03 Mart 2021 03:00

Kadrolaşma hem bugünümüzü hem geleceğimizi karartıyor

“Bu ülkede önemli olan asla sınavlardaki ve mülakatlardaki başarıların olmuyor, bu ülkede asıl prim yapan şey tanıdığın yüksek mevkideki insanlar.”

Paylaş

Baran ÖZ

Dokuz Eylül Üniversitesi

 

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi öğrencileriyle İKÇÜ’de rektör, rektör yardımcısı, dekan ve öğretim görevlileri arasından tespit edilebilen 27 kişi arasında akrabalık bağı bulunduğunun ortaya çıkmasını değerlendirdik.

Üniversitede akraba ilişkileri çerçevesinde yaşanan kadrolaşmanın üniversitenin demokratik, özgür ve bilimsel karakterini nasıl bozduğunu sorduğumuzda Diş Hekimliği Fakültesinden Tuana bunun bir hukuksuzluk olduğunu söylüyor: “Torpil anlayışı ülkedeki iş arayanlara, o işleri hak edenlere karşı büyük bir adaletsizliktir. Üniversite gibi değerli bir yerde, gençleri nitelikli insanlara değil de tanıdıkları vasıtasıyla mevkilerine gelen insanların eline bırakmak kabul edilemez bir şey. Demokrasiden oldukça uzak, büyük bir haksızlık.”

TORPİL SİSTEMİ EĞİTİMİN NİTELİĞİNİ DÜŞÜRÜYOR

Bu haksızlık dalgasının okullarında son zamanlarda gündem olduğunu belirten Turizm İşletmecilik Fakültesinden Melisa, bu uygulamaların üniversitelerin niteliğini düşürdüğünü düşünüyor: “Bu torpil sisteminden ötürü akademik olarak kendini geliştirmiş olan insanlar işsiz kalıyor ve beyin göçü yapmak zorunda kalıyor. Yani eş dost akraba atamalarının yapılması üniversitenin kalitesini düşürüyor ve üniversite vermesi gereken bilimsel bilgi birikimini veremiyor.”

Sadece üniversitelerde değil bütün kurumlarda bu adaletsizliğin yaşandığını düşünen Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencisi Berfin ise, “Bu bizim hayata ne kadar geriden başladığımızı gösteriyor. Bununla savaştığımız, yaptıkları haksızlıklara karşı geldiğimiz zaman geleceğimizin daha çok kararması mümkün. Akademisyen olmak hepimizin isteyebileceği bir şey. Ama torpiliniz yoksa çok zor” diyerek bu durumun motivasyonunu düşürdüğünü ve inancını kırdığını söylerken bir şeylerin değişmesi gerektiğini de belirtiyor.

Öte yandan üniversitelerde atamaların tartışıldığı bir dönemde olduğumuzu görüyoruz, Boğaziçi eylemlerine de destekler artarken bu atamalara, uygulamalara bakışlarını soruyoruz arkadaşlarımıza. Atamalarla yapılmak istenen ne, amaçlanan ne? Tuana iktidarın gençleri kendi istedikleri şekle yontmaya çalıştığını düşünüyor: “Onların kurallarıyla, onların yöntemleriyle büyüyecek, onlara karşı gelmeyecek bir gençlik yetiştirmek amaçlanıyor. Üniversite gerçekten önemli bir kurum, insanın kendisini yetiştirdiği yer, karakterini oturttuğu yer. Böyle bir kurumda özgürlükleri kısıtlamak, gençlerin isteklerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelip kendi doğrularını dayatmak istiyorlar. Yapamayacaklar, yapmalarına izin vermeyeceğiz.” Melisa Boğaziçi kayyumuna karşı tepki gösterdikten sonra yeni kayyumların atanmasını “Biz öğrencilere karşı aldıkları kindar tutum ülkemizin sistemi hakkında bizleri kaygılandırıyor” şeklinde değerlendiriyor.

Geleceğini akademide gören bir genç için bu durumun büyük bir kaygı yarattığını ve motivasyonunu düşürdüğünü görüyoruz. Tuana gençlerin inanılmaz bir yükle, stresle, kaygıyla yaşamasını “Bunun en büyük sebebi, kendimizi ne kadar geliştirirsek geliştirelim asla hak ettiğimiz değeri göremeyeceğimizi bilmek. Çünkü bu ülkede önemli olan asla sınavlardaki ve mülakatlardaki başarıların olmuyor, bu ülkede asıl prim yapan şey tanıdığın yüksek mevkideki insanlar. Böyle bir durumla karşı karşıya olan gençlerin her daim işsiz kalacağım düşüncesiyle boğuşması, ne yapacağını bilememesi kaçınılmaz bir durum. Ne kadar çalışsan da karşılığını alamayacağın düşüncesi doğal olarak ne motivasyon bırakıyor ne istek. Türkiye’nin gerçekleri korkunç’’ şeklinde açıklıyor.

Berfin ise rektörlerinin zaten atanmış rektör olduğunu söyleyerek bu durumun en başından beri kabul edilmemesi gerektiğini söylüyor. “Birçok üniversite de şu an bu durumla karşı karşıya ne yazık ki. Rektörler, dekanlar ya da öğretim üyeleri eğitim durumlarına göre değil AKP iktidarında bulundukları konumlarına göre atanıyorlar. Bu durum da hem eğitimdeki bilimselliğin önüne geçiyor hem de demokratik yollarla yapılmayan seçimler doğrultusunda gelecek kaygısı oluşturuyor hepimizde” diyerek sözlerini noktalıyor Berfin.

“HER DAİM ÖZGÜRLÜĞÜ, DEMOKRASİYİ, ADALETİ SAVUNACAĞIZ”

Üniversitelerde siyasi kadrolar, eş-dost ve akraba ilişkileri ve çıkar grupları çerçevesinde kadrolaşma yaşanmasına karşı öğrenciler demokratik ve bilimsel üniversite mücadelesini kendi üretebildikleri alanlar ölçüsünde veriyor. Öğrencilerin Boğaziçi’ndeki mücadelesini inanılmaz bir cesaret, umut örneği olarak değerlendiren Tuana “Ne yaparlarsa yapsınlar asla susmayacağımızın, sinmeyeceğimizin büyük bir kanıtı” diyor. “Her daim özgürlüğü, demokrasiyi, adaleti savunacağız. Elde edene kadar da pes etmeyeceğiz. Bu mücadeleyi geliştirmenin en iyi yollarından biriyse bilinci arttırmak. Herkes olabildiğince çevresine bu bilinci aşılamalı. Korkuyu yenmeliyiz. Onların kuklası olmamalıyız. Sokaklardayız, sesimiz her yerde yankılanıyor. Bir bir artacağız ve bir gün haklarımıza ulaşacağız. Korkmak, sinmek bizim lügatımızda yok!”

ÖNCEKİ HABER

TÜÖBİK ve kadın üniversiteleri

SONRAKİ HABER

İş yoğunluğu artınca baskılar artıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa