19 Şubat 2023 01:21

“Asrın felaketi”nin defteri: Bugünden hesap sormak için…

Bilim insanlarının, meslek örgütlerinin uyarılarına rağmen ve henüz birkaç ay önce AFAD’ın yaptığı deprem tatbikatına rağmen devletin bu konuda neredeyse hiçbir hazırlığının olmadığını gördük.

“Asrın felaketi”nin defteri: Bugünden hesap sormak için…

Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel 

Ömer Furkan ÖZDEMİR

14 Şubat akşamı deprem bölgesinden dönerken otobüste yaptığım birkaç sosyal medya paylaşımımdaki genel izlenimlerimi gazetedeki arkadaşlarımın ricası üzerine bir kere de bu kısa yazıyla paylaşmak istedim. Paylaşalım, yazalım ki unutulmasın. Hepimiz gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı not düşmeye devam edelim. Yurttaşları hala enkaz altındayken, kurtulabilenler soğukta aç ve açıkta iken zerre sorumluluk hissetmek bir yana kendilerine sorumluluklarını hatırlatanlara ve halka parmak sallayanların, not tutanların sebep oldukları “asrın felaketi”nin defterini tutalım. Günü geldiğinde filan değil bugünden hesap sormak için. Sabaha karşı Adana’daki kız kardeşimden gelen telefonla öğrendim depremi. Ardından bir türlü düşmeyen telefon aramalarıyla nihayet birkaç saat içerisinde tüm aile üyelerimin “iyi” olduklarını öğrenebiliyorum ama bu konuşmalar depremin şiddetine dair bir fikir verse de yine de yarattığı yıkımın büyüklüğüne dair bir tablo oluşturamamıştım kafamda.

Ertesi gün Adana’ya ulaşabildikten sonra bir yakınımın şu sözü deprem ve sonrasındaki tablonun daha ilk andan anlaşılmasının anahtarıymış oysa: Biz burada her şeyden önce sabah 5’te Soylu’nun, “Bu uluslararası yardımı da içeren bir alarm seviyesidir” sözünden anladık durumun vehametini. Çünkü bunlar kendi yarattıkları güçlü devlet imajı zarar görmesin diye “Kolay kolay uluslararası yardım talebinde bulunmazlar”.

Ailemin iyi olduğunu biliyordum ama oralarda “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” bir devlet var mıydı, bundan emin değildim. Günün ilk ışıklarıyla birlikte deprem bölgesine acil yardım gönderilmesi için ayrı ayrı seferber olmaya başlayan Kocaeli’deki halk dayanışması refleksinin yine tüm Türkiye’deki halk dayanışmasıyla eşzamanlı olduğunu hep birlikte gördük. Emek ve demokrasi güçlerinin, inisiyatiflerin, meslek örgütlerinin, gönüllü yurttaşların kendiliğinden ve ilk andan başlayan çabalarının sonraki günlerdeki hayati anlamını ve önemini hep birlikte gördük. Çünkü ben ve birçok arkadaşım ilk gün itibariyle bu yardımların devletin kurtarma operasyonlarına destek olacağını düşünüyorduk. Ama gördük ki ortada ne organize olabilmiş bir kurtarma operasyonu ne de yurttaşlarını açıkta bırakmayacak bir sosyal devlet vardı. Yıllardır hepimizin gözü önünde gerçekleşen bu yıkım ve tasfiyeye rağmen yine de ilk olarak “yok artık bu kadar da değildir” diye düşünüyor insan. Ama evet bu kadar da değil dediğimiz her an yaşadığımız o duyguyu bu depremde artık son kez yaşadık, yaşamalıyız, çünkü hepimiz gördük o kadarmış.

Halkın ortaya koyduğu aynı refleksin ve örgütlenmenin devlet tarafından gösterilemediğini ilk olarak 7 Şubat Salı günü ulaştığım Adana Havalimanında gördüm. Sadece o gün bile en az 100 uluslararası yardım ve ekip taşıyan uçağın indiği Adana’da özellikle madenciler de dahil gelen ekiplerin saatlerce havalimanında beklemek zorunda kaldıklarına tanık oldum. Tüm bu karmaşa ve gecikme ise hemen herkes tarafından dile getirilen, belirsizlik, koordinasyonsuzluk ve koordinasyonu sağlaması gereken yetkililerin sürekli talimat ve izin bahanelerini öne sürdüğüydü. Her şey apaçık ortadaydı. Yıllardır bilim insanlarının, meslek örgütlerinin tüm uyarılarına rağmen ve henüz birkaç ay önce AFAD’ın yaptığı deprem tatbikatına rağmen devletin bu konuda neredeyse hiçbir hazırlığının olmadığını yaşayarak görüyorduk. İlk 2,5 günün sorumlular tarafından nasıl harcandığını böyle gördüm. Üstelik henüz yıkımın görece az olduğu, halkın bir kısmının enkazlar başında yakınlarının kurtarılmasını beklerken diğerlerinin korku ve endişeyle sokaklarda beklediği Adana’da tablo böyleyken yerle bir olan bölgelerdeki durum kim bilir nasıldı. Bu arada, ilk andan beri mevcut kapasitesinin üç katı çalışan, sorun oluşan pistine rağmen aralıksız hizmet verebilen ve ilk hafta boyunca da deprem bölgesine bir tür nefes borusu işlevi gören Adana Havalimanının önümüzdeki yıl kapatılacağı bilgisini de eklemek gerekiyor. Çünkü yıllardır büyük bir inatla, inşaatının kah devam edip kah durduğu, ihale üzerine ihale yenilenen yeni bir havalimanı yapılıyor AKP iktidarı tarafından, üstelik Tarsus’ta birinci sınıf tarım arazisi üzerine.

Her şeyi rant ve kâr üzerine kurulu bir anlayıştan bu karar ve planın da hesabını sormak gerekiyor. Adana’da bazı ihtiyaçları tedarik etmeye çalışırken çalıştığım fakültenin dekanlığından aranıyorum, hocam aileniz Adana’daymış, siz ve aileniz iyi misiniz, ihtiyacınız nedir diye soruluyor. 12 yıldır çalıştığım üniversitede yaklaşık son 7 yıldır hiç tanık olmadığım bu yaklaşım beni şaşırtıyor, mutlu ediyor ve birkaç dakika sonra beni aslında 5-6 ay önce fakülte bölünmesi sonrası oluşan yeni fakülte yönetiminin aradığını idrak ediyorum. Ve kendi kendime, 2016 OHAL sürecinden itibaren bana ve pek çok arkadaşıma neredeyse ortalama 3 ayda bir soruşturma açmayı kendine görev addeden önceki dekan olsaydı herhalde neden izinsiz il dışına çıktın demek için arardı diyorum. Zaten olması gereken bir tutum ve yaklaşımı görmeye dahi muhtaç edildiğimiz bir tahribatı yaşıyoruz maalesef. Aile üyelerimin parça parça da olsa görece güvenli evlere yerleşmesinden sonra başta sendikam Eğitim Sen ve KESK olmak üzere, dayanışma örgütlerinin, demokratik kurumların, sosyalistlerin çağrısıyla bölgeye gelen gönüllü arkadaşlarıma özellikle yardımların tedariği ve dağıtımı konusunda yardımcı olmak üzere birkaç arkadaşımızla özellikle jeneratör için ihtiyaç duyulan yakıt ve aracın aldığı kadarıyla yükleyebildiğimiz soğuktan koruyucu kıyafet ve çeşitli acil ihtiyaç malzemeleriyle birlikte Antakya’ya doğru yola çıkıyoruz. Bölgeye ulaşma çalışanlar, yardım tırları, ambulanslar, bölgeden dönen tırlar, tahliye olabilenlerle dolu saatler süren bir yolculukla Belen’e, Serinyol’a çeşitli ihtiyaçları bıraktıktan sonra gece yarısı Samandağ’a vardık. Üşümekten utandım. Günlerce dondurucu soğukta enkaz başında, sokakta yardım beklemiş insanların karşısında nefesimin titrediği her an kendimden utandım. Bir sokaktan geçerken bu enkazda arama kurtarma yok mu yoksa bitti mi diye sorduğumda, eğer enkazın başında yardım talep eden birisi yoksa ekiplerin gitmediğini, yetersiz sayudaki arama kurtarma ekiplerinin ancak “bu enkazda yakınlarım var”, “bu enkazdan ses duydum” talepleriyle enkazlara gittiğini can hıraş bir çabayla yetişmeye çalıştıklarını öğrendim, gördüm. Devletin ilk 2 gün hiç gelmediğini söyledi neredeyse herkes. 2. günün akşamına kadar zaten tüm Türkiye devletin en yetkili organlarının felakete dair bir açıklama yapmasını beklemiştik. Nerede bu devlet? Bu ülke halkının en ihtiyaç duyduğu anda sorduğu ve sormaya devam etmesi gereken en haklı söz budur. Bunu Samandağ’da da duyduğumda ilk aklıma gelen ise Adana’daki ilk günümde havalimanında öğrendiğim bir detaydı: Depremden henüz birkaç saat sonra günün ilk ışıklarıyla onlarca insansız hava aracının deprem bölgesi üzerinde uçmaya başladığı ve deprem bölgesindeki yıkımı görüntülediği bilgisi. Yani devlet henüz ilk saatlerden itibaren bu yıkımın tablosuna vakıftı ancak olması gereken kurtarma ve yardım organizasonu sağlanamadı. Samandağ’da birkaç farklı noktada sosyalistlerin ve emek örgütlerinin gönüllü dayanışmasıyla bu bölgeye gelen yardımların hem merkezde bulunan yurttaşlara hem de özellikle devletin hemen hiç gitmediği köylere dağıtımı günlerdir uykusuz olan gönüllülerle dağıtımı yapılmaya çalışılıyordu. Ancak örneğin portakal fabrikası olarak bilinen noktaya gelen kaymakam ise bu noktanın ya afad’a devredilmesi ya da dağıtılmasını söylemekte beis görmüyordu. Bunun üzerine gönüllülerin kendisine verdiği “isterseniz şimdi şu an yardım kuyruğunda bekleyen bu yurttaşlara söylediklerinizi iletelim. Kaymakam buranın dağıtılmasını istiyor, diyelim. Bu söylediğinizi bize değil onlara söyleyin” cevabıyla da o noktadan uzaklaşıyordu. Ben döndükten sonra bu tür girişimlerin hem orada hem de bir çok başka yardım noktasında tehdit ve baskıya dönüştüğünü hep birlikte sosyal medya aracılığıyla gördük. Oysa orada görev yapan kimi polis ve askerlerin dahi günlük ihtiyaçlarını bu dayanışma merkezleri aracılığıyla giderebildiklerine şahidim. Ve sokak hayvanları. Şaşkınlıkla insanlar nerelerde toplandıysa oraların çevresine gelen, yıkımdan sağ kurtulabilen köpekler, kediler. Kendileriyle birlikte onları da dayanışmayla sarmalamaya, gelen yardım kolilerinden çıkan kuru mamaları gördükleri her sokak başına bırakan insanlar. Yani tüm sakinleriyle hayatta kalmaya çalışan bir Samandağ. Samandağ’dan sonra bir arkadaşımın aracıyla Antakya merkeze ve sonra Harbiye’ye geçtik. Acil talep edilen bir kısım ihtiyaç malzemelerini de buralardaki arkadaşlarımıza getirdik. Giderken Hatay merkezde bulunan Tarım Orkam Sen MYK üyesi Gazi hocayla ve Eğitim Sen şube yöneticisi Mutlu hocayla iletişim kurmaya, konum almaya çalışıyorum. Pek çok sendika üyesi arkadaşımın halen enkaz başında olduğunu biliyorum: “Hocam Hatay Deprem Dayanışması olarak bu konumdayız, çok teşekkürler, gelemezseniz de canınız sağolsun”. Dayanışma alanlarında emekçilerin, halkın ördüğü dayanışmaya herkes bir ucundan dahil oluyor. Depremin ilk gününden itibaren orada olan arkadaşlarımızdan nöbeti devralan Döne hoca her kanaldan gelen yardım taleplerine yetişmeye çalışıyor. Kocaeli’den gelen belediyelerin organize olabilmeleri dikkat çekiyor. Bunda deprem yaşamış bir il olmanın da katkısı vardır şüphesiz ancak kurdukları alanda insiyatif alabilen görevliler sayesinde de bunun olabildiğini görüyor insan.

Asıl olarak aşevi kurmak üzere gelen Karamürsel Belediyesinin yanlarında getirdikleri seyyar tuvalet, oldukça geniş bir alanda bir çok toplanma noktasının neredeyse tek tuvaleti omuş durumda. Çünkü Antakya’da da organizasyon ve ihtiyaç listesini ilk günden belirleyip gelen yardımları koordine edecek bir otorite ancak günler sonra ortaya çıkmış. Biz ulaştığımızda halen çadır yoktu ve dayanışma gönüllüleri bulabildikleri her türlü araçla, inşaat iskele demirleri üzerine gerilen Pazar brandalarıyla geçici çadırlar kurmaya çalışyordu. Ardından gönüllü yardımlarla belirli miktar kamp çadırı ve KESK çadırları da gelmeye başladı. Çadır. İnsan çadır deyince Kızılay aklına geliyor. Evet aklına geliyor çünkü gidebildiğim hiçbir bölgede bırakalım Kızılay çadırını Kızılay’a dair hiçbir şey görmedim. Çocukluğumun imgelerinden birisiydi, resim dersinde verilen bir ödevde yaptığımız resimler: Bir afet bölgesinde kurulu Kızılay çadırları ve sıcak yemek dağıtanlar. Antakya’da sıcak yemek kuyruğunda bir yurttaş, 4-5 kutu sıcak yemeği alıp ailesine götüren bir başka yurttaşa soruyor, yemekte ne var diye. Bilmem, bakmadım cevabını duyuyoruz, elindeki yemeklerle kim bilir kaç km yürüyecek olan yurttaştan. Güçlü devletin, günler sonra bir kap yemek bulabildiği için kendini şanslı hisseden yurttaşları bunu hak etmiyor. Enkaz altında halen yakınları olmasına rağmen ekipler bir türlü gelmediği için artık umudunu kesen ve kendisi gibi bir başına kalmış diğer insanlara yardım edenler bunu hak etmiyor. Yurttaşları enkaz altındayken onların selasını okutanları unutmayacağız. Devletin yapması gerekeni yapmadığı için kendi dayanışmasını ören emekçilerin, halkın dayanışmasını dağıtmak isteyenleri, yardımlara dahi çökmek isteyen kibri unutmayacağız. Her şeyleri kar ve rant üzerine kurulu olan ve ülkenin üzerine çökerttikleri iktidarlarını devam ettirmek için her şey geçtim, insanların yardım taleplerinin paylaşılabildiği en önemli iletişim kanalını, sosyal medyayı depremin ilk günlerinde kapatan, tepkiler yükselmeseydi açmayacak olan bir anlayıştan bahsediyoruz. Kötülüğün iktidarıdır bu ama öyle soyut bir salt kötülükten bahsetmiyoruz. Biliyoruz ki yurttaşını hatta yandaşını dahi düşünmeyen para, para ve daha fazla parayı düşünen ve bütün bir çıkar koalisyonunu gericiliği ve faşizmi tahkimle sürdürebilecek olan ve bunun beslediği bir kötülük bu. Bugünden hesap sormaya devam etmemiz gereken ve tuttuğumuz defteri her gün ve her gün yazmaya devam ederek bir halk dayanışmasıyla ülkemizin üzerine çöken bir felaket rejimini hep birlikte alaşağı etmemiz gerekiyor ve bunu mutlaka yapacağız. Gördüklerimi asla unutmayacağım. Bu yazıyı yazarken bile tanık olduklarımın birçoğunu kimsenin acısını daha fazla yükseltmemek için yazamadığım ama unutmayacağım birçok gerçeğin sorumlularından nefesim yettiği sürece hesap soracağım, bunu hep birlikte yapıyoruz ve yapacağız, biliyorum.

Evrensel'i Takip Et