19 Şubat 2023 04:45

İyi insanlar, kanatlı melekler ve ‘canavar’

Dünden bugüne bir anda yok olan bir devlet değil; var olma biçiminin yarattığı çelişkilerin halk nezdinde daha da cisimleştiği bir süreçten bahsedebiliriz.

İyi insanlar, kanatlı melekler ve ‘canavar’

Fotoğraf: AA

Ekinsu Devrim DANIŞ

2009 yılında İkitelli Basın Ekspres Yolu Ayamama Deresi’nin taşmasının sonucunda 31 kişi yaşamını yitirmişti. Sel sularına Pameks Tekstil şirketinin bahçesindeki kapalı kasa bir servis minibüsünün arkasında yakalanan 7 kadın işçi boğularak hayatını kaybederken Erdoğan şu sözleri sarf etmişti: “Yağışlar nedeniyle izahı mümkün olmayan felaketlerle karşı karşıya kaldık. Araştırıldığında burada meydana gelen olay yüzyılda bir olur ya da uzun bir süreci kapsayan felaketlerdir.” Toplamda 31 kişinin canına mal olan bu sel felaketinde yaşamını yitirenler ise “felaketin bilançosu” manşetleri ile görülmüştü gazete sayfalarında…

Zonguldak, Davutpaşa, Van, Soma, Bartın… Ardı arkası kesilmeyen yüzyılın felaketlerinde ölüm hep emekçilerin kader planına dahil edilirken “İzahı mümkün olmayan” bir felaketle daha karşı karşıya kaldık. 40 bine yakın yurttaşın kaybedildiği depremi “asrın felaketi” olarak nitelendiren Erdoğan “Bu coğrafyanın tarihte gördüğü en büyük deprem felaketiyle karşı karşıya kaldık” dedi.

***

Risk Toplumu adlı eserin yazarı olan Ulrick Beck’e göre risk toplumu bir çeşit felaket toplumudur. Riskin öngörülemezliği risk toplumunun en büyük tanımlayıcısı haline gelirken; olağanüstü hal, bir rutine dönüşür. Beck, kapitalizmi denklem dışı olarak gördüğü bu tanımlama içerisinde kaynağı belirsiz bir risk tanımının ‘felaketin faili’ni nasıl hayaletleşebildiğini de göz ardı eder. Nereden geleceği belli olmayan, her an büyük bir felakete sebep olabilecek ‘tekinsiz’ bir risk tehlikesi ile yaşamanın bir mecburiyet olduğu anlatısı, kapitalizmin ideolojik meşruiyet sahası haline gelir. Sahiden de altı kaygan bir zeminde inşa edilmiş ve yıkılmaya mahkum bir kapitalist düzenin; ayakta durabilmek için ‘öngörülemez’ ve kaynağı belirsiz riskler ile yüz yüze olduğumuza toplumu ikna etmeye ihtiyacı var.

Peki, gerçekten de bu ‘sosyal cinayet’ olarak nitelendirilebilecek katliamın sorumlusu belirsiz mi? Depremin ilk gününden itibaren özellikle Hatay ve Adıyaman gibi yıkımın daha fazla olduğu illerde arama kurtarma ekiplerinin bölgeye gelmekte gecikmesi ve halkın enkazlar ile baş başa kalmasının ardından “Devlet nerede?​” sorusu hiç olmadığı kadar çınladı memleketin gündeminde. Nasıl oluyor da dün olan devlet bir anda hızlıca yok olabiliyor? Devlet var olma biçimi ile bir hayalet gibi kılık değiştirerek kendini burjuva niteliğinden sıyırabildiği ve gizlediği oranda var olageldi aslında. Dolayısı ile dünden bugüne bir anda yok olan bir devlet değil; var olma biçiminin yarattığı çelişkilerin halk nezdinde daha da cisimleştiği bir süreçten bahsedebiliriz. Bunca zaman işçilerin emeğini ucuzlaştıran, sömüren; halkı ekonomik kriz ve yoksulluk ile sınayarak açlığa mahkum eden; savaşın ve krizin faturasını milyonların sırtına yükleyen; gençliği geleceksizleştiren burjuva devlet; bugün yokluğu ile yeniden tanımlanıverdi. Elbette, devletin varlığı ve yokluğu ile paralel bir şekilde bilinç sıçraması da ‘bir anda’ ya da ‘aniden’ gerçekleşemez. Dolayısı ile “Nerede bu devlet?​” sorusu da sadece bugünün aciliyetli ihtiyacından temellenen bir soru değildir. Deprem, yangın, sel, pandemi ya da iş cinayeti gibi örneklerde ya da kriz anlarında berraklaşan çelişkiler her ne kadar bir harekete ya da kıvılcıma sebep olmuyor gibi görünse de toplumun hafızasında birikiyor.

***

Peki, gelelim burjuva devlet iktidarının tek adam yönetimine… Sahiden de karşımızda yönetemeyen, beceriksiz, felç geçirmiş bir iktidar mı var? Kapitalizmin, felaketlerin yol açacağı hasarın ardından doğan ‘onarılma’ ihtiyacını ‘lütuf’ olarak değerlendirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. ‘Felaket kapitalizmi’ olarak da adlandırılan bu model, deprem sonrası yeniden yapılanma süreci, inşaat, altyapı, sağlık hizmetleri ve diğer ihtiyaçların karşılanması için birçok şirketin ve çetenin de kâr etme fırsatıdır. Rant-yağma düzeninin çarkını döndürenlerin ‘Türkiye tek yürek’ diyerek halktan çaldığı paralar ile yaptığı şov ise halkın doğalından ve kısıtlı imkanları ile sürdürdüğü dayanışmanın altında kalmıştır. Fakat depremin ilk gününden itibaren süregelen bu dayanışma sadece ayni yardım ve bağışlar ile sınırlı kalmamalı; fabrikalar, iş yerleri ve üniversiteler bir mücadele alanına çevrilmelidir. Aksi halde ‘yardıma muhtaçlık’ üzerinden sürdürülecek palyatif politikalar ile yaralar geçici olarak sarılacak ve yönetenler bu şekliyle yönetmeye devam edecek.

***

Bugün geldiğimiz durumda ise büyük oranda bir “yönetememe” ve koordinasyonsuzluk sorunundan bahsediliyor. Adeta başına güneş geçmiş bir tur rehberinin akıl tutulması yaşayarak tur otobüsündeki yolcuları kaybetmesi gibi “talihsiz” bir olay olarak lanse ediliyor devletin pozisyonu. Oysaki müteahhitlerin kazanç hırslarında halkı ölüme mahkum eden,  depremin ardından dahi depremzede işçileri hukuksuzca işten çıkaran patronlara teşvik yağdıran bu rejimin yönetemiyor olduğunu söylemek büyük bir yanılgı olacaktır. Felaket, yıkım, iş cinayetleri, birbirine karışmış enkazlar… Tüm bunlar tam da kapitalizmin yönetme biçiminin ta kendisidir. Dolayısı ile bu kriz daha beceriklisinin daha ahlaklısının ya da en vicdanlısının çözeceği bir mesele değildir. Aksi halde Mor ve Ötesi Grubunun Solisti Harun Tekin’in “Her depremde enkaz altında kalmamak için sokakta birbirimize iyi davranmamız gerekiyor. Bu ikisinin arasında bir bağlantı var. Yaya geçitlerinde yayalara yol vermemizle, yaptığımız evin kalitesi arasında bir bağlantı var” ifadelerinde somutlaşan depolitize edilmiş bir iyilik galip gelecek. Bu manevi çerçevede düşünüldüğünde kanatlanmış melekler 159 saat sonra bir mucize yaratarak 2 yaşındaki Yavuz’u kurtarabilir elbet… Ya da Gaziantep’in Nizip ilçesinde, depremden 147 saat sonra kurtarılan 12 yaşındaki Eylül’e, ‘Aç mısın?​’ diye sorulduğunda, ‘Tokum, yemek yedim’ cevabı vermesi de bir maneviyatın vuku bulmuş hali olabilir. Devlet Bahçeli’nin bu sözleri ile iyiliğin böylesi metafizik bir düzlemden kurulmasının böylesi bir bağı var işte. Ve tam da o sırada canavar ellerini ovuşturuyor, farklı kılıklar içerisinde şekilden şekle girerken sıvışmayı beceriyor. Devlet, iktidar, patron, müteahhit… Tüm bu bağlantılar grileşirken canavar ellerini ovuşturarak kaçıyor… Sahi, fail kimdi?

***

Canavarın ağzından kan damlıyor. Canavar iyilik ile kötülüğü aşkın bir ideolojiden besleniyor; ama doymak bilmiyor. Tüketiyor, hasta ediyor, öldürüyor ve güçleniyor. Malatya’daki Mil-May Tekstil isimli fabrikanın evleri yıkılan ve yakınlarını kaybeden işçilere işe devam etmemeleri durumunda iş akitlerinin feshedileceğine dair attığı mesaj sorumluyu işaret ediyor.

Ama Mil-May tekstil patronu yaya geçidinde yayalara yol da veriyordur belki. Bizi kurtaran bu safi iyilik değil fabrikalara ve işyerlerine yayılacak örgütlü bir dayanışma olacak.

Evrensel'i Takip Et