Gerçek kapitalizm tam olarak bu!
AKP’nin iktisadi modelini, iktidarının sosyal-sınıfsal dayanaklarından yoksun ele alan ve AKP’nin ilk dönemini olumlayan görüşler meseleyi steril bir ekonomi yönetimine indirgiyor.
Görsel: Pinterest
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
Son dönemde, oldukça yanlış varsayımlara dayanan bir görüş birliğinin gençlik kesimleri içerisinde de alıcı bulduğuna şahit oluyoruz. Bu görüş, AKP’nin ilk döneminin “ekonomide altın çağ” olarak kodlanmasına ve tablonun birden tersine dönmesi iddiasına dayanıyor. Başımızdaki belalara ise AKP’nin makroekonomik piyasa kurallarından, kurallı bir neoliberal iktisadi modelden vazgeçmesi vb. sebep olmuştur! Bu görüş birliğinin en ucunda AKP’nin ekonomi yönetimini devlet-piyasa ilişkisi bağlamında fazla müdahaleci bulan, ekonomik alan kapitalizmin doğal piyasa mekanizmalarına bırakılsa sorun yaşanmayacağını düşünen liberal çevreler var. Bu çıkarım, AKP sonrası iktidar senaryosuna hazırlık yapan ve 2002-2008 AKP ekonomi programına dönüşü arzulayan Babacan, Kılıçdaroğlu, siyasi figürler ve sermaye partileri vb. düzeyinde burjuva muhalefetin stratejisini belirleyen yaygın kabul ile birleşiyor.
Baştan söyleyelim, bu görüş birliği “sermayeyi aklamaktan” başka bir işe yaramıyor. AKP’nin iktisadi modelini, iktidarının sosyal-sınıfsal dayanaklarından yoksun ele alan ya da AKP’nin 2002-07 dönemini salt teknik-iktisadi pencereden olumlayan görüşler doğal olarak meseleyi steril bir ekonomi yönetimine indirgiyor, yani ekonomiyi siyaset üstü hale getiriyor. Bu görüş, niyetten bağımsız ya da sinsice, işsizlik ve yoksulluk gibi yapısal sorunların üzerinden atlayarak AKP sonrasına hazırlanan Millet İttifakı-TÜSİAD projesinin olası emek düşmanı pratiğini de “hazırlama” görevini üstleniyor. Dolayısıyla yazının iddiası; AKP’nin ekonomi yönetiminin bütün hükümet kabinelerinde, tepeden tırnağa sınıfsal dayanaklarına, büyük sermayeye göre belirlendiği ve işlediğidir. AKP büyük sermayenin çocuğu ve partisidir ve bugüne kadar aldığı kararların, iktisadi modelinin tamamında sermaye karakteri belirgindir.
İDDİA 1: Babacan’ın ekonomi yönetiminde bulunduğu dönem “altın çağdır”. Ekonomi yönetiminde sapma, yanlış adımlar bu gidişatı tersine çevirmiştir.
Bu yanlış değerlendirme AKP’nin “prime” dönemini “görüntülerle” okumaya meyyaldir. Hatırlayalım; 2001 dünya krizi, Türkiye’yi, koalisyon iktidarının siyasi kriziyle birleşince Uluslararası Para Fonu (IMF)’na teslim etmiştir. AKP’yi iktidara getiren ve 2013’teki kredi daralmasına kadar süren dönemde tek bir program vardır. Bu program da ne AKP bürokrasisi ne de Babacan tarafından hazırlanmıştır. Bizzat IMF-AB ortak yapımı olan bu programın altında Kemal Derviş imzası, arkasında ise küçük-orta işletmelerden büyük sermaye örgütlerine (TÜSİAD, TOBB vb.) sınıfsal bir uzlaşı vardır. AKP’nin yaptığı, sermaye sınıfının yürütme gücü olarak önüne koyulan ödevi yapmak, ekonomi programını uygulamaktır. Nitekim bu proje işlemiştir. 2001 krizi sonrası parasal genişleme, sıfıra yakın faiz, kredi musluklarının açılması vb. faktörler ile küresel piyasaların Türkiye’ye ilgi gösterdiği 2002-08 dönemi… Aynı dönem, yani “AKP’nin altın çağı” dünya ekonomisinde olağanüstü bir genişleme, küresel finans piyasalarında devasa para dolaşımı ve “balondan” bir büyümeye dayanıyordu. Bu spekülatif büyüme koşullarında AKP Türkiye’si yüksek faiz oranında ısrar ederek sıcak parayı çekmiş ve “sahte refah” diye anılabilecek bir dönemi yaratmıştır. Ancak kapitalizmin içsel-yapısal özellikleri, bu spekülatif büyümeyi, sahte refahı sonsuza kadar tolere edemez, edememiştir de. 2008, artık kapitalizmin küresel kriziyle AKP-IMF programının sorunları yüzmeye başlamıştır. Bu büyüme modeli, yaygın hanehalkı borçlanması (özellikle emekçi sınıflarda), özel sektörde yüksek döviz borçluluğu, kronik işsizlik ve istihdam yaratmayan sanayi politikalarıyla şekillenmiştir. İmalat sanayinin milli gelirden aldığı pay 2010’larda yüzde 15’e düşmüştür. İşsizlik %10’un hep üzerinde seyretmiştir. Reel ücretlerde gerileme borçlandırma ile telafi edilmiştir. Türkiye ucuz işgücü cennetine dönmüştür. 130 milyar dolarlık dış borç 450 milyar dolara tırmanmıştır. Küçük bir örnek: Babacan’ın görevde olduğu 2009’da özel kurumların döviz cinsinden borçlanmasına tanınan taviz, bugün binlerce batık şirketin borç yüzdürme çabalarının temel sebeplerinden biri olmuştur. Yani gidişatı tersine çeviren AKP’nin çehresinin değişmesi ya da politik hataları değil, bizzat sermaye programıdır. Türkiye kapitalizminin iktisadi programının sistemik ve yapısal çelişkileridir.
İDDİA 2: AKP’nin ilk dönemi refah artışıyla taçlanmış, liberal demokrasi ekonomik büyümenin anahtarı olmuştur.
AKP’nin 2002-08 siyasal iktisadi modelinin, yüksek borçluluk, sorunların ötelenmesi, spekülatif büyüme ve sahte refah ile karakterize olduğunu söylemiştik. Burada atlanan başka bir detay da dönemin sınıf savaşının seyridir. 80 sonrası neoliberal dönüşümle birlikte sürekli başa bela olan işçi sınıfının disipline edilmesi, sermaye sınıflarının, özellikle tekelci sermayenin en büyük özlemiydi. İşte AKP’nin, iktidarında 17 grevi yasaklayan, sendikal hakları unutturan, toplu sözleşme yapan işçi oranını %20’lerden %6’lara düşüren işçi düşmanı siyasi pratiğinin motivasyonu da gayet sınıfsaldır. Bu atmosfer kolay da oluşmamıştır. Babacan’ın ekonomi yönetiminin başında olduğu yıllarda AKP muazzam kamu varlıklarını özelleştirmiştir. Özelleştirme karşıtı mücadeleler şiddetle bastırılmıştır. Bugün AKP’siz bir “geleceği inşa” etmek isteyen TÜSİAD pastadan aslan payını alırken işler yolundadır. Petkim ve Tüpraş Koç’a, Petrol Ofisi Doğan’a satılmış, enerji dağıtım ihalelerini Sabancı kapmıştır. Cem Boyner ve Güler Sabancı gibileri AKP’yi ne kadar desteklediklerini anlatmışlardır. Türk Telekom, limanlar, şeker fabrikaları SEKA, TEKEL gibi ülkenin en kıymetli varlıkları parça parça satılmıştır. Devasa kamu kaynağı tuz buz edilmiştir. Böylelikle 2008’e gelindiğinde milli gelirde artış, sabit döviz kuru, yüksek faiz, düşük enflasyon, yüksek tüketim vb. yanında bir dünya sorun da masadadır; işsizlik, işçi sınıfının örgütsüzleştirilmesi, ucuz işçilik, aşırı borçlanma, kamu kaynaklarının yağmalanması vb…
İDDİA 3: AKP, çalışan ekonomi modelinden, kurallı neoliberalizmden vazgeçmiştir. Dolayısıyla sermaye sınıfının değil muhafazakâr bir azınlığın partisi olduğu görülmüştür.
Ekonomi modelinin sınıfsal yönlerini yukarıda açıklamaya çalıştık. AKP’nin 2002’deki modelinin kurallarını hatırlayalım. 1- Merkez Bankası bağımsızlığı; yani tavizsiz mali disiplin. 2- para politikasında istikrar; küresel piyasaların hareketliliği boyunca yüksek faiz, kredi daralmasından da kaçınma. 3- fiyatta istikrar; reel ücret kaybı, borçlandırma, ücretli emeğin yani emekçilerin yoksullaştırılması.
Ne 2008 dünya krizinden sonra ne de bugün, neoliberalizmden kopuşa dönük bir direksiyon kırma durumundan bahsetmek mümkündür. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, para politikasında, fiyatta istikrar vb. kurallar yalnızca AKP ekonomi yönetiminin değil dünya kapitalizminin krizinden sonra artık “işlemez” hale gelmiştir. Otoriterleşme, ekonomiye devlet müdahalesi vb. de salt AKP’nin değil küresel neoliberalizmin krizinin sonucudur. 2008 krizi sonrası devlet eliyle nice bankalar kurtarılmış nice şirketler batırılmıştır. Kurallı neoliberalizmin kuralları sistem işlediğinde geçerlidir. Ancak AKP’nin talihi 2008 küresel krizinden sonra da gülmüştür. Gelişmiş kapitalist ülkeler, 2008 krizinin sonuçlarını daha ağır sonuçlara ertelemekten başka işe yaramayacak adımlar atmış; merkez bankaları parasal genişlemeye gitmiş, birçok ülke gibi Türkiye’nin de tıkanan ekonomi modeli bir süre daha sürdürülebilir hale gelmiştir. Borçlanma, spekülatif büyüme, sahte refah 2008’deki yol kazasından sonra tam gaz devam etmiştir. AKP’nin ekonomi modeli, küresel kapitalizmin kurallarına uymaya devam etmiştir. IMF’siz bir IMF programı fiili olarak yürürlüktedir. Türkiye’ye kaynak girişinde sorun yok, büyük sermaye halinden memnundur. 2002 seçimini “ikinci Özal treni” diye karşılayan Sakıp Sabancı’nın kızı Güler Sabancı, 2008 sonrası AKP programını gayet “gerçekçi” bulmuştur. 2007’de sıkışan AKP’nin yolunu erken seçim çağrısıyla düzleyen de TÜSİAD’dan başkası değildir. Sabancı’lar AKP’yi “artık merkezin partisi” diye karşılayacaklardır seçim sonrası.
2013’te küresel piyasalardaki durgunluk, kredi daralması ve Türkiye ekonomisinin 2008’den beri ertelediği sorunlar artık daha ciddi biçimde baş göstermeye başlamıştır. Sermaye fraksiyonları arasındaki çatışma kızışmış, TÜSİAD çevresi ve muhafazakâr sermaye çevrelerinin ortak iktidarı AKP’nin ekonomi yönetiminde ağırlık noktasında kaymalar yaşanmıştır. Direksiyon yavaş yavaş AKP’nin büyüttüğü ve yeni bir tekelci sermaye fraksiyonu haline gelen MÜSİAD ve muhafazakâr sermaye çevrelerine, “5’li çete” diye anılan kesimlere ve çeperine doğru kırılmıştır. Ancak AKP’nin kurallı neoliberalizmden vazgeçtiğini söylemek mümkün değildir. AKP hala neoliberalizmin partisidir, bugün de büyük sermayenin çıkarlarına göre hareket ediyor, baştan sona arkasındaki tekelci birliklerin ihtiyaçlarına göre konumlanıyor. Ancak bugün olan, kurallı neoliberalizmin kapitalizmin yapısal çelişkilerinden doğan krizlerine artık çare olamaması ve hem küresel kapitalizmin hem de ülkenin koşullarının 2002-2013 yılları arasındaki koşullarla aynı olmaması, AKP’nin de bu koşullarda büyük sermayenin tamamının değil, artık belirli fraksiyonlarının partisi olmak üzere pozisyon almasıdır.