01 Aralık 2021 14:02

Faiz ve enflasyon tartışmalarının ötesine bakmak

Ekonomiden konuşurken, sınıfları ve onların çıkarlarının politik tezahürlerini görmezden gelmek gerçeğin çarpıtılmış görüngülerini gerçek sanmaya yol açıyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Burak BAĞÇECİ

İstanbul

 

Türkiye kapitalizminin içinden geçtiği kriz son yıllarda gençliğin de doğal olarak en önemli gündem maddelerinden biri. Ancak gençlik, son dönemde Merkez Bankasının faiz indirimi kararlarını ilk elden TL’nin değersizleşmesi olarak deneyimledikçe ekonomi yönetimine dair tartışmalar da arttı. Bu noktada muhalefetin sürdürdüğü tek adam iktidarının bir “yönetememe krizi” içinde olduğu gibi gerçeklikten uzak tartışmalar, ekonomi alanında da kendini gösteriyor. Burjuva muhalefetin sihirli çözümü “liyakat” ekonomi meselesine gelindiğinde de ortaya çıkıyor. “Ekonomi bilmiyorlar, bu kadar da olmaz” gibi iktidarın ekonomi politikalarına iş bilmezlikten kaynaklı irrasyonellik atfetmek oldukça rasyonel gözüküyor ilk bakışta. Halbuki asıl irrasyonel olan neoklasik iktisat geleneği ve onun politika ve iktisadı birbirinden ayıran metodolojik çarpıtmasında yatıyor. Bunun doğal sonucu da olguların yapısal unsurların ve onların aralarındaki ilişkilerin bir sonucu olarak değil, sadece insanların iradelerinin sonucu olarak ortaya çıktığını sanmak oluyor. Elbette burjuva iktisat disiplini için bu oldukça bilinçli bir çarpıtma. Nitekim kapitalizmin yapısı gereği yoksulluk, işsizlik ve sosyal eşitsizliği içerdiğini ve kendi doğal akışında sürekli kriz ürettiği gerçeğini görünmez kılıp bütün bu sorunların kaynağını kapitalizmin işleyiş yasaları değil de beceriksiz politikacılarmış gibi gösteriyor.

Elbette tek adam iktidarı başta ekonomik kriz olmak üzere birçok koşuldan dolayı eskisi kadar rahat hareket edememekte, kitleleri kendi politikalarına yedeklemekte gittikçe zorlanmaktadır. Üstelik sermaye sınıfı arasındaki çatışmaları yumuşatmak, aralarında göreli ve geçici uyumu tesis etmek noktasında da eskiden olduğu kadar mahir olamadığını da söyleyebiliriz. Bütün bunlar gerek teşkilatlarındaki kadrolarının gerekse bürokratlarının açıklamaları ve davranışlarının ikna edicilikten uzaklaşmasına, daha fazla göze batmalarına ve tepki toplamalarına ortam hazırlamaktadır. Ancak bütün bunları bir yönetememe halinden çok, toplamında bilinçli bir politik hattın gerçekleştirilmesinde görülen sıkışmışlıklar olarak görmek daha doğru olacaktır.

“KAPİTALİZM SEBEP YOKSULLUK SONUÇ”

Bu çerçevede, yazımızın konusu gereği, tek adam iktidarının özelde ekonomi politikalarındaki tercih ve yönelimlerine geri dönelim. İktidarın para politikasının, kur şoku yaşanacağı bilinmesine rağmen adeta göz göre göre gerçekleştiriliyor olması son dönemin ana gündem maddelerinden biri. Bu noktada kişilerin ve siyasi partilerin iradelerinin ve kendi grup çıkarlarının etkisini yadsımadan ama bunların da sınıfsal ayrışmalara dayandığını, günlük ve en kişisel kararların da toplumsal sınıfların mücadele alanının koşullayıcılığında alındığını görmek gerekiyor. Hele konumuz ekonomiyse, sınıfları ve onların çıkarlarının politik tezahürlerini görmezden gelmek gerçeğin çarpıtılmış görüngülerini gerçek sanmaya yol açıyor. Nitekim Türkiye kapitalizminin içinden geçtiği krizin farklı dönemlerinde, bu krizin etkileri üzerinde pay sahibi olan ancak krizin gerçek sebebi de olmayan birçok olay krizin kaynağıymış gibi konuşulmuştu. Sözgelimi “Rahip Brunson krizi” iktidarın diplomatik hatalarının, Berat Albayrak’ın bakanlığı iktidarın liyakatsizliğinin asıl sebepmiş gibi tartışıldığı zamanlardı. Ancak bugün Brunson’un adını bile hatırlamıyoruz; bakanlar, MB yöneticileri defa kez değişti. Kriz tüm şiddetiyle emekçileri vuruyor. Öyle ki kriz ne AKP dönemine ne de Türkiye’ye özgü bir olgu. En gelişkin kapitalist devletlerin bile devrevi olarak krize girdiği kapitalizmin çelişkilerinin, sürekli kriz ürettiğini ampirik olarak da görebiliyoruz. Öyleyse yaşadığımızın kapitalizmin krizi olduğunu söyleyebiliriz.

SERMAYE KLİKLERİNİN FARKLILAŞAN EKONOMİ STRATEJİLERİ

Bu noktada iktidarın para politikası ve genel olarak ekonomi yönetiminde girdiği yolu, hem egemen sınıflar arasındaki çıkar farklarından dolayı oluşan çatışmalar hem de kendi siyasal bekaları çerçevesinde değerlendirmek durumu anlamamızı kolaylaştırıcı olabilir. Nitekim Türkiye kapitalizminin içinden geçtiği krizin derinleştirdiği sermaye içi çatışmalar, para politikasına yönelik ihtiyaç ve istekler arasındaki makası açıyor. Konu özellikle faiz olduğunda, uluslararası piyasalara erişimi daha fazla olan ve dövizle borçlanabilenler ile TL ile borçlanabilenlerin tutumu farklılaşıyor. Burada ihracat/ithalat dengesi, sektördeki ithal ara mal girdisinin oranı gibi parametreler de döviz kurunun avantaj veya dezavantaja dönüşmesini belirliyor. Gıda, tekstil, inşaat gibi sektörlerin genel olarak düşük faiz politikasından birçok açıdan faydalandığını görebiliyoruz. Örneğin İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Mustafa Gültepe, eylül ayında firmaların ayakta kalabilmeleri için dolar kurunun 9 TL olmasını gerektiği açıklamasını yapmıştı.

İktidarın açıklamalarına da baktığımızda, düşük faizle birlikte ihracatın arttığı ve cari açığın dengelendiği, ithal ürünler için ikameciliğin zorlandığı, öte yandan yatırımların artacağı ve ekonominin canlanacağı bir “düze çıkış” senaryosu öngörülüyor. Bu politikayla doğrudan dayanılan sermaye kesimleri korunurken, ekonomik krizin yarattığı yıkımın emekçi sınıflar nezdinde yarattığı hoşnutsuzlukla birlikte kendi tabanındaki çözülüşü de frenleyeceğinin hesaplandığı anlamına geliyor. Nitekim ekonomik büyümenin AKP iktidarının tarihi boyunca en önemli propaganda malzemelerinden biri olduğunu düşündüğümüzde, faiz indirimiyle ekonomik büyüme sağlayacak bir yol açılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. MB Başkan ve Yardımcılarının, AKP yöneticilerinin, iktidara yakın gazetelerin köşe yazarlarına baktığımızda bu yeni yönelimin ezber bozduğu, yeni bir şey denediği, yolun riskli olduğu ama güçlü bir siyasi liderlikle başarılı olunacağı gibi yorumlar görmek mümkün. Yazılanlara, konuşulanlara bakınca artan enflasyona, TL değersizleştikçe büyüyen yoksulluğa da geçici çözümler bulunacak. Örneğin Sabah gazetesinde bunun için ücretlerde artış gerçekleştirileceği, hatta Körfez ülkelerinden kaynak girişi olabileceği yazılıyor. AKP MKYK toplantısında ise ekonomideki durumun üç dört aya düzeleceğinin değerlendirildiği gazetelere yansıyor.

Stratejiler tartışılıyor, hangisinin akla ve “bilime” uygun olduğu konuşuluyor. Ancak iktidarın bu kurgusu adım adım gerçekleşse bile bunun artan yoksulluğa kökten bir çözüm olmayacağı, hatta uzun vadede daha büyük ekonomik sorunlara yol açacağı ortada. Ana akımca kabul edilen, TÜSİAD’ın savunduğu, “bilimsel” stratejinin de emekçilerin lehine olmadığını biliyoruz. Yani karşımızda kaybedenin her halükârda emekçiler olacağı iki strateji var. Uygulanan politikaların en nihayetinde sonucu, Türkiye’deki tüm varlıkların ve işgücünün ucuzlaması oluyor. Nitekim iktidarın bahsettiği ekonomik büyümede kim ne kadar büyüyor, ya da hangi sınıflar bu büyümeden ne kadar pay alıyor sorusuna cevabı yine Erdoğan uluslararası tekellere yaptığı çağrıyla veriyor: TL değersiz, burada emek gücü çok ucuz, gelin sömürün! Yani böylesi bir büyüme başarılı olsa da çarpık, eşitsiz ve sürdürülemez bir büyüme olacak.

KRİZİN YÜKÜ PATRONLARA!

Öyleyse diyebiliriz ki Türkiye gençliğinin geleceği, bu stratejilerden herhangi birinden geçmiyor. Ekonominin krizden nasıl çıkacağı, büyümenin nasıl gerçekleşeceği ve buna bağlı olarak hangi toplumsal kesimlerin ne kadar pay alacağı sorunu belirleyici olmaya devam ediyor. Daha iyisi olabilir, ekonomi rahatlayabilir, tekeller büyürken işçi ve emekçilere çeşitli tavizler de verilebilir. Ancak yoksulluk, işsizlik ve geleceksizlik sürmeye, bu kadar ağır bir krizin etkileri uzun süre hissedilmeye devam edecek. Dolayısıyla Türkiye gençliğinin düzlüğe çıkması için de krizin yükünün patronlara yüklendiği, halkçı bir ekonomi programı için mücadele etmesi elzem hale geliyor.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Ekmeğimizi küçültmeyecek bir seçenek mümkün mü?

SONRAKİ HABER

Öğrencilerin gözünden döviz tartışmaları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa