Rant ve yağma siyasetinin yıkıcı kuvveti
İnsana ve beşerî yaşama öncelik veren bir yaklaşım ancak ve ancak işçi ve emekçilerin milyonlarla birleşerek bu politikaların izlenmesini dayatmalarıyla mümkün olabilecek.
![Rant ve yağma siyasetinin yıkıcı kuvveti](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/229393.jpg)
Antakya | Fotoğraf: DHA
A. Cihan SOYLU
Ülkenin “İslami değerler” esası üzerinden yönetilmesini savunan çok sayıdaki tarikat-cemaat şefi ve mensupları da dahil olmak üzere milyonlarca kişi, 21 yıllık AKP-Erdoğan yönetiminin en azından söylemde dini değer yargılarına ve dine önem verdiğini ileri süren bir yönetim olduğunda hemfikir olmalıdır. Erdoğan’ın bu süre boyunca yüzlerce kez “yaratılanı severiz yaratandan ötürü” diye söylev verdiği de inkardan gelinemez. Bu söylemdeki ayrımcılığı bir yana bırakalım. Ama “yaratılanlar”ın çok büyük kesiminin -on milyonlarcasının- aynı Erdoğan tarafından siyasi farklılıklar gerekçeli olarak “millet”in dışında hatta “millete karşı” gösterilerek kiminde “hain” kiminde “milli güvenlik sorunu”, kiminde “terörist” konum ve kutbunda gösterildiği de unutulmuş olamaz. En üst düzeydeki devlet yöneticisinin devlet denen aygıtı temsilen, politikalarına muhalif gördüğü ve çeşitli talepleri için mücadeleye yönelen insanları “alçaklar, şerefsizler, sürtükler” vb. sözlerle küfre ve aşağılamaya “layık” gördüğü de biliniyor olmalıdır. Bu sözlere benzer sözlerin deprem bölgesinde kurulan “devlet kürsüsü”nden haykırılması, kulaklara “küpe oldu “mu, bilinmez ama, depremi “kader planının bir parçası” ilan ederek Bahçeli ile birlikte “Ne yapalım yıkıcı emir Tanrıya aittir, bu sonuçları doğuran da Tanrıdır, herkes kaderine rıza göstermelidir!” demeye getirdiği unutulur gibi değildir.
Değildir çünkü bu sözler sadece “inananların” duygularının sermaye siyasetine alet edilmesini ifade etmiyor; kendi deyişiyle “Türkiye Cumhurbaşkanı” olarak başında bulunduğu devlet aygıtının yıkımdaki sorumluluğunu örtme amacı da taşıyor. Bu tutum ve söylem; 13.5 milyon insanın yaşamını on binlerce ölü, yüz bini aşkın yaralı ve yıkıma uğramasına karşın canlı varlığı devam edenleri büyük ve çok yönlü sorunlarla yüz yüze getiren deprem için öncesinden alınması gereken önlemler alınmadığı, deprem sonrasında da kurtarma çalışmalarının zamanında ve yeterli şekilde yürütülmediğini söyleyenlere karşıdır. Bu biliniyor ve iktidar ortağı Bahçeli de aynı tutuma ortak olduğunu depremden 8 gün sonra yaptığı konuşmasında itiraf etti. Sadece ülkenin her tarafında yaşayan ve insani özellik ve hasletlerini yitirmemiş olanların değil ülke dışında birçok başka ülkeden de yardım kampanyası düzenleyen ve kurtarma çalışmalarında katılmak için seferber olanların kurtarma-dayanışma ve yaşatma çabasına karşı karartma, aşağılama ve yok sayma tutumu o kürsülerde sergilenirken, siyasal-askeri güç ve yetkiye güvenle savrulan tehditlere sebep, devlet yöneticilerine almadıkları önlemler nedeniyle bunca çok büyük yıkımların yaşanmasının hatırlatılmasıdır. Yaşanan büyük yıkımın yol açtığı sonuçlardan biri de yardım için koşturan, yardım isteyen insanların bireysel ya da kalabalıklar halinde “suçlu ayağa kalk ve hesap ver!” diye haykırmalarıdır.
Yollar, konut inşaatları, su, elektrik-doğal gaz, kanalizasyon şebekeleri bilimsel kriterler gözetilmeksizin rant ve yağma siyasetinin gereklerine uygun şekilde yapıldı. Yönetim aygıtının merkezi ve yerel sorumluları buna izin vererek, yapı denetim sorumluluğunu yerine getirmeyerek, imar afları ilan ederek katıldılar. Bu durum depremin daha büyük yıkıma, daha fazla kayıplara yol açmasına sebep oldu. Öyleyse birkaç yağmacı yüklenici suçlanarak bu durum geçiştirilemez, geçiştirilmemelidir. Siyasal-askeri ve ekonomik güce hükmederek muhalifleri-ki bölgenin yıkımı doğrudan yaşayan milyonlarının yanı sıra ülkenin hemen tüm işçi ve emekçilerini bedenleri- zihinleriyle, yürekleri -beyinleriyle vurmuştur-, hakaretlerle susturmaya çalışmak beyhudedir. Ne “siz kimsiniz, kendinizi ne zannediyorsunuz?” tehditleri ne de böylesi büyük yıkımlar sırasında ortaya çıkabilecek asılsız kimi söylentilere sığınarak gerçekleri karartmayı başarabileceğini sanan dezenformasyon başkanlığının yönettiği iktidar asalağı trol ordusunun karanlık uğraşı gerçekleri örtemez. Bu kez çünkü doğrudan doğruya konuşan, yaşadığı büyük yıkımın içinden suçluya suçunu haykıran halkın kendisidir! “İlk 72 saat devletin yardımı olmadı. AFAD, Kızılay, kimse gelmedi” diyen sadece dürüst ve namuslu gazeteciler değil, Hatay’dan, Maraş’tan, Adıyaman’dan, Malatya’dan binlerce kişidir. Bu kez susturmak kolay olmayacak.
Ama elbette tüm bunlardan daha da fazla önemli olan unutmamaktır! Depremde yaşanan onca yıkım ve kayıpların bir deprem ülkesi olan Türkiye’de, ülkenin her kenti için özel önlemlerin alınması zorunluluğunu yeniden ortaya koyduğunu unutmamak gerekir. Devlet iktidarı yöneticilerinin önlem alma sorumluluğu taşıdığını unutmamak gerekir. Ve yine unutmamak gerekir ki, “milletin ve ülkenin menfaati” üzerine ‘mangalda kül bırakmayan’ burjuva politikasıyla onu var kılan sermaye düzeni olduğu sürece insan yaşamına dayatılan öncelik sermayenin daha fazla kâr güdüsü olacak, insana ve beşerî yaşama öncelik veren bir yaklaşım ancak ve ancak işçi ve emekçilerin milyonlarla birleşerek bu politikaların izlenmesini dayatmalarıyla mümkün olabilecektir. Yaşanılanlardan öğrenmek-onlar ne denli acı verici ve yıkıcı da olsa- aynı şeyleri yeniden ve aynı şekilde yaşamamak da demektir. Tüm yaşam ve çalışma alanlarında emekçi birliğini daha geniş daha sağlam şekilde inşa etmek, hem böylesi büyük doğa olaylarının yıkıcı sonuçlarını azaltmak hem de rant ve yağma düzeni ve aygıtına karşı mücadeleyi ilerletmek ve suçlulardan hesap sormak için şarttır.
Evrensel'i Takip Et