Politik sinema nedir?
Volkan Koyutürk politik sinemanın özelliklerine dair yazdı.
Görsel: Kanlı Pazar filminden bir sahne
Volkan KOYUTÜRK
Politik sinema kavramı flu bir kavramdır. Örneğin hangi filmlere politik diyoruz, hangi filmlere politik demiyoruz? Ya da “Ben politik sinema yapıyorum,” diyen bir kişi bir sinema türünden mi bahsetmektedir, yoksa kendi tavrından mı? Wayne’e göre; “Tüm filmler politiktir, ancak her film aynı tarzda politik değildir” Bu açıdan baktığımızda politik olmayan bir film yoktur. Her film şu veya bu ölçüde politiktir. Aristoteles’in “İnsan politik bir hayvandır,” sözünü hatırlayacak olursak, bu söz insanın politik olmaktan kaçamayacağını özetleyen bir sözdür. Doğalında politik olmama da politik bir tavırdır. Sinemanın politik gücü ise onun kitlelerle kurmuş olduğu özel ilişki biçiminde yatmaktadır. Hiçbir sanat sinema kadar kitlelere bu denli maddi bir şekilde nüfuz edememiştir. Bu nüfuz ediş, sinemanın anlatım gücü ve araçsal özgünlüğünde yatmaktadır. Sinema anlaşılabilir bir sanat dalıdır. Yani onu anlamak için özel entelektüel bir çabaya, hatta okuma yazma bilmeye dahi gerek yoktur. Aynı zamanda bir filmi izlemek, kolektif bir eylem hatta kimi zaman bir duygudaşlık içerisinde olur.
BİR KİTLE KÜLTÜRÜ OLARAK SİNEMA
Sinemanın geniş halk kesimiyle kurduğu bu bağ onun politik bir araç olmasını da sağlamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan sinema, tekelci kapitalist çağın ürünüydü. Bu bağlamda sinema şehir ve kitle kavramlarından bağımsız düşünülemez. Sinema hiç kuşkusuz bir kitle kültürü olarak ortaya çıktı. Şehirli, yoksul halk eğlencesi olarak ilk çekilen görüntüler panayırlarda gösterildi. Pek çok entelektüelin kitlelere olan güvensizliğinin bir ürünü olarak, kitleleri küçümseme, onları kaba, cahil ve bir “kütle” olarak görme eğilimi söz konusuydu. Bu yaklaşım sinemayı da bir sanattan çok “kütleleri” eğlendiren bir sirk aracı olarak görmelerine sebep oldu. Böylece sinema daha ilk ortaya çıktığında politik bir tartışmanın parçası oldu.
Politik olana dair şeyler aynı zamanda etik olana da dairdir. Doğalında politik bir sinemadan bahsederken saf sanatsal, estetik kategorilerden ziyade, aynı zamanda eserin etik bir takım problemlerle ilişkilenmesi ve ortaya bir tez koyması demekti. Bu bağlama içerik(öz) politik sinemada önemlidir. Sinema sadece anlattığı konu bağlamında değil, teknik açıdan da politiklik içerir. Kamera hareketi, kamera açısı, sahne, kadraj, kadrajın içinde ve dışında kalanlar birer politik göstergeler bütünüdür. Eisenstein, Vertov, Godard gibi pek çok yönetmen tekniğin politikliği üzerinde durmuşlardır. Diğer bir olgu politik sinemanın toplumsal hareketlilikle olan organik bağıdır. Halk hareketleri, sınıf mücadeleleri politik sinemayı etkiler ve onu besler. Sovyet Devrimi Sovyet sinemasını, faşizm ve sonrası Yeni Gerçekçiliği ve Yeni Dalgayı, ’60’ların öğrenci hareketleri militan sinemayı, ulusal kurtuluş mücadeleleri Üçüncü Dünya sinemasını etkilemiştir.
SİYASAL TAVIR ALIŞ BİÇİMİ OLARAK SİNEMA
Politik bir film nedir, sorusuna bu açıdan yeniden dönecek olursak, politik film sinemada bir siyasal tavır alış biçimidir. Fakat bu siyasal tavır alış biçimi, muhalif hatta sol-sosyalist bir tavır alış biçimiyle özdeşleşmiştir. Bu siyasal tavır politik-siyasal ilişki biçimlerinin eleştirisini yapmakla birlikte, yeni ilişki biçimini de ortaya koymaktır. Bu bağlamda Hollywood sineması, Musolini dönemi ve Hitler dönemi faşist sinemalar birer politik sinemalar olmakla beraber Marksist terminoloji açısından ilerici sinema değillerdir. Öyleyse ilerici sinema politik sinemanın belirgin özelliği durumuna gelmiştir. Bu bağlamıyla bu tip bir sinema Sovyetlerle beraber başladı diyebiliriz. Sovyetler Birliği kurulduğu andan itibaren Sovyet önderler sinemanın gücünün farkındaydılar. Özellikle Lenin ve Stalin sinemaya çok büyük bir önem atfetmişlerdir. Bunun sebepleri arasında, yüzde 80’inin okuma-yazma bilmediği bir ülkede sinema propaganda temelli bir görsel matbaa olacaktı. Propaganda trenleriyle sinemayı Sibirya’ya kadar götürdüler. Sovyetler sinemayı sadece salt bir propaganda aracı olarak da görmediler. Aynı zamanda bu yeni sanat formunun ne olduğuna dair bir sorgulama işine giriştiler. Dünyadaki ilk sinema okulunu açtılar. Sinemayı bilimsel, felsefi düzlemde tartıştılar. Eisenstein, Vertov, Kuleşov, Pudovkin önemli birer sinemacı oldukları gibi, önemli birer kuramcıdırlar da. Hollywood sinemasını hem biçim hem de içerik açısından kapitalist dünyanın bir temsili olarak görüyorlardı. Vertov bu bağlamda dramayı halkın afyonu olarak gördü ve dramaya karşı bir savaş açtı. Kamerayı stüdyo ortamından çıkararak sokağa indirdiler, yıldız-kahraman oyuncu mantığını atarak, sıradan insanın kahramanlaşmasını sağladılar. Bununla birlikte yeni düzenin toplumsal dinamiklerinin bir anlatısını yaptılar. Sovyetlerde gelişen bu sinema tartışmaları ( Eisenstein-Vertov) , kendisinden sonraki İtalyan Yeni Gerçekçiliği, İngiliz Belge Okulu, Yeni Dalga, 1960’larda karşı kültür hareketleri, militan sinema ve Üçüncü Dünya sineması başta olmak üzere büyük bir politik sinema külliyatını etkiledi.