Adaletin bu mu futbol?
Spor Yazarı Elif Çongur, futbol ve adalet ilişkisini Evrensel Pazar'a yazdı.
Fotoğraf: Pixabay
Elif ÇONGUR
Memleketimizde bütün futbol ulemasının yatıp kalkıp ağız birliği içinde tekrarladığı tek bir cümle var: “Biz artık futbol konuşmak istiyoruz.” Cümleyi şu şekillerde çoğaltabiliriz: “Sayın seyirciler ne yazık ki yine futbol konuşamayacağımız bir akşamı geride bıraktık.”,“Bu akşam hakemler yine maçın önüne geçti değerli izleyenler.”, “Sahanın dışı yerine yine sahanın içini konuşamıyoruz sevgili seyirciler.” Sonsuza kadar kurabiliriz bu cümlelerden. Kapkara geceler filan.
Bu cümlelerin, tartışmaların, sabahlara kadar konuşmaların tamamı adaletle ilgili. Ben izninizle, meseleyi, futbolun adaleti diyerek, adalet kavramının kendisinden ayırmayacağım. Çünkü adalet her yerde adalettir. Adalet terazinin dengesi şaşarsa her yerde şaşar. Futbolda da mahkeme salonunda da bakkalda da. Hasılı ülkenin en tartışmalı konularından biri olan hukukun üstünlüğü ilkesi, bir yerde yara aldığı vakit hayatın her alanına sirayet eder. Adaletteki en ufak bir sapma toplumsal hayatı altüst eder. İşte bana kalırsa sabah akşam futbolda adalet aramamızın, istisnasız herkesin şikayetçi olmasının, birilerinin sürekli hakkının yenmesinden söz etmesinin sebebi bu. Ülkedeki adalet erozyonu sebebiyle yerinden oynayan toprak kütlesi, başka alanların olduğu gibi futbolun da üstüne yıkılmış durumda. Ee biz neysek futbolumuz da o çünkü.
İlk kitabıma adını veren “Senin Adamın Gol Diyo” isimli yazımda şöyle demişim: “Adaletin, eninde sonunda, bir tür uzlaşıyla tecelli ettiği mahalle maçlarının, yazılı olmayan ama tıkır tıkır işleyen kuralları vardır. Üç korner bir penaltı eder mesela. Çoğunlukla beşte devre olur, onda biter. 9-9 olan maç 11’e uzar. Arabanın altına kaçan topu alan oyuna başlar. Maça ara vermemek için, gerekirse ekmek arası karnabahar bile yenir. Topu patlatan parasını verir. Maç sırasında uçak geçerse oyun muhakkak durur, uçağa bakılır. Kaleci orta sahayı geçemez. Serbest vuruş kullanılacaksa, top yere konur, üç adım açılınır. Top kiminse forvet odur. Kaleden kaleye gol olmaz. Bire iki girilmez, ayıptır. Patlak top kesilir ve illa ki kafaya takılır. Abanmak yoktur, teknik vurmak makbuldür. Beşlikten atılan gol, iki sayılır gibi. (…) Ama mahalle maçlarının en şahane repliği ‘Senin adamın gol diyo!’dur. Bu replik, tartışmalı gol meselesinin uzadığı zamanlarda, golü yiyen takımın oyuncusu sayesinde söylenir. O kalender oyuncu, ‘Taam, taam gol!’ dediğinde, karşı taraf haklı bir gururla ‘Senin adamın gol diyor!’ der. Gol sayılır, karar herkesin içine siner, şanı o cümleyi kurduranındır. Terazinin şaştığı yerde, adaleti tesis eden o adam olmak, bazen attığın golden çok atmadığın golü kıymetli kılar. O kalenderlik seni efsane yapar.”
Futbol her oyun gibi kuralları olan bir oyun. Ama oyunun oyunsuluğu endüstriyel futbola kurban edildiğinden keskin bir adalet anlayışı hepten önemli oluyor. Kazanmak para demek çünkü. İşte oradan buradan her türlü açıdan çekim yapan kameralar, durup durup bir daha bir daha oynatıp yeniden izlemeler filan hep bundan. Kuralların işletilip işletilmediğini anlama telaşı hep bundan.
Yetmiyor VAR gibi bir teknoloji devreye giriyor ama yine kavga bitmiyor. Çünkü nihayetinde iş dönüyor dolaşıyor endüstriyel futbolun adaleti zorladığı noktaya geliyor. Para hata payı kabul etmiyor. Masumiyet karinesi hiçe sayılıyor. Hakemler baştan suçlu olarak çıkıyorlar maçlara. Suçlu ve baskı altında. Ondan sonra da hep aynı laflar havada uçuşuyor, “Hakem eyyam yapıyor”, “Gördüğünü çalmıyor”, “Hakemin kötü niyetli olduğunu düşünüyoruz”.
Terazinin şirazesi kaymış. Adalet, hayatın her alanında sorgulanıyorken futbolda bütün bunları yaşıyor olmamıza zerre şaşırmamak lazım. Ee biz neysek futbolumuz da o çünkü.