“Y”
Maddenin korunumu yasasına göre; hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz. Bu bir “Y” harfi olsa bile…
Görsel: Pixabay
Yunan alfabesinin 20. harfi olan upsilon milattan sonra I. yüzyılda Romalılar tarafından ödünç alınmış ve “Y” harfi olarak Latin alfabesine eklenmiştir. Eklenmiştir eklenmesine ama “Y” harfinin kabul görmesi o kadar kolay olmamıştır. İtile kakıla alfabenin sonuna kadar sürüklenmiş yana açılmış kolları ile sıkı sıkı tutunmasa alfabenin dışına bile düşebilirmiş.
Evet “Y” harfi Latin alfabesinde sondan bir önceki harf olarak tutunmayı başarmıştır. Her ne kadar yazılışı aynı olsa da farklı dillerde farklı okunuşları vardır. Türkçede yazıldığı gibi; Latin dillerinde ise i”den j’ye, a’dan ı’ya çeşit çeşittir.
“Y” harfi Türkçede varlığı ile iz bıraktığı kadar yokluğu ile de iz bırakmıştır. “Y” harfinin yokluğu ile iz bırakmasının hikayesi Cemal Süreyya Seber’in 1956 yılında yayınlanan “Elma” şiirinin son dizesi ile başlar. “Adımın bir harfini atıyorum” dizesini yazdıktan sonra ikinci ismi olan Süreyya’da yer alan iki y harfinden birini atar ve yaşamına Cemal Süreya Seber olarak devam eder.
Atılan sadece “Y” harfidir ama hikayesi çeşit çeşittir. Bir tevatüre göre “Süreyya”nın “Süreya”ya dönüşmesi, yakın arkadaşı yazar Muzaffer Buyrukçu ile Gazeteciler Cemiyeti’ndeki geleneksel tavla oyunlarının birindeki bir iddiaya dayanır. Tavla oyununu kaybeden Cemal Süreyya, isminden “Y” harfini atar.
Diğer tevatürün, adı kendinde saklı kalan, Üvercinka’ya dayandığı iddia edilir. Cemal Süreyya hafızasına çok güvendiğinden telefon numaralarını kaydetmezmiş. Üvercinka'yla bir telefon numarasını hatırlama üzerine girdiği iddiayı kaybetmesi üzerine ismindeki “Y” harfinden vazgeçmiş.
Ben en çok üçüncü tevatüre tutuldum. Cemal Süreyya ve Sezai Karakoç 1950-1954 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden sınıf arkadaşıdırlar. Sınıflarında Muazzez Akkaya isminde bir de kız vardır. İddiaya göre ikisi de bu kızı gizliden gizliye sever. Hatta Muazzez'e yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlar. Sonra bu aşk, zamanla kızışır ve Cemal Süreyya ile Sezai Karakoç arasında bir rekabete, aşkına karşılık bulamayanın bedel ödeyeceği bir iddiaya dönüşür. Bedelin izinin ömür boyu sürmesinde karar kılarlar.
Karar verilir aşkına karşılık bulamayan adını değiştirecektir. Cemal Süreyya kazanırsa Sezai Karakoç'un soyadı “Karkoç”, Sezai Karakoç kazanırsa, Cemal Süreyya'nın adı “Süreya” olacaktır. Bu tevatüre göre Cemal Süreyya’nın aşkına karşılık bulamadığı düşünülebilir.
Hatta bir başka tevatüre göre Sezai Karakoç Muazzez Akkaya âşık olur, ama aşkını anlatamaz. Akkaya bir taraftan nişanlıdır bir taraftan da Karakoç’un duygularının farkındadır ama emin değildir. En yakın arkadaşı Sezai Karakoç'un şiire olan merakını biliyordur ve bir okul gecesine katılması için ısrar eder. O da kıramaz ve katılır. Gecenin sonuna Sezai Karakoç sahneye davet edilir. Sıkıla sıkıla çıkar Karakoç ve Mona Roza şiirini okumaya başlar. Mona Roza dörtlüklerden oluşan 14 kıtadan oluşur. Her kıtanın ilk harfini alıp yanyana dizdiğinizde ortaya çıkan “Muazzez Akkayam” şiirin kime yazıldığı anlaşılır. Muazzez Akkaya emindir artık emin olamadıklarından. Bakışırlar bir süre, sonra Karakoç daha fazla dayanamaz ve koşarak sahneyi terk eder. Kız arkasından koşar ve yetişir Karakoç'a. Nişan yüzüğünü göstererek; "Bir tek sözüne bakar, çıkarıp atarım" der. Sezai Karakoç da yanıt olarak "Artık senin aşkın benimkine yetişemez" der. Tevatür bu ya; o gece Muazzez Akkaya intihar eder. Sezai Karakoç ise hiç evlenmemiştir."
Aradan yıllar geçer Muazzez Akkaya’nın yaşadığını Ahmet Hakan’ın Hürriyet gazetesinde 12 Kasım 2006 tarihinde yazdığı “Muazzez Akkaya’yı Buldum” başlıklı yazısı ile öğreniriz. Ardından Geyveli şair Fahri Ersavaş ve geyve.com yazarı Şeref Elma’nın 07 Aralık 2011 tarihinde gerçekleştirdikleri “Adına şiirler yazılan Geyveli: Muazzez Akkaya” röportajı tevatüre ışık tutar.
Bu röportajda Muazzez Akkaya hem Cemal Süreyya’nın hem de Sezai Karakoç’un kendisine ilgisinin farkında olduğunu belirtir. Ne zaman sınıfa girse Cemal Süreyya’nın tahtaya şiirler yazdığını ve tahtaya yazılan yazı ile cebine gizlice bırakılmış olan isimsiz şiirlerdeki yazının aynı olduğunu anlatır.
Sezai Karakoç’un da kendisine şiirler, yazılar ve kitaplar verdiğinden bahseder. Şiir gününde Sezai Karakoç’un çıkıp bir şiir okuduğundan da bahseder. Ama ne Karakoç salonu terk etmiştir ne de kendisi peşinden koşmuştur. Hatta okuduğu “Mona Roza” şiirini bile hatırlamaz. Kısaca elektrik alamadım der.
Oysa Sezai Karakoç Muazzez Akkaya’nın ne okulda iken masa tenisi şampiyonu olduğunu ne de gözlerinin güzelliğini unutmuştur. Sezai Karakoç’un “Ping-pong Masası” akrostiş şiir olmasa da kime yazıldığını anlamak zor değildir. “…Ha Sezai ha ping-pong masası/Ha ping-pong masası ha boş tüfek/Bir el işareti ve eyvallah tak tak/Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi/Ne kadar güzel ne kadar sıcak/Tak tak tak tak tak tak tak”
Evet Sezai Karakoç aşkına karşılık bulamamıştır. Tevatürde bahsedildiği gibi soyadından “a” harfini de çıkarmamıştır. Ancak gönlünü çıkarıp “Mona Roza”ya koymuştur. Evet Cemal Süreyya’da aşkına karşılık bulamamıştır. Tevatürde bahsedildiği gibi ismindeki “Y” harfini 1956 yılında çıkarıp atmış ve 9 Ocak 1990 günü ölene kadar da Cemal Süreya olarak yaşamını sürdürmüştür.
Gelelim "Y" harfinin akıbetine. Cemal Süreya'nın ölümünden sonra, isminden attığı "Y" harfini 1991 yılında 19 yaşındayken Süreyya Evren sahiplenmiştir. Öykü ve roman yazarı Süreyya Evren o tarihten itibaren Süreyyya Evren ismini kullanmaktadır.
Maddenin korunumu yasasına göre; hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz. Bu bir “Y” harfi olsa bile…
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20