Felaketten sonra…
Deprem sonrasında gelişen toplumsal teyakkuz, halkın çıkarları doğrultusunda ve demokratik bir şekilde gerçekleştirilmesi için yürütülecek mücadeleler için de muazzam bir rezerv oluşturuyor.
![Felaketten sonra…](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/229659.jpg)
Fotoğraf: AA
Foti BENLİSOY
6 Şubat sabahına gelinceye kadar siyasal gelişmelerin etrafını kuşatan toplumsal atmosferin temel karakteristiği siyasal apati ve ataletti. Birbirini izleyen iki depremin hemen ardından söz konusu olan o muazzam toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma dalgası bu durumu bütünüyle değiştirdi. Toplumsal ruh durumunda gerçekleşen bu sarsıcı değişim siyasal güç ilişkilerinde önceden tahmin edilmesi güç kaymaları tetiklemeye aday.
Bu ihtimal karşısında en duyarlı olan elbette iktidar koalisyonunu oluşturan güçler. Şefçi rejimin alametifarikası olan yürütmenin aşırı merkezileşip bağımsızlaşmasını mümkün kılan en önemli faktör, halkın kendi kaderini tayin etmeye dönük güçlerinde gerçekleşmiş büyük erozyondu. Bu durumun değişme emareleri gösterdiği her momentte rejimin sert tepki vermesi bir tesadüf değil. Rejim toplumu sürekli olarak mini şoklarla afallatıp, onu türbülansa sokarak, onun tepki verme, kendi geleceğine yönelik alternatif stratejiler oluşturma kabiliyet ve kapasitesini sürekli olarak tahrip ederek var oldu.
Ana akım parlamenter muhalefetin seçim odaklı siyasal stratejisinin de bu duruma katkı sunduğunu vurgulamakta yarar var. Muhalefetin iktidar meyvesinin olgunlaşıp kucağına düşmesini, başka bir deyişle iktidarın eninde sonunda kendi yarattığı çelişkilerin altında kalmasını esas alan stratejisi, toplumsal tepkilerin açığa çıkmasını, iktidar karşıtı öfkenin kurumsal siyasetin hayli dar kalıplarının dışına taşmasını kolaylaştırmıyordu. Tam tersine ana akım parlamenter muhalefet, esas olarak seçimleri “beklemeyi” öngören siyasal stratejisiyle toplumsal ataleti besleyen bir rol oynuyordu.
6 Şubat günü birbirini takip eden iki yıkıcı deprem bu siyasal denklemi berhava etti. İktidarın yıllardır kafamıza kazıdığı “büyük ve güçlü Türkiye” imgesi enkaz altında kalırken daha kısa süre öncesinde öngörülmesi mümkün olmayan bir toplumsal enerji açığa çıktı. İktidar daha ilk günden bu büyük toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma dalgasına karşı açık tavır aldı, onu bir tehdit olarak gördüğünü açık etti. Bu fiili dayanışma hareketinin depremin felaketli sonuçlarının asli sorumlusunun bizzat iktidar olduğu önermesini istese de istemese de yaygınlaştıran bir teşhir mekanizmasına dönüşme potansiyeli sergilediğini muhtemelen daha ilk günden fark etmişti. Aslında tarafsızlaştırılıp rejim merkezli yardım faaliyetine entegre edilmesi hiç de zor olmayan “AHBAP”ın dahi bu düşmanlıktan dolaylı olarak da olsa payını alması bunun delili.
Dahası var: Deprem sonrasında gelişen toplumsal teyakkuz, bu felaketin asli faillerinden hesap sorulması, yeniden inşa faaliyetinin inşaat ve müteahhitlik firmalarının değil de halkın çıkarları doğrultusunda ve demokratik bir şekilde gerçekleştirilmesi için yürütülecek mücadeleler için de muazzam bir rezerv oluşturuyor. Üstelik bu adı konmamış dayanışma hareketi, Türkiye’nin şu son yirmi küsür yılına damga vurmuş, inşaat sektörü odaklı büyüme modelinin eleştirisini de gündeme getiriyor. Felaket kapitalizminin tam teşekküllü bir siyasal temsilcisi olarak felaketi siyasal ve sosyal güç ilişkilerini kendi lehine değiştirecek bir vesile addeden iktidar için bu ciddi bir tehdit.
Felaket sonrasında hakim düzenin o güne kadar bastırdığı dayanışmacı ve kolektivist enerjilerin açığa çıkması, karşılıklı yardımlaşmaya dönük aşağıdan girişimlerin gün yüzüne çıkması, felaket ya da afet literatüründe çok tartışılmış, çokça vurgulanmış bir husus. Bir felaket sonrasında insanların neredeyse otomatikman birbirlerinin kurduna dönüşeceğine, herkesin birbirinin üzerine basarak kendini kurtarmaya çalıştığı bir Hobbesçu cehennemin hakim olacağına dair klişe, Hollywood ve güvenlik analistlerinin ideolojik bir fantezisinden ibaret. Tam tersine kural olan, felaket sonrasında kooperasyon ve kolektivizm temelli toplumsal inisiyatif ve enerjide bir patlamanın gerçekleşmesi.
Fıtratı itibariyle aşağıdan gelişen inisiyatifler karşısında tedirgin olan iktidarı korkutan tam da bu patlama. Zira deprem sonrasında gündeme gelen toplumsal mobilizasyon, iktidarın siyasal manevra sahasını daraltıyor, onu sürekli olarak savunmada kalmaya zorluyor. Bu nedenle açığa çıkmış bu enerjinin rejim içi yardım ve hayırseverlik mekanizmasının bir aparatı haline getirilerek soğurulması, onun daha radikal ve politik sektörlerininse açık zor yoluyla sindirilmesi rejim için hayati önemde.
Adı konmamış toplumsal dayanışma hareketinin sindirilmesi için alternatif yol ve yordamların gündeme getirilmesiyle karşılaşmamızın nedeni bu. Bir yandan “yağmacılık” başlığı altında bir “ahlaki panik” kışkırtılıyor. Özellikle mülteciler “yağmacı” olarak stigmatize edilerek kriminalleştiriliyor, deprem mağdurlarının bir bölümü bir başka bölümüne karşı kışkırtılarak deprem sonrasında oluşmuş toplumsal seferberlik paralize edilmeye çalışılıyor. Diğer yandan depremin ilk şokunu atlatan iktidar kendi hayırseverlik mekanizmasını seferber ederek toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma pratiklerini soğurmaya, onları mümkünse rejimin birer aparatı haline getirmeye çalışıyor. Son olarak da bu toplumsal dayanışma hareketinin daha politik unsurları devletin zor aygıtı yoluyla sindirilmeye, tasfiye edilmeye çalışılıyor.
İktidar böylece deprem sonrası açığa çıkmış toplumsal enerjiyi soğurarak inisiyatifin esas olarak kendisinde olduğu eski normale geri dönmek istiyor. Bunun gerçekleşmesi durumunda rejimin felaketi bir fırsata çevirmesinin, depremi siyasal güç ilişkilerini lehine çevirecek radikal adımların bir mazeretine dönüştürmesinin önünde hiçbir engel kalmayacağı açık. Seçimin ertelenmesi ya da depremin yarattığı tahribatın yeni bir rant kapısına dönüştürülmesi böylece mümkün hale gelecek.
Yaşadığımız felaketi bir başka felaketin bahanesi kılacak bu ihtimalin karşısında durmak hepimizin boynunun borcu. Siyasal güç ilişkilerinde deprem sonrasında iktidar aleyhine yaşanmış kaymanın nedeni şu ya da bu muhalefet liderinin “sağlam durması” falan değil. Ana akım muhalefeti peşinden sürükleyip “radikalleştiren” depremin kışkırttığı toplumsal teyakkuz hali. Bu teyakkuzun süreğen kılınması, mevcut toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma pratiklerinin muhtevasının derinleştirilmesi, hesap sorma ve yeniden inşa odaklı yeni mücadelelerin bir dayanağı haline gelmesi, önümüzde duran kelimenin gerçek anlamıyla yaşamsal bir görev.
Cennet için mücadele biz istesek de istemesek de felaketin yarattığı cehennemin bağrında, felaketin neden olduğu bu korkunç enkazın üzerinde yürütülecek. Bu düzenin “mezar kazıcıları”, devasa bir mezarlığın üzerinde kavga verecek.
Evrensel'i Takip Et