Gençlik ve siyaset miti-1 | Gençmiş “siyasete karışmasın”mış, karışacak!
Evet, siyasetin bugünkü icracıları için gençlerin kendi siyasetini yapması “suçludur.” Ancak değişime yön verecek, özlemleri karşılayacak olan siyaset bu “suçlu” formda hayat bulabilir.
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
2019 yerel seçimlerinin, AKP’nin yenilgiyi kabul etmemesi nedeniyle tekrar edileceğinin ilan edildiği 6 Mayıs günü seçimin galibi Ekrem İmamoğlu’nun kolları sıvayıp yaptığı konuşma büyük gündem olmuş, gençlik başta olmak üzere “değişim” fikrinde ortaklaşan toplumsal kesimlerde heyecan yaratmıştı. Yazımızın başlığının gönderme yaptığı bölümde ise İmamoğlu “Sanatçıymış konuşamazmış, konuşacak” diyerek gençlik kesimleri içerisinde sembolik anlamları olacak şeyler de söylemişti. Aynı konuşmada “Artık kişi, grup, parti, dernek, vakıf ve cemaatlere yer yok” gibi sloganvari ifadeler de beğeni toplamıştı. Aslında İmamoğlu’nun aynı konuşmada iş insanlarına değil sanatçılara yaptığı çağrının ve vakıf/partilere değil “cemaatlere” yönelik tepkisinin daha fazla öne çıkmasının belli sebepleri vardı. “Sanatçılar” gibi toplumun aydın kesimlerinin siyasete dahli ve “cemaatlerin” siyaset dışına itilmesini ifade eden vurgular, sanki gençlik içerisinde geleneksel siyaset pratiklerine yönelik tepkinin ifadesi gibiydi. Dolayısıyla konuşmanın bu bölümlerinin beğenilmesi, “anti-geleneksel siyaset” anlayışının da bir tür dışavurumuydu. Demokratik, liyakat esaslı, profesyonel işi olmayan ve günlük değişimlerin içerisinde katılımcı biçimde üretilecek bir “siyaset”, başta gençlik olmak üzere mevcut siyaset düzeninden yaka silkmiş kesimleri heyecanlandırıyordu.
Ancak bu heyecan kısa sürdü. Geleneksel siyasete öfke, hacmini genişletip CHP’yi de içerecek biçimde çok daha fazla tepki çekmeye başladı. İmamoğlu’nun konuşmasının vurgularında sivrilen yeni tarz siyasetin tohumları, sanki filizlenemeden kayboluverdi. Şimdi ise bunun nedenleri açık değilmiş gibi bir “neden” aranıyor, gençlik ve siyaset ilişkisi bağlamında gençliğinin siyasal eğilimlerine dair tespitler yapmak, alışkanlıkları, özellikleri, tercihleri üzerine konuşmak “moda” bir konu oluyor. Bu kısa yazıda niyetimiz, bu tartışmaların hepsine girmek değil, gençlik ve siyaset arasında kurulan bazı mitsel ilişkilere açıklık getirmek.
GELENEKSEL SİYASET: KOPUŞ MU SÜREKLİLİK Mİ?
Öncelikle, gençliğin geleneksel siyasetle arasına koyduğu mesafe reddedilemez bir gerçek. Gençliğin birikmiş ve acil problemlerine neredeyse hiçbir düzen partisinden somut çözüm bulamaması da bu mesafeyi büyütüyor. Siyaseti daha “dar” anlamıyla tanımlamak ve ancak “reel siyaset” düzlemindeki (parlamentodaki vb.) tartışmaları siyasetin icra edilen biçimi olarak görmek bu mesafenin dayanağı oluyor. Ancak tüm bu tabloya rağmen “geleneksel siyasetten kopuş” biçiminde bir reaksiyondan bahsedemeyiz. Elbette mevcut siyaset düzleminin örgütlenme modelleri gençlerin içinde bulunup siyaset yapabileceği modeller değil. Katı hiyerarşiyi, biatçılığı, kulisçiliği teşvik eden, inisiyatifsiz olmayı teşvik eden bu siyaset düzeni baştan aşağı çürümüştür ve siyasetin bu görüntüleri başka kesimlerden daha yoğun biçimde gençlik içerisinde tepki çekiyor. Zira bu nizam, bizzat siyasi partiler kanunuyla, siyasi partilerin programlarıyla garanti altına alınıyor, siyasetin “abc”si olarak örgütleniyor. Dolayısıyla gençlik için bu siyaset düzeninin parçası olmak, “arzulanan” bir şey değil. Ancak geleneksel siyasete duyulan bu doğru tepkinin örgütlü siyaseti ortaya çıkardığını da söyleyemeyiz. Daha çok bu tepki, geleneksel siyasetten “kısmi beklentiler” ya da siyaseti suçlulaştıran bir ilgisizlik ile sonuçlanıyor.
Örneğin demokratik üniversite talebinin Boğaziçili öğrencilerin mücadelesiyle Türkiye’nin dört bir yanında karşılık bulmasından bir süre sonra, rektörlerin seçimle başa gelmesinin ancak iktidar değişimiyle gerçekleşebileceği fikri üniversitelilerde kabul görmeye başladı. Demokratik üniversite talebi bir anda “seçime havale edilen bir sorun” oluverdi. Başka bir örnek; birçok üniversitede yapılan %50-100 düzeylerindeki yemekhane zamlarına yönelik bir yandan ciddi bir tepkinin oluştuğunu ancak bir yandan da “kriz ortamında” bu koşulları normal gören veyaşamsal “düzenlemeleri” ancak gerçekleşecek iktidar değişikliğinin işi olarak gören bir anlayış da kısa sürede egemen oldu. Yani, kalıcı birlikler etrafında “sürekli” bir mücadele anlayışının “gözden düştüğü” bir sürece tanıklık ettik. Dolayısıyla sıcak mücadele deneyimlerine rağmen üniversitelerin öncelikli sorunlarını ancak “geleneksel siyaset”in çözebileceğine yönelik bir fikir birliği ortaya çıktı. Haliyle, gelecek mücadelesini yarına erteleyen, bugünün sorunu olarak kavramayan bir “siyasal” konumun, ne kadar kavgalı olsa da “değişimin” tek yolunun geleneksel siyasetten geçtiğine inanması, CHP’nin bütün pratiğine rağmen kolları sıvanmış bir İmamoğlu konuşmasına “tav” oluması, doğal bir sonuç oluyor.
“SİYASETSİZ BİR SİYASET” SORUNLARIMIZI ÇÖZER Mİ?
Yukarıdaki anlayış ile çok uzak olmasa da siyasetle kurulan ilişkinin “sakıncalı” bulunduğu bir eğilim de gençlik içerisinde yaygın biçimde uç veriyor. Son yıllarda üniversitelerde neredeyse her türlü hak mücadelesi, meşru görülen her talep “siyasetten uzak” olmasına bağlanıyor, örgütlü siyasetin -ortaya çıkmamış- ilk biçimleri “suçlu” ilan ediliyor. Dolayısıyla sürecin başarısı siyasetle değil siyasetsizlikle, talepleri/eylemleri “siyasallaştırmamak” ile koşullandırılıyor. Kurumsal-geleneksel siyasete yönelik öfke ve tepki, başka bir siyaseti değil “siyasetsiz bir siyaseti” konforlu görüyor.
Ancak bu siyaset-dışı konum ile geleneksel siyasetin “gönülsüz” parçası olma tutumu arasındaki ayrım hiç de keskin değil. Örneğin, talebi için harekete geçen, somut mücadelenin bir şekilde parçası olan ancak siyaset ile kurduğu ilişkiyi “dışarıdan” tarif eden gençlik kesimleri içerisinde arzu edilen siyasetin katılımcılık, çoğulculuk, temsiliyet gibi kavramlarla tarif edildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, örneğin “bu türden bir demokrasinin gelişmesi için ne yapmalı” sorusuna yönelik verilen cevap için bir kafa karışıklığı durumundan bahsedebiliriz. Halbuki anti demokratik bütün yasaların yürürlükten kaldırılması, gençliğin yönetim mekanizmalarına katılabilmesi, temsil hakkına sahip olabilmesi gibi demokratik talepler için en başta bunun “deneyimleneceği” birliklerin inşa edilmesi gerekir. Dolayısıyla demokratik üniversite talebini kazanmanın yolu, bizzat ülkenin geleneksel siyaset biçimini de olumsuzlayan bir sürecin örgütlenmesiyle mümkün olabilir. Siyasetle kurulan “doğru” bir ilişki, Türkiye’de umut edilen “siyaset” biçiminin bulunduğumuz en küçük alanlarda inşa edilmesiyle gerçekleşebilir. Siyaset, günlük yaşamımızdaki mikro alanlarda, güç ilişkilerinin olduğu her yerde yeniden inşa edilen bir süreç. Dolayısıyla siyaset kaçılması, uzak durulması mümkün olmayan bir olgu olarak kavranılmalıdır. Evet, siyasetin bugünkü icracıları için bahsettiğimiz siyaset formu “suçludur.” Ancak siyaset, siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir ve değişime yön verecek olan, özlemleri karşılayacak olan siyaset bu “suçlu” formda hayat bulabilir.