Liranın değer kaybetmesi bize zam olarak yansıyor
"Hızlıca yükselen döviz kurlarından zengin olan ve parasına para katan kesimi saymazsak halk yine aç, yine ay sonunu nasıl getireceğim derdinde.”
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Banu BİNİCİ
İstanbul
Yazıya başlarken Ferhan Şensoy’un bir sözü ile giriş yapmak istiyorum. “Her gün ulan bugün acaba ne olacak diye kalkıyoruz; bu kadar da olmaz ki canım deyip yatıyoruz.”
Her yeni güne ne ile ve nasıl uyanacağımızı bilmeden başlıyoruz. Günler birbirini kovalarken ülke gündemi de ardı sıra birbirini kovalayıp duruyor. Hangisine şaşıracağımızı, hangisine kızacağımızı bilemiyoruz. Tam bir gündemi tartışırken kendimizi başka gündemi tartışırken buluyoruz ve kafamızın içi karman çorman bir şekilde günü tamamlamaya çalışıyoruz. Ama şunu biliyoruz ki biz halkın gerçek gündeminin üstünü örtmek adına köpük gündemlerle zamanı oyalama çabaları gözümüzden kaçmıyor. Bizim gündemimiz ekonomi, bizim gerçek gündemimiz işsizlik, yoksulluk, açlık, katlanarak gelen faturalar, ardı arkası kesilmeyen zamlar ve niceleri…
En son takip ettiğim gündem yine ve yeniden Merkez Bankası başkanının 4.5 ay sonra değişmesi ve sonrasında doların 8,40’lara dayanması oldu. İktisatçıların tersine “Faiz neden, enflasyon sonuçtur” ısrarından vazgeçmeyen Cumhurbaşkanının, Merkez Bankasının faizlerinin artırmasının ardından tekrar başkanı değiştirmesi gündemi yine sarstı, gündemi sarsarken biz ev emekçilerinin de yaşamını altüst etti. Doların hızlıca artması, dolar bazında alış-satış gerçekleştiren üreticiyi vururken patronlar yaşadığı her zarar ve dalgalanmada hıncını çalışanlar üzerinden çıkardı ve çıkarmaya da devam ediyor.
Tabii hızlıca yükselen döviz kurlarından zengin olan ve parasına para katan kesimi saymazsak halk yine aç, yine ay sonunu nasıl getireceğim derdinde. Tüm bu yaşanılanlar soframızın içinden yiyeceğimiz aşın eksilmesine sebep oluyor. Markete gittiğimizde kasada para öderken “Ben ne aldım ki şimdi” deyip şaşkınlık içinde market manav gibi yerlerden sinir ve kızgınlıkla çıkıyoruz. Doların her yükselmesi bize zam olarak yansıyor. Örneğin elektriği aynı şekilde kullanıyoruz ama her ay daha fazla fatura ödüyoruz. Hiç TV izlemeyen ya da ekonominin ‘e’sini bile bilmeyen bir ev emekçisi yasam standardının düştüğünü, ay sonunu zor getirdiğini, çocuklarının isteklerini yeterli şekilde karşılamadığını anladığında ülkede iyi şeyler olmadığını hisseder. Ekonominin kötü olduğunu anlamak için ne ekonomistlere ne de piyasa uzmanlarına ihtiyaç var. Sadece halkın yaşam şartlarına bakmak kafi.
4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 8 bin 856 TL’ye yükseldiği bu zamanda asgari ücret alan bir insanın, ayı ne zorluk ve sıkıntılar yaşayarak geçirdiğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Yaşam standartlarımız günden güne düşüyor ve nefes almakta zorlanıyoruz.
Dolar her yükseldiğinde yönetenler sorunu kendilerinde aramak yerine her defasında suçu “dış mihraklara” atmaktansa aynayı biraz kendilerine çevirseler, bu yaşananlarda kimlerin sorumlu olduğunu çok iyi anlayacaklardır.
Ev emekçisi kadınlar olarak bize düşen görev, yerimizde ya da bilgisayar TV önünde sinirlenmektense bizim gibi karşı duruş sergileyen insanlarla örgütlü mücadele vererek bir araya gelmek ve sesimize ses, çığlığımıza çığlık katmak… Bir arada olmak!
Yaşasın örgütlü mücadelemiz!