02 Aralık 2021 23:39

Artüz: Marmara kirletildikçe müsilaj, renk değişimi gibi olgularla karşılaşacağımız kesin

Bakan Kurum “Marmara'da müsilajla karşılaşmayacağız” dedi. Hidrobiyolog Levent Artüz: Ana sorun Marmara'nın kirletilmesi. Müsilaj, köpük, anormal renk değişimleri gibi olgularla karşılaşacağımız kesin

Levent Artüz  | Fotoğraf, kişisel arşivinden alınmıştır

Paylaş

Sinem UĞURLU
İstanbul

Müsilaj, Marmara Denizi yüzeyinden dibe çekildiğinden beri daha az konuşuluyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum da “Marmara'da bir daha müsilajla karşılaşmayacağız” açıklamasını yaptı.

Marmara İzleme Projesi (MAREM) Lideri Hidrobiyolog Levent Artüz ise Marmara Denizi’nin kirletilmesi sorununa son verilmedikçe, müsilaj, köpük, anormal renk değişimleri gibi sorunların devam edeceğini ifade etti.

Sorunun ana kaynağına çözüm üretilmediğini söyleyen Artüz şu benzetmeyi yaptı: “Ciddi bir hastalık gösteren bir birey var ki bu Marmara Denizi, hastalığa bağlı olarak ateşi çıkıyor, bu da müsilaj olgusu. Ateşi düşürmenizin hastalığa ne etkisi olacaktır? Mühim olan ana nedeni ortadan kaldırmak, tedavi etmek.”

Mart ayında oluşan müsilajın, normal şartlar altında parçalanması gereken miktarının çok daha azının parçalandığı bilgisini de paylaşan Artüz, “Tek söyleyeceğim bu kafa ile gidersek, bunlar daha iyi günlerimiz” ifadesini kullandı.

"PARÇALANMASI GEREKEN MÜSİLAJ MİKTARININ ÇOK DAHA AZI PARÇALANMIŞ VAZİYETTE"

Müsilaj konusu bir süredir ülke gündeminde kedisine daha az yer buluyor. “Örtü” olarak ifade edilen su yüzeyindeki oluşumun artık görülmemesi de bu konuda etken gibi. Peki yüzey altındaki müsilajın da temizlendiğini söyleyebilir miyiz? Parçalanma hızında bir değişim söz konusu mu?

Müsilaj, Marmara Denizi genelinde kirlenmenin içinde yaşadığımız evresinde sadece gösterge olarak kabul edilebilecek bir olgu. Bunu şöyle bir benzetme ile açıklayabiliriz. Ciddi bir hastalık gösteren bir birey var ki bu Marmara Denizi, hastalığa bağlı olarak ateşi çıkıyor, bu da müsilaj olgusu. Ateşi düşürmenizin hastalığa ne etkisi olacaktır? Mühim olan ana nedeni ortadan kaldırmak, tedavi etmek.

Tedavi ile ilgili herhangi bir girişim de yok ortada. ‘Marmara Denizi koruma altına alındı!’ Ben bunu orman yanarken, ormanı koruma altına almak olarak görüyorum. İlk önce yapılması gereken yangını söndürmek. Bu da ancak Ergene deşarjı başta olmak üzere tüm deşarjları kesmekle mümkün. Marmara Denizi’ni bir alıcı ortam olarak kullanmama kararı ve iradesi ile mümkün.

Müsilaja gelince; bu organik bir kütle. Eninde sonunda bakteriyolojik olarak parçalanacak ki zaten oluştuğu andan itibaren bu süreç devam ediyor. Buradaki sorun parçalanma için gerekli çözünmüş oksijen konsantrasyonunun ortamda bulunmaması. Veya daha doğru bir deyimle; çok ama çok az miktarda bulunması. Bu yüzden süreç çok yavaş ilerliyor. Bu bağlamda mart ayında oluşmuş olan müsilaj kütlesinin normal şartlar altında parçalanması gereken miktarının çok daha azı parçalanmış vaziyette.

Kış mevsimiyle birlikte Marmara Denizi'ndeki su sıcaklığının azalmasının müsilaja bir etkisi olacak mı?

Marmara Denizi’nin özgün yapısından dolayı, suların soğumasının, yani çözünmüş oksijen değerlerinin sıcaklığa bağlı olarak artmasının da pek bir önemi bulunmuyor. Çünkü alt su kütlesinde sıcaklık değerleri sabit, mevsimsel olarak değişim göstermiyor. Müsilaj kütlesi de ağırlıkla bu tabakaya çökmüş vaziyette.

Marmara Denizi özgün bir hidrografik yapıya sahip. Üst su kütlesi atmosfer ile teması dolayısı ile ortalama 6 derece ile 28 derece arasında mevsimsel değişim gösterirken, alt su kütlesinin ortalaması 14.2 derece ile devamlı sabit. Bu yüzden bizim deniz suyu sıcaklıklarındaki düşüş veya yükseliş diye nitelediğimiz olgu sadece 20-25 metre kalınlığındaki üst su kütlesinde etkili oluyor. En derin yeri 1273 metre ve ortalama derinliği 400 metre olan alt su kütlesi mevsimsel farklılıklardan etkilenmiyor diyebiliriz. Bunun yanı sıra üst su kütlesi yine atmosfer ile temasından dolayı çözünmüş oksijen bakımından zenginleşebiliyor ve ışığın ulaşabildiği bir katman olmasından dolayı biyolojik faaliyetler bu katmanda daha yoğun. Bu sebeple müsilaj veya 32 senedir gözlemlediğimiz denizanalarının artması, kırmızı sular (red-tide), yeşil sular (green-tide) su ürünleri istihsalindeki dalgalanmalar gibi anormal olgular büyük çoğunlukla bu katmanda görülüyor ve sonucunda tüm su kütlelerini etkiliyor.

Biz hâlâ müsilajı konuşsak da, ana sorun hiç aralık verilmeden, gittikçe artan bir tempoda Marmara Denizi’nin kirletiliyor olması.

"BU KAFA İLE GİDERSEK, BUNLAR DAHA İYİ GÜNLERİMİZ"

Bakan Kurum en son kasım ayı ortasında “Marmara'da bir daha müsilajla karşılaşmayacağız” iddiasını öne sürmüştü. Bu iddia doğru mu? Yaz aylarında ortaya çıkan görüntülerin tekrarı mümkün mü?

Aynı uygulamaları yapıp farklı sonuçlar bekleniyor. Tek bir kelime ile “nafile”. Müsilaj olur, adam boyunda köpükler olur, denizde anormal renk değişimleri olur, benzer olgular ile karşılaşacağımız kesin. 32 senedir bu böyle oldu, tavır ve tutum değişmez ise böyle olmaya da devam edecek.

Bir sene oldu dünyanın en kirli akarsularından biri olarak kabul edilen ve Ege Denizi’ne dökülen Ergene Nehri’nin kirletici unsurlarını toplayıp, bu kimyasal nitelikli atıkları “biyolojik” olarak arıttığımızı iddia edip, devasa borular ve yer altı kanalları ile 50 kilometre yol kat ettirip, yine deniz içinde borular ile 4.5 kilometre taşıyıp, Tekirdağ Yenice açıklarından 47.5 metre derine, Marmara Denizi’ne basıyoruz. Bastığımız atıkların da sadece yüzde 10’u kadarının Karadeniz’e ulaştığını bildiğimiz alt akıntının, taşıyacağı, alıp götüreceği hayalini kuruyoruz. Bu şartlar altında, diğer tüm deşarjların katlanmış etkileri ile birlikte düşünecek olursak gaflet, dalalet ve hıyanet içindeyiz.

Biz daha hâlâ ne Marmara Denizi’ni ne de yaşadığımız anormal olguları anlayabilmiş değiliz. Ancak kulp bulmada da üstümüze yok. Doğrusal akıntılar bakımından en önde gelen su kütlelerine “durgunluk” diye, hiçbir ölçüm ortaya koymadan “küresel ısınma” diye, “Biz kirletmiyoruz, Tuna kirletiyor” diye yaftalar yapıştırarak karikatürlerdeki pasaklı hizmetçinin pisliği halının altına süpürmesi misali işi geçiştirmeye çalışıyoruz. Laf söyleyen çok ama hiçbir ölçüm sonucu yok ortada!

Tek söyleyeceğim bu kafa ile gidersek, bunlar daha iyi günlerimiz.

"HASTA BALIKLAR GÖÇ ETTİ, CİDDİ ETKİLERİ ÖNÜMÜZDEKİ SENELERDE GÖRÜLECEK"

Vibrio bakterisini de ayrı bir parantez açarsak neler söylersiniz? MAREM çalışmalarının sonuçlarına göre; balıkların etkilenme boyutu nedir, halk sağlığı tehlikede mi?

Müsilaj kütlesini parçalayan bakteri gurubu “vibrio” gurubu. Daha önce de belirttiğim gibi, müsilaj  kütlesi parçalandıkça bakteri biyokütlesi artacak, çünkü müsilaj kütlesi aynı bir besiyeri gibi. Ki öyle de oluyor. Balıklar hasta, yaptığımız çalışmalarda, bir senelik bir izleme laboratuvarı kurduk Tekirdağ’da. O kadar hastalar ki, yaz başında yumurtadan çıkmış bireyler bile daha hâlâ avlanma boyuna ulaşamadı birçok ticari balık türünde. Hastalık ilk olarak istavritlerde görüldü, onunla beslenen lüfer ve palamut gibi balıklar da bu hastalığı kaptılar ve göç ettiler, bir anlamda hastalanıp gittiler. Bunun çok ciddi etkilerini önümüzdeki senelerde balık, su ürünleri stoklarımızda acı bir şekilde göreceğiz.

Ben halk sağlığı uzmanı değilim. Ancak vibrio gurubu bakterilerin yarattığı hastalıklar sindirim yolunu etkiliyor. Tüketenler açısından, iç organlarını yemedikçe, balıkları çiğ olarak tüketmedikçe şu an itibarı ile pek bir sakınca görülmüyor. Ancak ben bu tarz soruları kurumuş bir ağacın dalındaki meyvenin yenip yenmeyeceği sorusu gibi algılıyorum. Biz ağacı, Marmara Denizi’ni kuruttuk, tasamız bu mu olmalı?

ÖNCEKİ HABER

TÜGVA ile ilgili 4 haberimize erişim engeli getirildi

SONRAKİ HABER

Türkiye'de tarım nereye gidiyor, üreticiler ne yapmalı? | Çukurova'da Hayat

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa