Laikliği hakkıyla savunma görevi
CHP’nin başörtü çıkışı, AKP iktidarının el yükseltip tartışmayı anayasa değişikliği düzeyine çekmesi, AKP ve havuz medyasının “aile düşmanı LGBT” temalı nefret kampanyası, Erdoğan’ın ona seçimi kazandırmasını istediği TÜGVA’cılara “muhafazakâr devrimciler” diye hitap etmesi… Son haftaların siyaset gündemi bildiğimiz gibi, Türkiye gençliği olarak bir süredir bitmeyen bir “muhafazakârlık yarışı”nın kombineli seyircisi yapılmaya çalışılıyoruz. Bir yanda kültürel iktidar ve muhafazakâr toplumsal yaşam iddiasıyla bütün hayatımızı “dinselleşme” ile karanlığa boğan, laikliğe savaş açan uygulamaları-politikalarıyla iktidar güçleri, diğer yanda “laiklik” gibi ihtiyacı çok daha fazla hissedilen bir talebi savunmayı bırakalım iktidarla “Kim daha muhafazakâr” yarışına giren “muhalefet” güçleri. Türkiye gençliğine servis edilen “muhafazakârlaşma” tabakları arasında öyle büyük farklar da yok dolayısıyla. Tarikat/cemaat yurtlarına, kadınların toplumsal yaşamın her alanında gericilik tarafından neredeyse esir alınmasına, LGBTİ’ler için hayatta kalınan her günü cehenneme çeviren nefret/tehdit iklimine itiraz eden yok. Düzen siyasetinin direksiyonu seçim aritmetiğine, Türkiye’nin “toplumsal kodları” ve “muhafazakâr seçmen”i kazanma kavgasına, muhafazakârlık yarışına kırılmış gidiyor. Laiklik mi dediniz? O konu tartışma dışı.
AKP’NİN "MUHAFAZAKÂR DEVRİMİ"
Erdoğan’ın son konuşmasında TÜGVA’nın genç kadrolarına yakıştırdığı “muhafazakâr devrimci” kavramı felsefi terminolojide Schmitt ve Heidegger gibi Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sında, iktidarı ele geçirmiş ve faşizmi dünyaya en ağır acılarla tanıtmış Nazi Partisi’yle çeşitli biçimlerde ilişki kurmuş, hatta kimileri için doğrudan Nazi Partisi’ne üye olmuş filozoflar için kullanılıyor. Heidegger’in öncülük ettiği bu filozoflar yalnızca bir siyasi tercihe değil; işçi devrimi korkusu, modernizm ve ilericiliğe karşı düşmanlık, aydınların toplumsal konumuna itiraz, rasyonel ve bilimsel düşünce sistemlerine karşı metafizik/muhafazakâr düşünce gibi yönleriyle “vatana ve toprağa bağlılığın”, “doğaya ve insana dönüş”ün teorik zeminini ve ruh halini hazırlayan bir “manevi devrim”e, “muhafazakâr devrim”e önderlik etmişlerdi. Bu “muhafazakâr devrimciler”, yalnızca Nazi iktidarının ve tek adam (Führer) rejiminin değil, aynı zamanda bugün aşırı sağ ve faşizm kategorisinde anılan neredeyse bütün siyasi organizasyonların siyasal/ideolojik zeminini hazırlamışlardı. AKP’den Almanya’nın AfD’sine, Fransa’nın Ulusal Birlik Partisi’ne aşırı sağ ve faşizmin bütün temsilcileri aynı kavram ve söylem hattında yürüyor yolunu.
Elbette Erdoğan’ın konuşmasının Heidegger referanslı olduğunu ya da TÜGVA’nın AKP’nin “muhafazakâr devrim” misyonunu yerine getirebileceğini iddia etmiyoruz. Ancak bu konuşmanın kuşkusuz bir anlamı var. Zira Erdoğan’ın gençlere gösterdiği “muhafazakâr devrim” yolu, tarihsel referanslara yaslanmasa da Nazizm’in, aşırı sağın, faşizmin, AKP’nin dinselleşme ve gericilik adımlarındaki güzergahı işaret ediyor. Çünkü Türkiye gençliği uzun süredir dinselleşmenin, muhafazakârlaşmanın, toplumsal yaşamın dogmatik-mukaddesatçı değerlerle kuşatılmasının sancılarını çekiyor. Tarikat yurtlarındaki baskılara dayanamayıp intihar eden Enes Kara’dan cemaat ve tarikatların hedef göstermesiyle İstanbul Sözleşmesi’nin iptal kararına, zorunlu din dersleri ve Kur’an kurslarından kampüslere üçer beşer inşa edilen cami/mescitlere, sanki Türkiye gençliğinin bulunduğu/bulunmak zorunda olduğu her alan “muhafazakârlaşma” ile zapt edilmeye çalışılıyor.
LAİKLİK İÇİN MÜCADELE GENÇLİK İÇİN NEDEN ÖNEMLİ?
Dolayısıyla Türkiye gençliğinin önünde laikliği “hakkıyla” savunmak gibi acil ve ertelenemez bir görev duruyor. Lise ve ortaokullara kadar uzanan cemaat/tarikat örgütlenmelerinden kadınların “güvenli alan” talebini hedefe alan İstanbul Sözleşmesi kararına ve LGBTİ’leri sınırlı yaşam alanlarında dahi nefessiz bırakmayı vaaz eden diyanet fetvalarına kadar gençliğin en temel yaşam alanları, iktidar saldırıları ve “muhafazakâr devrim”in hedefinde. Dolayısıyla laiklik, basit bir devlet ilkesinden çok daha fazlası, bu “muhafazakâr devrim” diye ifade edilen ve sosyal yaşamı/kamu kurumlarını zapt eden gericiliğe karşı mücadele etme sorunudur. Sorunumuz, gençlik mücadelesinin, laiklik mücadelesinin taleplerini bütün toplumsal yaşamı kuşatan “muhafazakârlaşmayı” yaracak biçimde içererek büyümesi sorunudur. Sorun, tarikatların üniversite yönetimlerinden teknokentlere uzanan örgütlenmelerine karşı özerk üniversiteyi savunma mücadelesiyle, iktidar-sermaye saldırılarına karşı bilimsel/eleştirel düşünceyi, toplum yararına üniversiteleri savunma mücadelesinin iç içe geçmesi sorunudur. Sorun, imam hatip okullarının AKP’nin örgütsel kadro rezerv alanları olarak kullanılmasına karşı mücadeleyle imam hatip lisesi öğrencilerinin parasız-demokratik lise mücadelesinin iç içe geçmesi, imam hatip lisesi öğrencilerinin eğitimde gericileşmeye karşı bilimsel eğitim mücadelesine kazanılması sorunudur.
Gerçek bir laiklik mücadelesi, laiklik talebinin gençlik mücadelesinin “merkezi” sorunlarından biri olması bu “muhafazakâr devrimi” tersine çevirebilir ancak. Bunun olanakları da bugün çok daha fazladır. Türlü saldırılara rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden bir adım geri adım atmayan kadınlardan yok sayılmayı kabul etmeyen LGBTİ’lerin direncine, üniversitelerde bürokratik ve politik engellere rağmen kadın topluluklarında bir araya gelmekten, cinsel taciz önleme birimleri için mücadele etmekten vazgeçmeyen genç kadınların ısrarından liselerde taciz-şiddet sarmalına karşı dünden çok daha güçlü ses çıkaran, etek boyuna, giydiği kıyafete karışan öğretmen/müdür baskısına karşı mücadele etmeyi öğrenen liseli genç kadınların mücadelesine… Laiklik mücadelesi, adı konulmasa da, reel siyasetin deve güreşinde görünmese de uzun süredir Türkiye gençliğinin gündemindedir. Şimdi bu gündemi gençliğin daha geniş kesimlerinin talepleriyle büyütme, “muhafazakârlık yarışı” yapan siyasi partilerden lise/üniversite yönetimlerine, yurt müdürlerinden sermaye örgütlerine hatırlatma zamanıdır.
Evrensel'i Takip Et