Doç. Dr. Elif Karaçimen: Tüketici kredisi ücret ikamesi gibi kullanılıyor
Ödenemeyen borçlar dolayısıyla icralık dosya sayısının 24 milyonu aştığı belirtiliyor. Doç. Dr. Elif Karaçimen, borçlu olma durumunun çalışma ve yaşam koşullarına da etkileri olduğunu ifade ediyor.
Fotoğraf: Unsplash
Murat UYSAL
İstanbul
Borcunu ödeyemeyen ve icralık olan yurttaşların sayısı her geçen gün artıyor. Veriler, icralık dosyaların 24 milyonu aştığını gösteriyor. 24 milyonun büyük bir bölümünü oluşturan işçi ve emekçiler için borçlanmadan geçinebilmek imkansız. Özellikle tüketici kredisinin giderek bir ücret ikamesi gibi kullanılmaya başlandığına dikkat çeken Doç. Dr. Elif Karaçimen, borçlu olma durumunun çalışma ve yaşam koşullarına da etkileri olduğunu ifade etti.
Türkiye Bankalar Birliğinin verileri, borcunu ödeyemediği için yasal takibe giren kişi sayısının geçen yıla kıyasla yüzde 83 arttığını söylüyor. İcra takibine düşen dosya sayısı 24 milyon 53 bine ulaştı. Bu sayı 20 yıl önce, 2002 yılında 8 milyondu.
"İHTİYAÇ KREDİLERİ TÜRLÜ KAMPANYALARLA TEŞVİK EDİLDİ"
Doç. Dr. Elif Karaçimen bu durum için, “Türkiye’de emekçi sınıflar için borçlanmanın bir zorunluluk halini alması son yirmi yıldır uygulanan neoliberal politikaların bir sonucudur. Türkiye bundan 20 yıl öncesine kadar bankalardan tüketim ihtiyaçları için borçlanmanın kültürel olarak kabul görmediği bir toplumdu. Türkiye’de borçlanmanın nasıl bu denli arttığını anlamak için hem bankaların neden bir kâr kaynağı olarak tüketici kredisi vermeye yöneldiklerine hem de hane halklarının neden kredi kullanmaya başladıklarına bakmak önemli” dedi.
1990’lı yıllarda Türkiye’de bankalar kamu açığını finanse ederek yüksek kârlar elde etti, o dönem kamudan bankalara önemli bir kaynak aktarımı gerçekleşmekteydi. 2001 krizi sonrasında IMF güdümünde uygulanan sıkı para ve maliye politikaları neticesinde bankaların kâr elde edemediğini söyleyen Karaçimen, “2000’li yıllar boyunca hatırlayacak olursanız sokaklarda kurulan stantlarda dahi kredi kartları dağıtılmaya başlandı. İhtiyaç kredileri türlü kampanyalarla teşvik edildi. Bu ortamda emekçi sınıfların neden tüketim ihtiyaçlarını karşılamak için giderek daha fazla kredi kullandıklarını anlamak içinse 2000’li yıllarda reel ücret ve verimlilik arasındaki makastaki büyük açılma ve emekçilerin hasıladan paylarını alamamaları göz önüne alınmalıdır. Bu dönemde emek piyasalarındaki dönüşüme bağlı olarak gelir ve istihdam güvencesizliği de giderek arttı” diye konuştu.
"TÜKETİCİ KREDİLERİ ÜCRETLİLER TARAFINDAN KULLANILIYOR"
Aynı dönem ithalatın artması, alışveriş merkezlerinin çoğalması, küresel markaların Türkiye pazarındaki paylarını artırmaları ve reklamcılık sektörünün giderek büyümesi gibi birçok nedenle tüketimin teşvik edildiğini anlatan Karaçimen, “Bu dönem ekonomik büyüme açısından da tüketimin çeşitli kanallarla artırılmasının benimsendiği bir süreçti. Ne var ki, tüketim harcamalarındaki artışa, ücretlerde benzer bir artış̧ eşlik etmeyince, bu durum hane halkı kredi talebinin artmasında önemli rol oynadı. Ayrıca emek piyasalarındaki esnek ve güvencesiz koşullar altında emekçi sınıflar, tüketici kredisini giderek bir ücret ikamesi gibi kullanmaya başladı. Hane halkı borçlanmasının hızla arttığı dönemde, tüketici kredilerinin özellikle düşük gelirli hane halkları ve ücretli çalışanlar tarafından kullanılıyor olması bu değerlendirmeleri destekler niteliktedir” dedi.
Bu değerlendirmeler yapılırken son yirmi yılın bir bütün gibi ele alınmaması gerektiğine dikkat çeken Karaçimen, “Tüketici kredilerinin gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYH) oranı 2003 yılında yüzde 3 iken 2013 yılında en yüksek seviyesi olan yüzde 18’e çıktı. 2014 yılında ise bireysel kredilerdeki büyüme negatife döndü. O yıl sermaye girişlerindeki gerilemeye paralel olarak ekonomide yaşanan durağanlaşma ve işsizliğin yüzde 10’a çıkması bir yandan da takibe düşen kredilerdeki artış karşısında bankalar tüketici kredilerini verme koşullarını sıkılaştırdı. Yani 2014 yılına gelindiğinde Türkiye ekonomisinin mevcut sermaye birikim rejimi altında hane halklarına yönelik kredilerde daha fazla genişlemeye gidilemeyeceği açık hale gelmişti” diye anlattı.
BÜYÜMEYİ SÜRDÜRME ÇABASININ SONUCU: İCRA DOSYALARI
Aynı dönem kredi kartlarındaki harcamalar azalırken bu azalmanın ihtiyaç kredilerindeki artışla ikame edildiğini anlatan Karaçimen, “Özellikle 2016 sonrası dönem iktidarın ne pahasına olursa olsun büyümeyi sağlayarak kaybettiği siyasi zemini tekrar kazanma hedefi üzerinden şekillendi. Bunun tüketici kredilerine yansıması, örneğin 2016 ve 2020 yıllarında görüldüğü gibi tüketici kredileri kullanımını teşvik için dönem dönem faiz indirimleri yapılması oldu. Çok yakın zamanda gündeme gelen konut kredisi teşvikleri de yine bu bağlamda değerlendirilebilir. Sonuç emekçi sınıfların artan enflasyon, reel ücret kayıpları ve esnek istihdam koşullarında giderek daha da artan bir borç batağına saplanmaları oldu. Bugün icra dosyalarında görülen artış da hükümetin bu kredi genişlemesine bağlı büyümeyi sürdürme çabasının bir sonucudur” dedi.
"BORÇLANMA EMEK ÜZERİNDEKİ DENETİMİ ARTIRMANIN ARACI HALİNE GELDİ"
Karaçimen borçlanmanın çalışma ve yaşam koşullarına etkisini ise şöyle anlattı: “Ücretli çalışanların borçlanması bir yandan bankalar tarafından daha fazla sömürüye maruz kaldıkları anlamına gelirken diğer yandan sermayeye olan bağımlılıklarının arttırır. Türkiye toplumunda borçlanma giderek sermayenin emek üzerindeki denetimini arttırmanın önemli bir aracı haline gelmiştir. Tüketici kredisi, ücretli çalışana ileride değer üretme potansiyeline dayanarak verilir. Fakat günümüz emek piyasası koşullarında, artan esnekleşmeyle birlikte emek gücünün realizasyonu giderek daha da belirsiz bir hale gelmiştir. Yaygınlaşan güvencesiz ve esnek istihdam biçimleri bir yandan geçici işsizlik, reel ücretlerin durağanlaşması ya da gerilemesi gibi durumlarda kredinin bir ücret ikamesi gibi kullanımına neden olurken diğer yandan kredi geri ödemelerinin düzenli yapılabilmesini de giderek daha muğlak hale getirmiştir.”
"MÜCADELENİN BİR PARÇASI OLMALI"
Borçlanmadaki artış emekçileri borcu çevirmenin yollarını aramaya itti. Karaçimen bu yolların beraberinde getirdiklerinden şöyle bahsetti: “İşçiler güvencesiz iş koşullarını, daha uzun çalışma saatlerini ve daha ağır çalışma koşullarını kabul etmeye mecbur bırakıldılar. Bunun yanı sıra, işçiler bir yandan borçlanmalarındaki artışla sermayedara daha bağımlı hale gelirken, diğer yandan borçlu olmak; sosyal, ekonomik ve politik olarak karar mekanizmalarına etki edebilme gücünü de kısıtlayabilmektedir. Bu kısıtın ortadan kaldırılabilmesi için öncelikle bu borçların kimi zaman iktidarca dile getirildiği gibi emekçilerin sorumsuz harcamalarının bir sonucu olmadığının aksine son yirmi yılda uygulanan neoliberal politikaların kaçınılmaz bir sonucu olduğunun ısrarla ve tekrarla altının çizilmesi gerekir. Emekçilerin sorumlusu olmadıkları bu borcun ertelenmesi ve hatta silinmesi işçi sınıfı mücadelesinin önemli bir bileşeni olmak zorunda. Fakat elbette asıl önemlisi borçlanmayı bir zorunluluk haline getiren iş ve yaşam koşullarının değişmesi, onurlu bir yaşam için gerekli iş ve gelir güvencesinin sağlanması için mücadeleyi yükseltebilmek.”