Adana’nın sineması, sinemanın Adana’sı
Halil İmrek Adana'daki sinema kültürü üzerine yazdı.
Fotoğraf: Altın Koza Film Festivali
Halil İMREK
Çukurova, çok zengin tarım topraklarına sahip bir yöredir. 17. yüzyılın sonundan bu yana iskan, idari yapı, tarım ve sanayi politikalarındaki radikal dönüşümlerle birlikte insan hareketliliğinin yoğunlaştığı bir bölge olur. Toprak verimli olunca Suriye’den, Toroslar’dan, Doğu’dan insanlar gelmiş. Verimli topraklarda savaşlar yaşanmış, toprak kana bulanmış. Adana, 1900’lerin başından itibaren, pamuğa bağlı ekonomisiyle bir sanayi kentine dönüşür. İnsan hareketliliğinin de merkezinde olan şehrin, toplumsal ve kültürel alanı da ekonomik alanı kadar canlıdır.
120 YILLIK SİNEMA GELENEĞİ
Adana için sinemanın geçmişten gelen bir önemi var. Yaklaşık 120 yıllık bir sinema geleneği var. Özellikle 1960 ve 1970’li yıllarda sinema Adana’nın en önemli ekonomik, toplumsal ve kültürel faaliyetlerindendir. Çünkü Adana bir işçi şehri idi ve kitlesel üretimden kaynaklı bir refleksle kitlesel bir eğlence aracı olan sinemaya ilgi büyüktü. Diğer yandan işçilik düzenli bir çalışma ve düzenli bir gelir demekti, bu düzenlilik kendine ait bir eğlenme ve dinlenme zamanını mümkün kılıyordu. Bu dönemde şehirde 120 kadar sinema salonu faaliyettedir. Mahalleler fabrikaların etrafında oluşmuştu ve bu mahallelerde en az bir yazlık sinema vardı. Bu salonlar ayrıca o dönem “gece” politik grupların kültürel etkinliklerine de ev sahipliği yapıyordu.
Adana’nın taşlı yolları, Arnavut kaldırımları, taş köprüsü, fayton arabaları, sivrisineği-sıtması ile hayatı yoksullar için cehenneme çeviren sarı sıcağı, bire üç veren tarlaları, portakal bahçeleri, çeltik, çırçır pres fabrikaları, kabadayılık, eşkıyalık, ağa-ırgat çelişkisi ve farklı milletlerden halklar mozaiği ile Çukurova adeta sinemanın doğal bir platosudur. Çukurova’daki sosyal, ekonomik koşullar ve çelişkiler; filmciler için çarpıcı bir malzeme sunmuştur. Pamuk işçilerinin zorlu yaşam mücadelesi, işçileşen topraksız köylüler, sanayileşmeyle birlikte gündeme gelen işçi yaşamı gibi pek çok konu önce edebiyatta işlenmiş, bu edebiyat sinemaya kaynaklık etmiştir. Bölgedeki bu derin çelişkiler, pek çok senaryoya esin kaynağı olmuş, ülkenin sorunlarını sinema diliyle aktarmada elverişli bir yöre olma özelliğini sürdürmüştür.
"BİR FİLMİN TUTACAĞI ADANA’DA BELLİ OLUR"
Cumhuriyetin ilk yıllarından yetmişli yılların sonlarına dek vizyona giren yerli ve yabancı filmlerin tutup tutmayacağı Adana’da belli olur. Hazırlanan filmler önce Adanalının beğenisine sunuluyor, beğeni toplarsa Anadolu ve Türkiye’ye yayılıyordu. Sabahın erken saatlerinde fabrika ve tarlalarda çalışmaya giden işçilerin en büyük zevki, akşam gazoz ve çekirdekle 2-3 bin kişilik yazlık sinemalarda film izlemekti.
Adana sadece bir şehir değil Anadolu’nun yarısını çevresinde toplayan bir merkezdir. Adana sinemaya birçok yönden etkide bulunmuştur. Sinemanın ilk kaynağı edebiyattır. Adana hem en önemli edebiyatçıların şehri hem de eserlerin mekanıdır. Sinema için ulaşımı kolay doğal bir platodur. Adana en büyük film dağıtım merkezidir. Canlı sanat yaşamı ile onlarca sinemacı (yönetmen, yapımcı, oyuncu, senarist) yetiştirmiştir. Adana, İstanbul’u etkileyen bir seyirci potansiyeline sahiptir. Bu seyirci için özel olarak filmler yapılmaktaydı. Bu seyirci giderek kendi yaşamının sinemada temsilini talep etmiş ve bunu kabul ettirmiştir. Ayrıca Adanalılar arasında güçlü bir hemşehrilik dayanışması vardır. Adana Altın Koza Festivali bu etkinin bir başka ayağını oluşturmaktadır. Yılmaz Güney olağanüstü sinema yeteneğiyle Adana’nın bütün bu etkisini şahsında toplamıştır. Bu açıdan Adana’nın sinemadaki etkisi Yılmaz Güney’de temsil edilmektedir.
GÜNEY’DEN ANADOLU’YA: BANA SAHİP ÇIKIN
İstanbul, Yılmaz Güney şahsında bu etkiye uzun süre salonlarını kapatarak direnmiştir. Onların oturmuş bir seyircisi, onun izlemekten zevk aldığı film konuları ve bu ihtiyacı hem yaratan hem de karşılayan film firmaları vardır. Yılmaz Güney bu sinema anlayışına karşı Anadolu’dan destek ister. “İkisi de Cesurdu” filminin galası için gittiği İzmir’de şunları söyler: “Hayatımızı anlatacağım filmlerde. Bir şeye ihtiyacım var. Yani İstanbul’da Anadolulu olduğum için horluyorlar. Bana sahip çıkın.” Bütün bu süreçte Adana ve onun temsil ettiği Anadolu Yılmaz Güney’e kol kanat germiş, kendinden olana sahip çıkmıştır.
Yükselen toplumsal hareket ve onun yarattığı kültür egemen sınıfların çıplak şiddetiyle karşılandı. Sinema kitlesel bir sanat olma özelliğiyle baştan itibaren sıkı bir sansürle denetlenmeye çalışılmıştır. Yetmişlerin ortalarında önce faşist terör; kahve taranması, sinema bombalanması sokakları tehlikeli hale getirdi, ardından darbe ve onun ürünü olan neoliberalizm bütün yaşamı yeniden yapılandırdı. Örgütsüz, güvencesiz esnek çalışma boş zamanı da denetim altına aldı. Oluşan boşlukta televizyonla dolduruldu. Bin kişiyle duygudaşlık oluşturan sinema salonları teker teker kapandı. Halk sinemayı televizyondan izler oldu. Festivaller bu manzarayı bozan bir işlevle özel bir anlam kazanıyor. Ama asıl değişim emekçilerin işçi kalarak, bir sınıf olarak hak ettikleri değeri kazanmalarıyla olacak. Adana bu sınıf bilincinin bir merkezi olmaya bugün de adaydır.