04 Eylül 2022 02:12

Zulme karşı emekçi halkın vicdanı

Beş yıl arayla devlet, bürokrasi aracığıyla ailelere evlatlarının kemiklerini teslim ediyor. Her iki fotoğraf da Kürt sorununa yaklaşımı travmatik bir biçimde ortaya koyuyor.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Şerif KARATAŞ

Ağustos ayının son günlerinde Diyarbakır’da adliye çıkışında elinde kutu ile birlikte çıkan adamın görüntüsü egemen devlet anlayışını en travmatik bir şekilde bir kez daha ortaya koydu. 29 Ağustos’ta Mezopotamya Haber Ajansı, Diyarbakır Adliyesinde elinde kutuyla çıkan bir kişinin görüntüsünü paylaştı. Görüntüdeki kişi Erzurum’un Karayazı ilçesinden gelen Ali Rıza Arslan’dı ve 7 yıl önceki Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki çatışmalarda yaşamını yitiren 28 yaşındaki oğlu Hakan Arslan’ın kemiklerinin olduğu kutuyu taşıyordu; hafızlarda yer edindi. Ezilenler ve yoksullar için devletin ifadesini de ortaya koyan bu görüntünün ardından Baba Ali Rıza Arslan ile BBC Türkçe’den Hatice Kamer konuştu. Oğlunun kemiklerini adliye binasından teslim alacağından habersiz olduğunu anlatan Baba Arslan şunları söylüyordu: “Ne savcı vardı ne de hakim, bir memur vardı. 28 yaşındaki oğlumun kemiklerinin olduğu kutuyu dolaptan çıkarıp elime verdiler, bunu hiç beklemiyordum. Gözlerim karardı, nefesim kesildi. Sanki o an tüm Diyarbakır başıma yıkıldı. İçinde oğlumun kemiklerinin olduğu o kutuyu nasıl teslim aldım, nasıl götürdüm hatırlamıyorum, kahroldum.”

KARGOYLA AİLEYE CENAZE TESLİM EDİLDİ

29 Ağustos’un benzeri yakın zamanda yine yaşanmıştı. Aileye kargoyla cenaze ulaştırılmıştı. Dersim’de 2017’de çatışmada yaşamını yitiren PKK’li Agit İpek’in ailesine 2 yıl sonra cenazenin bulunduğu bildirildi. Diyarbakır’dan Dersim’e giden aile verdiği kan örneği sonrasında DNA testi sonucu cenazenin İpek’e ait olduğu kesinleşti. Tunceli Başsavcılığı, adli tıptan gelen cenazeyi PTT Kargo yoluyla Diyarbakır’a gönderdi. Cenaze, anneye çağrıldığı adli emanette koli içinde verildi. Agit İpek’in annesi Halise Aksoy Mezopotamya Ajansına konuşmuştu. Adliyeye çağrılan Aksoy, “Suçumun ne olduğunu sordum ‘Dosyada gizlilik var’ deyip söylemediler. En son aradıklarında ‘Emanetiniz var, adliyede, gidin alın’ dediler, ne olduğunu söylemediler. Adliyede emanet bölümüne ‘Alın oğlunuzun kemikleri” dediler. PTT barkodlu bir paket içinde, diyecek bir söz bulamıyorum” ifadelerini kullanmıştı.

Beş yıl arayla devlet, bürokrasi aracığıyla ailelere evlatlarının kemiklerini teslim ediyor. Her iki fotoğraf da devletin iktidarını elinde bulunduranların Kürt sorununa yaklaşımını travmatik bir biçimde ortaya koyuyor. Ve şimdilerde çokça eleştirilen ve tepki gösterilen tek adam rejiminin inşa edildiği bir dönemde yaşandı. Tekçilik anlayışı yeni değil tabii devlet için… Cumhuriyetin kuruluş yıllarından günümüze kadar süregelen ve devam ettirilmek isteniyor…

"BEN ALMAYAYIM O 5 LİRAYI, HELAL OLSUN"

Bu iki örnek, Türkiye devrimci hareketin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın cenazesinin ‘teslim edilişini’ hatırlattı. Kaypakkaya’nın cenazesi Diyarbakır’da babasına teslim edilmişti. 24 Ocak 1973’de Dersim’in, Vartinik köyü, Mirik mezrasında kaldığı ev askerler tarafından basıldı. Arkadaşı Ali Haydar Yıldız yaşamını yitirirken, Kaypakkaya yaralı olarak kurtulmuştu. Saklandığı köyde ihbar üzerine yakalanan Kaypakkaya, yaralı halde karda, buzda yürütülmesi sonucu ayakları donmuş ve hastanede, biri hariç bütün parmakları kendinden izin almaksızın uyutularak kesildi. İyileşen Kaypakkaya’ya dört ay boyunca işkence yapıldı. 16 Mayıs’ta bitişik hücrede kalan Siverekli bir kadın, işkenceye götürülürken görür onu. Baba Ali Kaypakkaya oğlu için Diyarbakır’a gelir. Gerisini 20 Mayıs 2016’da T24’te yazı yazan Yusuf Nazım’ın kalemine bırakalım:

Omuzlarında, dünyanın bütün ağırlığını taşımaktadır şimdi. Morga oğlunu almaya gider.

“Git tabut getir” derler.

Tabut yaptırır, ceset bozulmasın diye ilaç, kefen alır.

Kafası kesilmiş, kasıkları parçalanmış, vücudunda delikler olan oğlunun cesedini bir torbaya koyar, tabuta yerleştirir. 5 liraya bir hamal tutar. Cenazeyi ve tabutu taşır, içine koyarlar. Hamal babaya döner;

“Ne oldu, bu nedir?​” der.

“Oğlumdur” der baba, “Solcuydu, burada, işkencede öldürdüler, onun cenazesidir” diye karşılık verir.

Bir babaya, bir de cenazeye bakar, Diyarbakırlıdır hamal, ağlamaya başlar;

“Ben almayayım o 5 lirayı, helal olsun” der, hıçkıra hıçkıra ağlar, yürür, gider…”

Diyarbakırlı hamalın tutumu ise bize emekçi halkın devlet zulmüne karşı alınması gereken vicdanlı tutumunu gösteriyor. Aksi durumda egemen devletin zulmü, ailelere evlatlarının kemiklerini torbalar içinde vermeye devam edeceğini ortaya koyuyor.

ÖNCEKİ HABER

İleri bakmak ve kendini yeniden yaratmak

SONRAKİ HABER

TFF'ye silahlı saldırıya ilişkin gözaltına alınan 3 kişi serbest bırakıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa