17 Ağustos 2021 00:06

Fabrikalardaki ‘babalar’ ve karşısında işçilerin birliği

“Biz emeğimizi satarak geçinirken patronlar ürettiklerimize el koyarak büyümeye devam ediyorlar. Fazla mesai, o da yetmedi ikinci iş yapmak zorunda kalıyoruz."

Fotoğraf: Cristopher Burns/Unsplash

Reklam

Kemal KESKİN
İzmir

Ege Genç İş Adamları Derneği (EGİAD) 30 Kasım 2018 tarihli sunumunda CMS’ye yer vermiş. Yönetim Kurulu Başkanı Bertuğ Ösen CMS’yi anlatıyor. Pınarbaşı’ndan başlayıp Çiğli’ye, oradan Gaziemir’e nihayetinde Çiğli-2 fabrikasına kadar uzanan CMS hikayesi.

Hani kimi zaman “Bizim patron berbat bir adam, yanımızdaki fabrikada bir patron var şeker adam, baba adam” dediğimiz olmuştur. Bertuğ Ösen babası Tonguç Ösen’i öve öve bitiremiyor. Babasıdır anlaşılır. Sunumun altına yorum yapan bir işçi... “Tonguç babasına hayranlığına ne demeli?” 2003’ten beri Pınarbaşı fabrikasında çalışıyor ve 2018 yılında çıkışı veriliyor. Yine Bertuğ Ösen’i ayrı tutarak yöneticilere veryansın ederek dert yanıyor. Ne yaman çelişki? Sanırsın Tonguç babası yaşıyor olsa bu çıkış olmayacak. Oysa olsa da atılacağı bir gerçek.

90’lı yıllarda Pınarbaşı fabrikasında işçiler greve gider. Tonguç baba işbaşında. Grev sözcüsüne “Sen şimdi burada dolaşıyorsun, ediyorsun evine ne götüreceksin. Al sana file evine götür” der. Bu baba adama inat, işçilerin aklından zoru mu var da greve gidiyorlar? Bu zat tüm insani duyguları grev başladığında mı ediniyor? Öncesinde adım atmayan, grev anında nasıl insan canlısı oluyor? Derdimiz, grevi kırmak ve de bitirmek değilse öncesinde imzalar atılıp iş bitirilmez miydi? Elbette bitirilirdi. İşçilere hak ettiklerini vermek yerine fileler dağıtarak sinsi planlarının peşine düşüp asli işini yapmış olmuyor mu? İşçiler ne çekti ise böylesi babalardan çekmedi mi?

‘BABA’LAR BİTMİYOR

Çiğli Organizede sıra sıra fabrikalar. DYO onlardan biri. Orada da Durmuş baba varmış. İzmir’in her yanını sarmış sarmalamış. Yetmemiş, Gebze’den Urfa’ya kadar uzanmış. NORM, orda da Nedim Uysal babamız var. Organizede büyükçe bir alana yayılmış ve alanında ülke düzeyinde ilk 500’ün içinde yer alıyor. Fakat işyerinde sendika bile yok. Anlaşılan sendika işçilere çok görülmüş. VANSAN, şimdilerde el değiştirerek Japonların eline geçmiş. Burada da sendika yok. Zaman zaman sendikal faaliyet yürütülmüş her seferinde işten çıkarma ve ezme ile sonuçlanmış. NEMAK, Meksikalı alüminyum döküm fabrikası. Pandemi dişlileri, çarklar dönsün diye Nemak’ta Ali Kurtuluş’u aramızdan almadı mı? İşçiler canları pahasına, bunaltıcı sıcaklarda çalışırken, sendikacılar-temsilciler klimalı odalarında serinlemekle, sözleşme dönemi gelmiş çatmış anketle meşguller.

Organizede eylül ayından itibaren CMS/NEMAK/TOTOMAK metal patronlarının sendikası MESS’le sözleşmeye oturulacak. İşçi sendikasına küsmüş, sendika salonlarda nutuk peşinde. Sendikalarda da ‘baba’lar türemiş, işçinin küskünlüğü biraz da ondan.

İşimi, sendikamı, ülkemi seviyorum diyen işçi arkadaşlarımız mücadeleden geri duruyormuş gibi görünse de bir başka acı gerçeği gösteriyor bize: “Onca yerde çalıştım, onca şey yaşadım ve buradan daha iyi değildi. Dahası burAdan da çıkarılırsam ne yaparım?” İşsizlik ve kötü çalışma koşulları onların prangası olmuş. Tüm kaygıları ne öfkeyi ne de çatışmayı yok ediyor. Ne kadar sakınsalar da bundan kaçamıyorlar. Çatışma kaçınılmaz oluyor. Bugün, olmadı yarın.

‘KATLANIYORUZ HAKSIZLIKLARA’

Biz emeğimizi satarak geçinirken patronlar ürettiklerimize el koyarak büyümeye devam ediyorlar. Fazla mesai, o da yetmedi ikinci iş yapmak zorunda kalıyoruz. İşyerini bile değiştirmeyi düşündüğümüz anlar olmuyor mu? Kredi çekmişiz, ödeyemiyoruz, kredi kartları şişmiş, icralık olmuşuz. Kendimizden geçtik, çocukların ihtiyaçlarını karşılayamıyoruz. Kendimize zaman yok, insanlığımızdan çıkıyoruz. Biz ekmeğimizi büyütme derdindeyken onlar daha çok kâr peşinde. Doymuyorlar. Onlara sorarsan, ekmeğimizi veren onlar. Az biraz itiraz ettiğimizde onca kötü söz yetmezmiş gibi hemen kapı önü gösterilir. Biz olmasak nice olur haliniz masalları. Katlanırız onca haksızlığa, acımasızlığa. Niye, yeter ki evimize ekmek götürelim diye. Dağınığız, birlikte hareket edemiyoruz. Gücümüzün farkına varmış değiliz. Bırakıp gitsek yerimizi dolduracak nice sınıf kardeşlerimiz var. Elimizin kolumuzun bağlı olması biraz da ondan değil mi?

Bir çatışmanın orta yerindeyiz. İradi olarak yaratığımız bir şey değil bu durum. İşçiler bir sınıfın bireyleri ve patronlar bir başka sınıfın. Emek sermaye çelişkisi ya da sınıflar mücadelesi sürgit devam ediyor. Sınıflar ortadan kalkmadıkça ister örgütlü ister kendiliğinden bu kavga hep olacak. Bazen yenilerek ve bedeller ödeyerek. Bazen daha düzenli, yenilgilerin dersiyle ve de sınıf olma bilinciyle kazanımlar elde edilecektir. Sermayenin gücünü ve zayıf yanlarını öğrenerek. Sermaye ile her vuruşmada, onu tanıdıkça ve de bilinçle donanıp kendi örgütlerini yarattıkça durum işçiler lehine değişecektir.

GÜÇ BİZDE

Bertuğ Ösen “Önceliğimiz çalışanlarımızdır. Onlar olmadan hiçbir şey olmaz” diyerek itiraf etmiyor mu? İşçinin gücünü bir de onun ağzından duymuş olmuyor muyuz? Makinaların, arazilerin sahipleri kim, patronlar. İşçiler olmasa makina ne işler, bereketli toprak nasıl ürün verir? İşçiler olmadan patronlar kazanamaz. Ama onlar olmadan işçiler hem üretir, hem yönetebilirler. Onlar tek tek iken işçiler milyon milyon. Patronlar bir başlarına bir hiçken nasıl oluyor da onlara muhtaç olunuyor? Onlara boyun eğiliyor? Çünkü iktidar ellerinde. Kolluk kuvvetleri, ordu, mahkeme, medya, burjuva partileri, sendikal bürokrasi onlara çalışıyor. Değiştirilemez mi? Elbette değiştirilebilir. Öncelikle patronların bile itiraf ettiği gücümüzü bilince çıkararak.

Reklam