Akademisyen Cuma Çiçek: Kürt meselesinin araçsalcı akıldan çıkması gerekiyor
Diyarbakır'a ve bölgeye kaybettiren politikayı Akademisyen Cuma Çiçek ile konuştuk.
Cuma Çiçek | Fotoğraf: Evrensel
İnanç YILDIZ
Diyarbakır
Kürt coğrafyasına kaybettiren politikayı Evrensel’e anlatan Akademisyen Cuma Çiçek, Bölge illerinin geri kalmışlığının devletin araştırmalarında da olduğunu belirterek, çözüm için Kürt meselesinde araçsalcı akıldan çıkılması gerektiğini söyledi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kayyumu, Vali Münir Karaloğlu, geçtiğimiz haftalarda konuk olduğu TRT Kurdi’de, “Diyarbakır son 40 yılını kaybetti. Bu kentin son 40 yılını çaldılar. Terör ve terör destekçileri maddi ve manevi olarak bu kente çok şey kaybettirdiler” dedi. Daha sonrasında ise Surların restorasyonu ve Ben û Sen Mahallesi’ndeki yıkımla ilgili yaptığı açıklamasında “Şehirde bugüne kadar taş taş üstüne koymamış, sadece kötülükten ve kötü işlerden anlayan, fitne, dedikodu ve iftira yapan, bozgunculuk çıkaran bir grup var maalesef. Bu şehir sizin yüzünüzden çok zaman kaybetti. Artık bu şehrin kaybedecek zamanı yok. Kaybettiği zamanı geri alabilmesi için de koşması gerekir. Vatandaşlarla kurduğumuz gönül birliğiyle koşmaya devam ediyoruz” dedi.
Kente ve bölgeye kaydettiren politikayı Akademisyen Cuma Çiçek ile konuştuk.
YOKSULLUK ÇATIŞMALAR YOKKEN DE VARDI
Devletin ’80’lerden bu yana bölgedeki sosyoekonomik yoksulluğu ve yoksunluğunu çatışmalara bağladığını belirten Çiçek, “Ama bu hikaye doğru bir hikaye değil. Bu bölgenin yoksulluk meselesi 1930’lardan bu yana tartışılan bir mesele. 1932’de birinci beş yıllık sanayi planı vardı. O dönem CHP’nin tartışmalarına baktığımız zaman ana argüman şuydu: Türkiye’de şehir diyebileceğimiz İstanbul ve İzmir var. Bunun dışında kalan Türkiye’nin büyük çoğunluğu büyük orada kırsal nitelik taşıyan ve ekonomik olarak gelişmemiş bölgelerdi. 5 yıllık sanayi planında İstanbul ve İzmir merkezli gelişmeyi yaymak için bir plan yapıldı. 20’den fazla şehir seçilip buralarda kamunun önceliğinde sosyoekonomik bir altyapının planlaması yapıldı. Ama bu seçilen şehirlere baktığınızda Trabzon’dan Mersin’e bir çizgi çekin, buranın batısında kalan şehirler olduğunu görürsünüz. Ve gerçekten 1950’ye geldiğimizde batı ile doğu arasında ciddi bir farkın olduğunu görürsünüz. Bu tartışma çatışmalar yokken de vardı” dedi.
80 ÖNCESİNDE TABLO FARKLI DEĞİL
Türkiye’nin 1960’lı yıllarda planlı kalkınma dönemine girdiğini söyleyen Çiçek, “5 yıllık ulusal kalkınma planları hazırlandı. Birinci plan 1963’dü, ikincisi, 1967’ydi, üçüncü plan 1973’dü. Bu planlara bakarsanız, tamamında bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının ele alındığını ve Kürt bölgesinin en yoksul bölge olduğunu ve soruna dair bir çözüm söyleminin olduğunu görürsünüz. Örneğin 1960’larda hazırlanan kalkınma planlarında seçilen en fazla kalkınmaya ihtiyacı olan 22 il bugün üç aşağı beş yukarı en son 2012’deki altı bölgeli teşvik sisteminde belirlenen en yoksul altıncı bölge ile birebir aynı. Dolayısıyla bu bölgenin yoksulluğu ’80’lerde başlamadı. Bunu 1930’lara 50’lilere kadar götürebilirsiniz. Devletin kendi araştırmaları, raporları var bu konuda. 5 yıllık kalkınma planlarının tamamında bölgesel eşitsizliği görebilirsiniz. Yine, 1960’larda Kürt muhalefetinin doğu mitinglerinde ana söylemi kalkınmadır; ‘Batıya okul, doğuya karakol’ gibi söylemlerin ön planda olduğunu görürsünüz.
EN YOKSUL 20 İL KÜRT COĞRAFYASINDA
İşin ikinci boyutu ise şu: ‘Mesele fedodalitedir, aşiretlerdir, geri kalmışlıktır’ diyen devlet, tuhaf şekilde buna dair adım da atmıyor. Bölgeler arası gelişmişlik farkının 1960’lı yıllardan bu yana arttığını görüyoruz. Madem öyle; temel mesele bir feodalite, geri kalmışlık o zaman bunun aşılması için bir sosyoekonomik kalkınma planının olması lazım. Baktığımızda uygulamada bu da yok. Aksine uygulamada bu geri kalmışlığı koruyan Kürt coğrafyası ile batı arasındaki farkı sürekli arttıran bir politika var. Tek bir örnek vereyim 2003’te Diyarbakır 81 il içerisinde 63’üncü sıradaydı. Son yapılan endekslerde 67’ye geriledi. Devletin düzenli olarak yaptığı bir araştırma var: İllerin ve bölgelerin sosyoekonomik gelişmişlik sıralaması araştırması. Bunu hem ilçe hem il bazında yapıyor devlet. En son araştırma 2017’de yapıldı. O raporda bile en geride kalmış 20 il Kürt coğrafyasında. Devletin ciddi bir atılım yapıp kalkınmaya yatırım yapmasını, eğitime, sağlığa, ulaşıma, iletişime bu sektörlerde devasa yatırımlar yapmasını beklersiniz ama bu da yok. Büyük oranda özel sektörün teşvikiyle bu işi yapmaya çalışıyorlar. Bu teşviklerin büyük oranda batıya aktığını, bölgenin bundan ciddi bir pay almadığını, alınan payın yatırım ve kalkınmaya katkısı olmayan işlere gittiğini görürsünüz. Bu devletin kendi rakamlarında teyit ettiği ögeler. Devletin bütün araştırmaları Kürt bölgesiyle ülkenin geri kalanı arasındaki sosyoekonomik farkın her geçen gün arttığını gösteriyor. Dolayısıyla bu tür söylemler gerçeği pek yansıtmıyor” diye konuştu.
BÖLGE KAYNAK BÖLÜŞÜMÜNDEN PAYINI ALAMIYOR
Bir zaman çalma durumu varsa bunun sorumluluğunun esas olarak devletin kendisinde olduğunu ifade eden Çiçek, “Bahsettiğim politikalarla devlet zaten işin kimlik boyutunu bu güne kadar göz ardı etti. AKP döneminde reformlar yapıldı ama bu reformlarda Kürt dili ve kültürü büyük oranda folklorik bir zenginlik olarak ele alındı. Yoksa Kürtlerin kimliklerini, dillerini koruyabilecekleri, çocuklarına aktarabilecekleri bir çerçeve sunmadılar zaten. Ekonomik olarak bütün bu söylemlere rağmen hâlâ bölgede dikkate değer bir yatırımın olduğunu söylemek zor. Şu anki durumu 1980’lerle kıyaslayabiliriz. Elbette ki Diyarbakır 1980’lerden çok daha iyi bir yerde ama mesele şu; Türkiye’de kaynak bölüşümüne baktığımızda, Kürt coğrafyası hâlâ en azından nüfusuna oranla payını alabilmiş değil. Kaynak yönetimi ve kaynak paylaşımına baktığımızda burada devasa bir eşitsizliğin olduğu çok açık ve bu tamamen devletin ve siyaset kurumunun sorumluluğunda olan bir mesele. Şunu elbette göz ardı etmiyorum. Bölgedeki çatışmalar ekonomiyi daha kötü hale getirdi. Bu göz ardı edilecek bir durum değil. Bir yerde çatışma olduğunda sermaye de orayı terk eder, nitelikli iş gücü de bölgeyi terk eder. Bunları Kürtler yaşadılar. Ama mesele bundan ibaret değil, 1932’lere kadar uzanan bir hikaye. Bölge’nin sosyoekonomik geri bırakılmışlığını AKP’nin bölge vekilleri de teyit ediyorlar” dedi.
KAYYUM DÖNEMİNDE DİKKATE DEĞER BİR SOSYOEKONOMİK GELİŞME YAŞANMADI
Devletin bütün kalkınma söylemine rağmen sahada kalkınmaya dair dikkate değer hiçbir çaba içerisinde girmediğini dile getiren Çiçek, “Örneğin kayyumlar 4 yıldır yönetimdeler, 4 yıl az bir zaman değil. Ama 4 yılda Diyarbakır nereden nereye geldi? Belki de kayyuma bunu sormak lazım. 4 yıldır bütün bölgeyi kayyumlar yönetiyor. 4 yıldır bölgede ekonomik anlamda sosyal anlamda nasıl bir gelişme elde edildi. Ortada dikkate değer bir gelişme yok. Bu anlamda söz konusu söylemleri siyasi saiklerle söylenmiş sözler olarak değerlendirmek gerkiyor. Zira, realite bu söyleme çok cevap vermiyor. Bu realitesi olan bir söylem değil” diye konuştu.
TÜRK SİYASETİNİN KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜNE DAİR PLANI YOK
Kürt meselesinin Türkiye’de bir araç olarak kullanıldığına dikkat çeken Çiçek, “Kürt meselesi, Türkiye’de siyasal alanda otoriter rejim inşasında kullanışlı bir araç. Neredeyse hakim Türk siyasetinin tamamına bu araçsalçı yaklaşım hakim. Burada sadece AKP’den bahsetmiyorum. Buna MHP, CHP, İyi Partiyi de katabilirsiniz. Ankara’daki merkez partilerinin tamamı, Kürt meselesini araçsallaştırıyorlar. İktidarı korumak ya da elde etmek için partilerin kullandığı bir mesele. Bunu niye söylüyorum. En az 100 yıllık bir meseleden bahsediyoruz. Bu gün AKP, CHP, MHP, İyi Partinin sistematik ve kapsamlı bir çözüm projesi hâlâ yok. Bu kadar önemli soruna dair partilerin bir çözümü olmaz mı? Bu gün ana dil gibi önemli bir meselede bile söz konusu partilerin bir çözüm planının olmadığı görülüyor. Kürt meselesi iktidar kavgasında araçsallaştırılan bir mesele. Bazen barış süreçleriyle araçsallaştırılıyor bazen de mesele bir terör ve güvenlik sorunu olarak kodlanıp şiddet siyasetiyle araçsallaştırılıyor” dedi.
BÖLGELER ARASINDA CİDDİ BİR EŞİTSİZLİK VAR
Ekonomik alanda da Kürt meselesinin çok uygun bir araç olduğunu belirten Çiçek, “O da şu; kapitalizm son kertede eşitsiz mekansal gelişime dayanır. Bu eşitsizlik ülkeler arasında olur, her ülkede bölgeler arasında olur. Her bölgede şehirler arasında olur. Bugün Türkiye’nin ana merkezleri İzmir ve İstanbul illeri ile Ege ve Marmara Bölgeleri. Sadece İstanbul, nüfusun 5’te birini ve paranın 3’te birini kendisine çekmiş durumda. Ege ve Marmara Bölgesi ile diğer bölgeler arasında ciddi bir eşitsizlik var. Kürt bölgesi en çeperde olan bölge. İstanbul’un kimi semtlerinin şehir merkezi olduğunu, kamu hizmetinden çok daha iyi paylar aldığını, kalan merkezlerinin ise çok daha geride olduğunu görebilirsiniz. Bu Diyarbakır için de geçerli, Eskişehir, Ankara için de geçerli. Bu eşitsiz gelişim dinsel, etnik, toplumsal cinsiyet farkları üzerinden işler. Bu farklar bu eşitsizliği kurmayı kolaylaştırır” dedi.
ZORUNLU GÖÇ NEOLİBERAL DÖNÜŞÜM İÇİN KULLANILDI
Kürt meselesinde zorunlu göçün Türkiye’deki neoliberal dönüşümün aracı olarak kullanıldığını dile getiren Çiçek, “Neoliberalliğin getirilmiş olduğu güvencesiz, esnek çalışma sistemine zorunlu göç mağdurları iş gücü olarak dahil oldular İstanbul, İzmir’de, Mersin’de. Dolayısıyla bu bahsettiğim eşitsiz gelişimde genelde çeperden merkeze doğru bir kaynak transferi olur. Merkezin gelişmişliği, çeperin geri kalmışlığı ile tam bu kaynak transferi sayesinde mümkün olur. Çoğu durumda bu etnik, dinsel ya da toplumsal cinsiyet temelli farklar bu kaynak transferini kolaylaştırır. Kürt meselesi de bu güne kadar Türkiye’deki bu eşitsiz gelişimi kolaylaştıran bir mesele olarak işlev gördü. Yani siyasette bir otoriterlik kaynağı, ekonomik alanda ise bir eşitsizlik kaynağı olarak işlev gördü. Bu negatif işlev ne yazık ki devam ediyor. Kürt meselesine dair bir ufuk görmemiz için araçsalcı akıl devam edecekse, en azından bu aklın barış ve adil kaynak bölüşümü lehine olması lazım. Ama esas olarak, kalıcı ve kapsayıcı çözüm için Kürt meselesinde bu araçsalcı akıldan çıkılması gerekiyor. Ama mevcut durumda ana akım Türk siyasetinde böylesi bir yaklaşım bulunmuyor ne yazık ki. Bu durum hem hükümet ve ortakları hem de şu anki muhalefet için geçerli” dedi.