10 Mayıs 2022 08:57

Kadına yönelik suçlarda ceza artışı teklifi genel kurulda: Sorun yasada değil, uygulamada

Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Ceren Kalay Eken, kadına yönelik suç davalarında yasaların keyfi ve cinsiyet eşitsizliğiyle yorumlanan uygulamasında sorun yaşadıklarını belirtti.

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

İktidarın 14 Mart Tıp Bayramında "müjde" diye duyurduğu ama Meclis'te iki aydır bekletilen kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin kanun teklifi, Genel  Kurul gündemine alındı. Teklife göre kadınlara yönelik yaralama ve kasten öldürme eylemlerinde cezalar artırılacak. Kasten öldürmenin cezası müebbetten ağırlaştırılmış müebbete çıkarılırken, cezalar alt sınırlarda kasten yaralamada 4 aydan 6 aya, tehditte 6 aydan 9 aya, işkencede 3 yıldan 5 yıla çıkarılacak. İyi hal indiriminde ise sadece kılık-kıyafet gibi şekli gerekçeler kaldırılırken, ısrarlı takip yoluyla tacize 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilecek.

Kadına yönelik suçlarda sadece cezaların artışının etkili olmayacağı yıllardır anlatılırken, hukukçular da söz konusu cezaların uygulamada bir karşılığının olmadığına dikkat çekiyor. Sorularımızı yanıtlayan Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Ceren Kalay Eken, kağıt üstünde artan cezaların uygulansa bile faillerin ya hapiste yatmadığı ya da cezasının çok azını hapiste geçirdiğini belirtiliyor. Kadına yönelik suçlara ilişkin davalarda en çok karşılaştıkları sorunlara değinen Eken, “Sorun yasaların keyfi ve cinsiyet eşitsizliğiyle yorumlanan uygulamasında" diyor.

Kadına yönelik şiddet ve tacizde cezaların artmasına yönelik teklif, bu hafta meclis genel kuruluna geliyor. Getirilen düzenlemeler kadına yönelik şiddeti azaltır mı? Cezaları caydırıcı hale getirir mi?

Bu kanun teklifini "yetmez ama bu düzenlemler olmalı" olarak değerlendirebilirim. Eğer İstanbul Sözleşmesini özümsemiş, bütüncül bir bakış açısıyla, yaşanan sorunları gerçek anlamda bilen barolar ve STK'larla yapılacak görüş birliğiyle çıkarılsaydı; yasalar o zaman amaca yönelik olabilirdi. Oysa bu haliyle havada kalıyor. Çünkü sıkıntı yasalarımızda, ceza oranlarının artırılmamasında değil. Sıkıntı geç gelen adaletin adalet olmaması, tutuklama tedbirlerinin kadına yönelik şiddet vakalarında çok nadir uygulanması nedeniyle adalet duygusunun toplumda yerleşememesinden kaynaklanıyor. Yani şiddet uygulayan bir erkek, hakim veya savcıya ifade verdikten sonra elini kolunu sallayarak gezdiği için bu vakalar engellenemiyor. Kadına yönelik şiddet vakalarında, kişilik analiz edilerek, -ki bu kolluğun halihazırda 6284 tedbirlerinde uyguladığı yöntemdir- tekrar şiddet uygulama ihtimali olan veya uyguladığı şiddetin boyutuna göre tutuklamanın önleyici olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sıkıntı cezalar değil, infaz rejimidir. Kağıt üzerinde birine verdiğiniz 10 yıl cezanın bile yatarı son derece azdır. Öldürmeye teşebbüs eden kişiler bile kısa sürede infazını şartlı tahliye ya da bir kısmını dışarıda geçirmekle suretiyle serbest kalıyorlar. Sonra o kadınlara deyim yerindeyse yeniden musallat oluyorlar. Asıl sorun kadınların yaşadıkları çaresizlik, adalete güvensizliğidir.

ISRARLI TAKİPTE ŞARTLAR ZOR, CEZA AZ

İktidar bir yandan İstanbul Sözleşmesini kaldırıyor, öte yandan örneğin sözleşmede yer alan "taciz amaçlı takip" gibi hususları kanun tekliflerinde gündeme getiriyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Gerçekten enteresan... Sizin de dediğiniz gibi sözleşmede çıkıp, sözleşmedeki bazı konuları yeniden düzenlemenin başlı başına zaman kaybı ve dış dünyada itibar kaybına neden olmak dışında ne faydası var ben de anlamlandıramıyorum. Ancak bu düzenlemelerin günü kurtarmak amaçlı düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesinden çıkılması bazı dinci gerici çevrelere yönelik atılan bir adımdı. Anketlere göre yüzde 7 civarında sözleşmeye karşı çıkanların da sözleşmeyi bilmeden karşı çıktığını biliyoruz. Bu çevreler olacaktır ama devletin buna bakarak uluslararası bir sözleşmeden çıkması kabul edilemez.

Ancak şöyle bir durum var; ısrarlı takiple ilgili bir düzenleme getirilmesi önemlidir ama çok fazla şarta tabi tutulması beklenen amaca ulaşmamasına neden oluyor. Kadının hayatında çok somut, büyük değişikliklere yol açması gibi zorlaştırıcı şartlar aranıyor. İkincisi, iki yıl civarında bir cezanın yatarının olmayışı. İnfaz edemeyeceğiniz bir cezanın tutuklaması da olamaz. Kadına yönelik şidette çok hızlı cezalandırmanın hızlı etkili bir soruşturmayla olması, şiddetin ve tehlikenin boyutuna göre de tedbiren tutuklamanın kolaylaştırılması önemlidir.

YARGI HAKSIZ TAHRİK İNDİRİMİNDE ERKEKTEN YANA

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Hatice Kaçmaz cinayetinin “evlilik teklifi kabul edilmediği için aşırı sevgiden kaynaklı” işlendiği savunarak verilen ceza indirimini yerinde bulmuştu. Bu skandal karar çok tartışıldı, tepkilere neden oldu. Ancak bu kanun teklifinde haksız tahrik indirimine hiç dokunulmuyor. Bu yasada ağırlaşan cezaları anlamsız kılıyor mu? Faillerin ağırlaştırılmış müebbet almamasına yol açar mı?

Çoğunlukla yasalardan öte uygulayıcılarda sorun yaşıyoruz. Mesela haksız tahrik indirimini kadın sanık veya failde hiç kolaylıkla vermeyen yargı mensupları, erkek olunca çok daha basit cümlelerle bu haksız tahrik indirimini veriyor. Bu da yasadan değil, uygulayıcının yorumundan kaynaklı bir durum. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğine götüren bir durum. Ne demek bu? Mesela bir kadını öldürmeye teşebbüs eden veya öldüren bir kişi rahatlıkla "erkekliğime laf etti", "seni aldattım dedi" gibi normal şartlarda bir boşanma davasına konu olabilecek bahanelerle indirim alabiliyor. Ancak bir kişi "kadınlık onurumu zedeledi", "üç ayrı kadınla her gün aldattı" dediğinde indirim alamıyor. Dolayısıyla sorun yasaların keyfi ve cinsiyet eşitsizliğiyle yorumlanan uygulamasındadır. Ben yasaların değiştirilmesinden öte uygulayıcıların niteliğin iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Sizin de sorduğunuz Hatice Kaçmaz davasındaki gibi yüksek yargının kabul edilemez yorumu gibi özellikle üst derece yargını son dönemde kalitesiz, kadın aleyhine ayrımcı yorumlarını görüyoruz. Özellikle cinsel saldırı fillerinde rastlıyoruz. Cinsel saldırı mağdurunun büyük oranlarda kadınlardan oluştuğu bir suç türüdür. Burada kadınların hayatını sorgulayan, ispatının güçlüğü nedeniyle de erkeğin cezasızlığına varan yorumlarıyla çok kötü kararlar görüyorduk. Uygulayıcılar kötü diye de yasaları her somut olaya göre değiştirmemiz söz konusu değil. Erkek öldürülünce haksız tahrik uygulanasın, kadın öldüğünde uygulanmasında yazamazsınız. Her vakanın somut olayın gerçeğine göre yorumlanmasıdır doğru olan. Ancak iktidarın kadrolaşması, mülakata göre hakim savcı alımı, o yargı mensuplarının eğitiminde gerekenlerin yerine getirilmemesi görüyoruz. Erkek egemen bir bakış açısyla dosyalara yaklaşıldığı, kadının toplumsal eşitsizliklerle yargılanarak yüksek oranda aleyhine yargılandığı dosyalar görüyoruz.

Kadın hakları merkezi olarak bu alandaki davalarda en çok hangi sorun veya engelle karşılaşıyorsunuz?

Kadın hakları merkezi olarak en çok cinsiyetçi tutum ve söylemler karşısında zorlanıyoruz. Biz İstanbul Sözleşmesine başvuruyoruz. Kadın cinayeti davalarında kadınlar hep cinsel hayatı üzerinden tekrar tekrar mağdur edilmeye çalışıldığı için İstanbul Sözleşmesindeki mağdurun olayla bizzat ilintili olmadığı müddetçe cinsel yaşamına müdahale anlamındaki soru ve söylemlerin mahkemelerde yapılamayacağına ilişkin bir maddeyi kullanıyoruz. Dolayısıyla uygulayıcıların ayrımcı tavırlarıyla sıkıntı yaşıyoruz.

Ayrıca bizim müdahilliklerimiz yine İstanbul Sözleşmesine aykırı şekilde reddediliyor. Burada yine Yargıtay'ın kötü bir yorumu, yani "Suçtan doğrudan zara görmediğimiz" iddiasıyla bizim ve STK'ların talepleri reddediliyor.

ÖNCEKİ HABER

RTÜK'ten Gezi davası sonrasındaki açıklamaları yayımlayan Flash TV, TELE 1, Halk TV ve KRT'ye ceza

SONRAKİ HABER

Show TV yöneticisinden Güldür Güldür açıklaması

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa