Evrensel için yeni bir dönem
Evrensel için yeni bir dönem
2 Kasım 2021 20:30
/
Güncelleme: 3 Kasım 2021 13:36

TUSİAD’ın programı gençliğe bir gelecek sunuyor mu?

Burak BAĞÇECİ

İstanbul

Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD), kuruluşunun 50. yılında açıkladığı “Geleceği İnşa” başlıklı raporun tarihselliği, elbette sadece bu özelliğinden ötürü gelmiyor. TÜSİAD’ın çıkışı, Erdoğan iktidarının zayıfladığı ve bunun karşısında düzen muhalefetinin iktidarı almak üzere pozisyon aldığı, Türkiye’nin geleceğinin her kesimde tartışıldığı bir dönemde, büyük sermayenin en öne çıkan grubunun çizdiği yol haritası olarak anlamlı hale geliyor. Öyle ki TÜSİAD’ın çıkışının muhalefet bloku için bir program ve rehber olduğu, ya da bu biçimiyle anlam kazanacağı yorumları da yapılıyor.

Bu çerçevede TÜSİAD’ın çıkışı, çözülen AKP iktidarına el yükseltip geleceğin inşacısı olma iddiasındaki siyasetçilere “rehberlik” ederken, mevcut sorunlara yönelik “eleştiri” ve “öneri”ler sunuyor. Ülkenin mevcut sorunlarının çözümü ve geleceğine ilişkin birkaç başlık altında toplanan yol haritası, esasında tek adam iktidarının daha da derinleştirdiği sorunlara yöneliyor denilebilir. Öyle ki demokrasi, laiklik, insan hakları, eğitim, çevre sorunu, gelir eşitsizliği, adalet gibi sorunlar raporun etrafında geliştiği meseleler. Bu noktada TÜSİAD’ın kim olduğu, bu çıkışı neden yaptığı ve en önemlisi de gerçekten ülkenin sorunlarına yönelik bir çözüm getirip getiremeyeceği konuşulmaya değer hale geliyor.

DEMOKRASİ YANILSAMASI

Türkiye işçi sınıfının önderlerinden Memet Kılınçaslan bir konuşmasında “Türkiye’deki sorun tuzu kuruların sorunu değil, ciğeri yanmışların sorunudur” derken; demokrasi, özgürlük vb. sorunlardan genel olarak bahsetmenin yanlışlığını, kendi sınıfının safından ifade ediyordu. Nitekim bütün bu sorunlar sınıflar mücadelesinden bağımsız olmadığına göre çözümü de bundan bağımsız olamaz. Büyük sermayenin en iri kesiminin örgütünün raporuna bakarken de bu gerçeği unutmak, onları kurtarıcı olarak görme yanılgısına düşürebilir. Halbuki daha en baştan, bir avuçtan fazla kişi etmeyen patronun demokrasiden taraf olduğunu söylemesiyle, ekonomik ve siyasal gücünü kullanarak milyonlarca emekçinin yaşadığı ülkenin geleceğine tek başına yön vermek istemesi arasında bir çelişki yok mu?

Nitekim kapitalizm sermaye sınıfının ekonomik, siyasal ve toplumsal egemenliğiyle karakterizedir, devlet de birçok işleviyle birlikte özünde egemen sınıfın iktidar aracıdır. Ancak sermaye sınıfı da yekpare bir bütün olmadığından, özellikle kriz zamanlarında olmak üzere, kendi içindeki çatışmalar siyasete doğrudan ya da dolaylı olarak yansır ve sermayenin farklı kesimlerinin farklılaşan çıkarları, amiyane tabirle dümene hangisinin geçeceğine yönelik kavgaları da ortaya çıkarabilir.

SERMAYE KLİKLERİ ARASINDAKİ ÇATIŞMALAR NEYİ GÖSTERİYOR?

Bunun bir örneğini son olarak Merkez Bankasının faiz kararının ardından da gördük. MÜSİAD bu kararı desteklerken, TÜSİAD’ın eleştirileri peş peşe gelmişti. TÜSİAD’ın kamu kaynaklarının sadece “beşli çete” denilen gruba akmasından da örneğin rahatsız olduğu malum. Batı’yla ilişkilerin düzeltilmesi ve bunun için Batı “değerleri”nin savunulması da esasında uluslararası tekellerle daha doğrudan bağları olan, doğrudan söyleyelim, uluslararası tekellerin yerli işbirlikçiliğini yapan TÜSİAD için diğer sermaye kliklerine göre daha önemli. Bu gibi örnekler elbette tek adam iktidarının sadece sermayenin bir kesiminin çıkarlarını temsil ettiği, onu koruyup kolladığı; TÜSİAD’ın bu noktada “çağdaşlık, demokratlık, laiklik” gibi Batı’ya ait olduğu düşünülen değerleri savunan ve bu yüzden Erdoğan iktidarıyla çatışan bir noktada olduğu gibi kimi kesimlerce yapılan yorumları haklı çıkarmaz. Nitekim AKP’nin uzun soluklu iktidarının genelinde yapmaya muktedir olduğu şeylerden biri, sermayenin farklı klikleri arasındaki çatışmaları idare edebilmesi, yumuşatmasıydı. TÜSİAD-AKP ilişkisi zaman zaman karşılıklı eleştiriler biçiminde ilerlese de TÜSİAD üyesi patronlar AKP’nin emek düşmanı ve sermaye yanlısı politikalarından sonuna kadar nemalanmışlar, zenginliklerini büyüttükçe büyütmüşlerdir ki onlar da iktidarın bu konuda hakkını, kavga ederken bile, vermişlerdir. Başka birçok sebeple birlikte özellikle de ekonomik krizin yarattığı sıkışmışlıkta iktidar artık egemen sınıflar arasındaki uyumu eskisi gibi tesis edemez ve sermaye içi çatışmalar büyürken, TÜSİAD bu yol ayrımında AKP’nin gidici olduğunu da sezmekte ve kendi hamlesini yapmaktadır.

Bu bağlamda, çıkarları gereğince geçmişte askeri-faşist darbeleri de desteklemiş olan TÜSİAD’ın “Geleceği İnşa” başlıklı raporuna geri dönelim. Ülkenin en temel sorunlarından biri olan demokrasi sorunundan ısrarla Batı değerlerine yapılan referanslarla bu sorunun çözülmesi gerektiği vurgulanmakta. Değindiğimiz gibi Batı kapitalizmiyle ilişkileri kuvvetli olan, yabancı sermaye yatırımlarının ortağı olarak varlığını sürdüren ve dolayısıyla esas ticaretini Batı’yla yapan bir sermaye grubu olarak TÜSİAD’ın, yabancı sermayenin asgari düzeyde güvenceli bir yatırım alanı isteğini sahiplenmesi, Avrupa Birliği başta olmak üzere Batı kapitalizminin kurumları ve devletleriyle ilişkilerin kuvvetlendirilmesini talep etmesi kendi sermaye birikimi için anlamlı hale geliyor. Mesela TÜSİAD’ın Merkez Bankasının bağımsız olması gerektiği, kuvvetler ayrılığı, denetlenebilirlik vs. vurguları da özellikle yabancı yatırımcıya istikrar konusunda güven sağlamakla sınırlı. Yoksa halkın ihtiyaçlarını karşılamaya dönük politikalar izlenmesi elbette talep edilmiyor.

Ancak zaten biçimselliğiyle karakterize olan burjuva demokrasisinin bile ancak kırıntılarını içeren bu demokrasi platformu, halkın, gençlerin demokratik bir ülkede yaşama arzusunu karşılayabilir mi? Kendi iş yerlerindeki emekçilerin istedikleri sendikaya üye olabilme hakkını bile tanımayanların bahsettiği demokrasi elbette örgütlenme hakkını; işyerlerindeki grevleri hükumet eliyle yasaklatanların bahsettiği demokrasi elbette eylem ve gösteri hakkını içermiyor. Mevcut düzene yamalar yapılmasını isteyen bu demokrasi; halkın her alanda örgütlendiği, hayatın akışına müdahale edebildiği, halk meclislerinde ülkenin yönetimine katıldığı bir demokrasi anlayışını değil devletin büyük sermayenin çıkarlarına göre yönetildiği bir anlayışı yansıtıyor.

GENÇLİĞİN DEĞİL SERMAYENİN PROGRAMI

Örneğin demokratik ve özerk bir üniversite talebi için başta Boğaziçi öğrencileri olmak üzere ülkenin dört bir yanında gençler çeşitli biçimlerde bir araya geliyor, mücadele ediyorken TÜSİAD raporu bu talebin karşısına üniversite-sanayi iş birliğinin daha da güçlendirileceği, yani üniversitelere ve bilimsel bilgi üretimine sermayenin kendi çıkarları için daha fazla müdahale edebileceği bir model isteğiyle çıkıyor. Üniversite ve bilim politikaları açısından bilim ve teknolojiye yatırım yapma, nitelikli bireyler yetiştirme gibi kulağa hoş gelen söylemler de ülkede teknoloji yoğun sektörlerde başı çeken bir sermaye grubu için nitelikli, ama mümkün olduğu kadar da ucuz iş gücü isteğinden ileri geliyor. Yani her yurttaş için eşit, parasız, nitelikli ve demokratik bir eğitim hakkının kapsamıyla TÜSİAD’ın istediği reformların kısıtlılığı arasındaki makas son derece açık. Kendi karını daha da artırırken eğitim sorunlarına ancak ve ancak çok kısıtlı iyileştirmeler sağlayabilecek, bunları sağlarken de başka sorunların doğmasına yol açacak bir eğitim ve bilim politikası gençlerin değil ama TÜSİAD’ın çıkarlarıyla bu bakımdan uyumlu.

Öte yandan işsizlik ve yoksulluk Türkiye gençliğini geleceksizliğe mahkûm ederken, TÜSİAD raporu burayı da es geçmiyor. İşçi ve emekçileri sömürmede yarışanların gelir adaletsizliğinin büyümesine yönelik eleştirileri, bu durumun devlet tarafından sürdürülebilir kılınmasına yönelik çeşitli iyileştirmelerin yapılmasıyla sınırlı bir platformdan öteye geçemiyor. Çünkü zaten bu adaletsizliğin kazanan tarafı olan, kendini sömürüyle var eden bir sınıfın, sosyal eşitsizlikle tutarlı bir mücadelenin tarafı olması yaşamın gerçekleriyle çelişiyor. Örneğin TÜSİAD üyesi Koç Holding’in Ford’unda 2021 yılı ilk 9 ayındaki net kar 4.7 milyar lira, işçi başına kar ise 466 bin lira. Öyleyse TÜSİAD’ın gelir adaletsizliğiyle mücadeleyle ne kastettiğini düşünürken, kendisi birkaç bin lira maaş alan Ford işçilerine önümüzdeki sözleşme döneminde ne kadar düşük bir zam dayatılacağını öngörmek işten bile değil.

GELECEĞİMİZİ TÜSİAD İNŞA EDEMEZ

Sonuç olarak kişi ve kurumları kendilerine yakıştırdıkları sıfatlarla, ettikleri büyük laflarla değil de kendi iradelerinden bağımsız olarak içinde bulundukları sınıfın tarihsel olarak belirlenmiş çıkarlarıyla ve eylemleriyle değerlendirirsek neyin doğru neyin yanlış olduğuna, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verebiliriz. TÜSİAD veya MÜSİAD ya da diğerleri; kişisel bencilliklerinden değil ama kapitalizmin ekonomik yasaları gereğince karlarını artırmak zorunda olduklarından çıkarları işçi, emekçi ve gençlerin çıkarlarıyla karşıtlık halindedir. Sömürü üzerinden var oldukları sürece bu çürümüş düzenin devamını sağlamak adına her anlamda baskı ve zoru tekelinde tutanların, insanlığın çok yönlü gelişiminin önünde sınıf olarak en büyük engel olanların inşa edebilecekleri bir gelecek yoktur. Tarihsel olarak aşılması gereken ve aşılmasının nesnel-tarihsel koşulları oluşmuş olan kapitalizmin devamından çıkarı olan gerici sınıflar, ilerici dönüşümleri gerçekleştiremezler. Halk demokrasisinden, halkın özgürlüklerinin genişlemesinden, işsizlik ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasından korkan bir sınıfın örgütü, Türkiye gençliğine insanca yaşanacak bir geleceğin vaatçisi olamaz.

Memet Kılınçaslan sözlerini “Eğer halk kendisiyle ilgili olan sorunları çözmek için harekete geçer, örgütlenir ve mücadele ederse bu sorunlar çözülür. Ama halk seyirci kalırsa, birileri halkın başına çorap örer” diyerek sürdürüyor. Türkiye gençliğinin de geleceğini kazanmasının yolu, Kaslowski’lerin, Koç’ların gelecek projelerinin karşısında Kılınçaslan’ların yolundan yürümesidir.

Evrensel'i Takip Et