta. 2017-2018 dönemini denetleyen Sayıştay denetçisi dahi bu dosya kapsamında gözaltına alındı.

Yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle kendi atadıkları birçok kayyumı görevden alıp, onların yerine de yeni kayyumlar atadılar.

Fotoğraf: MA

KADIN KURUMLARINA ERKEK YÖNETİCİLER ATADILAR

Kadın merkezlerinin kapatılması da çarpık bir ideolojinin yansıması olarak ifade ediliyor. Ancak kapatılmadığı belirtilen kadın merkezleri bir elin parmağını geçmeyecek şekilde örneklendirilmiş. Üstüne koşulları iyileştirilen ve yeni yapılan 22 kadın merkezinin faaliyete geçtiği anlatılıyor. Kayyum döneminde kadın merkezlerine müdahalelerle nasıl bir süreç yaşanmıştır?

Kadına yönelik taciz, tecavüz vakalarına hergün bir yenisinin eklendiği ve bu vakaların faillerinin iktidara bağımlı sözüm ona yargı mekanizmasınca cezasız bırakıldığı, aklandığı bir iktidar rejiminin kadına bakışı, kadın mücadelesine, kazanımlarına bakışını yeniden izah etmeye çalışmamız abes olur. Bu iktidar anlayışı, kadını eve hapseden, çocuk doğurmaktan başka bir rol biçmeyen çağ dışı, iptidai bir zihniyetin tezahürüdür. Dolayısıyla sözde raporlarına yazdıkları yalan dolan ifadeleri değerlendirmeye dahi lüzum görmüyorum.

Belediyelere bağlı kadın kurumlarının kadın yöneticilerini görevden alıp, yerlerine erkek yöneticiler atamaları, zihniyetlerini kavramaya yeterli bir kanıttır.

YERELDE TEK ADAMCILIK OYNUYORLAR

Belediye meclislerinin görevini yerine getirmesinin keyfi olarak engellenmesinin yalan olduğu belirtiliyor. Ancak ilgili kanun maddeleriyle durum açıklanarak bunun yapıldığı anlatılıyor. Ne düşünüyorsunuz?

Belediye meclislerinin görevini yerine getirmesinin keyfi olarak engellenmesinin yalan olduğunu” yazan bir rapora rapor değil, olsa olsa paçavra denilebilir. Belediyelerin uygun tabirle yasama ve denetleme organları belediye meclisleridir. Ve bu meclisler sadece bir partinin değil, oy oranlarına göre diğer partilerin de temsil edildiği karar mekanizmalarıdır. Kayyum gasplarının ardından bu meclisler fiilen feshedilmişlerdir.

Dolayısıyla bu meclislerin sadece HDP’li üyelerinin değil, diğer partili üyelerinin de görev ve yetkileri fiilen gasbedilmiştir. Kayyumlar denetimsiz ve tek başlarına kararlar vermekte, adeta yerel tek adamcılık oynamaktadırlar. Rakamlarla ifade etmek gerekirse; gasbedilen 3’ü büyükşehir, 5’i il, 33’ü ilçe, 7’si belde belediyesi olmak üzere toplam 48 belediyemizin meclisleri de feshedilmiştir.

Dolayısıyla bu 48 belediye meclisinin “seçilen” toplam 1139, HDP’li 807 belediye meclis üyesinin görev ve yetkileri fiilen gasbedilmiştir.

Belediye taşınır ve taşınmazlarının başka kurum ve STK’lere tahsis edilmesi “millete hizmet amaçlı” olarak geçici verildiği şeklinde ifade ediliyor. Ayrıca bunların bazılarının ihtiyaç fazlası olduğu ifade ediliyor. Buna da sadece zabıtaya ait atıl durumdaki iki motosikletin emniyete verilmesi örneği veriliyor. Gerçek böyle midir?

Gerçeği aslında zamanında Bülent Arınç, Melih Gökçek’e atfen söylemiştir. Bunlar halka ait olan belediye mülklerini, araç gereçlerini yandaşlarına, rantçılarına, cemaatlerine, cihatistlere parsel parsel peşkeş çekmişlerdir. Birer emir eri olan kayyumların da bu zihniyetten bir farkları yoktur. Ancak bunlar devran dönünce yargı önünde hesap vermekten kurtulamayacaklardır. Bunun sonuna kadar takipçisi olacağız.

TEMEL MESELE KÜRTLERİN İNKARI POLİTİKASI

Yine belediyelerin internet sitesindeki Kürtçe bölümünün kaldırılmasının gerçeği yansıtmadığı belirtildi. Uygunsuz içerikler kaldırılmış. Örnek olarak da Batman Belediyesi verilmiş. Siteye incelediğimizde Kürtçe bölümde Türkçe içerikler mevcut. O da pek iyi kullanılmıyor anlaşılan. Kayyumların Kürtçeye yönelik yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, aslında bir bütün olarak dolambaçlı yollardan izah etmeye çalıştıkları işin özü burada saklıdır. Temel mesele, devletin ve mevcut iktidarın 100 yıldır değişmeyen “Kürtlerin tasfiyesi, inkarı, asimilasyonu” politikasıdır. Bugün kayyum gasbının, bir diğer ifadeyle partimize dönük siyasi soykırımın temelinde yatan ana neden kürt düşmanlığıdır. Kürt’ün iradesini kırma, boyun eğdirme, eşit yurttaşlık mücadelesinden vazgeçirme, demokratik taleplerinden vazgeçirme hedefidir.

Belediye yönetimini gasbeder etmez, belediyelerin çok dilli tabelalarını indiren, yollara yazılan çok dilli “önce yaya” ifadelerini sildiren kirli, çirkin ve insanlık dışı bir anlayışın temsilcilerinin yaptıklarını tek tek anlatmaya gerek görmüyorum. Halkımız bu vahşiliği yerinde, görerek, hissederek yaşıyor ve tepkisini koyuyor.

Elbette bu yol yöntemlerle sadece Kürtlere değil, demokratik talepleri olan ve bunun mücadelesini yürüten tüm toplumsal dinamiklere, Alevilere, kadınlara, emekçilere, hakkını arayan tüm toplumsal kesimlere gözdağı vermek, hak mücadelesinden caydırmak, boyun eğdirmek hedefi güdülmektedir. Ama başaramayacaklar. Bugün partimiz zemininde demokratik taleplerinin mücadelesini yürüten tüm toplumsal dinamikler, Kürtler, Aleviler, kadınlar, emekçiler başta olmak üzere dayanışmayı ve mücadeleyi büyütüyoruz ve faşizm artığı gerici iktidarlardan mutlaka kurtulacağız. Mutlaka kazanacağız.

YAPACAKLARI HİZMET, HALKIN ALANLARINI TERK ETMEK

Raporun son bölümünde ise kayyumların yaptıkları hizmete yer verilmiş. Şöyle genel olarak incelediğimizde, yol, kaldırım, içme suyu deposu, kanalizasyon, çeşitli yerlerin tadilatını, ailelere yardım yapılmış, çiçek dikilmiş, vs. Anlayacağınız vatandaşa hizmet yapılmış gibi görülüyor. Raporun girişine dönecek olursa HDP’li belediyelerin ise bunları yapmadığı tam tersi ürettiği şiddetle halkın kullanım alanlarına zarar verdiği anlatılıyordu.Neler söylemek istersiniz?

İçişleri Bakanlığı kayyum gasplarıyla, seçilmişlerimizi görevden uzaklaştırmak ve hapishanelerde siyasi rehineler olarak tutmak suretiyle, Türkiye’nin de imzacısı olduğu uluslararası hukuk normları dairesinde suç işlemektedir.

İçişleri Bakanlığı, seçme ve seçilme hürriyeti bağlamında da yine uluslararası sözleşmeler ve anayasa bağlamında, halkın kendi kendini yönetme temel ilkesini hiçe saymak suretiyle suç işlemektedir.

Bu suçlarını yine halkın parasını gasbetmek suretiyle yazdırdığı ve bastırdığı sözde raporlarla gizleyemez. Bizler her şeyin farkındayız. Halkımız her şeyin farkındadır. Türkiye’nin imzacısı olduğu sözleşmelere bağlı kalmadığını, uluslararası hukuku çiğnediğini, kendi Anayasa’sını çiğnediğini gören ilgili uluslararası mekanizmalar da her şeyin farkındadır.

Kayyum gaspları hukuki değil, bizatihi kendi dışındakini yok sayan tekçi, merkeziyetçi ceberut, faşizan iktidar anlayışının, halkın iradesini yok etme girişimidir. Halkın kendi kendini yönetebilir potansiyelini yok etmek temel hedefleridir. Demokrasinin kırıntısına dahi imkan bırakmamak temel düsturlarıdır. 

Bu bağlamda gaspçı kayyumların halka yapacakları temel hizmet, halka ait olan o yönetim alanlarını terk etmek ve halktan af dilemektir. Halk kendi kendini yönetebilir düzeyde demokratik bilince sahiptir. Ve ilk fırsatta bu gerici iktidar anlayışını defetmesini de bilecektir.

Evrensel'i Takip Et