12 Nisan 2023 04:45

Yazar İlhami Sidar: Yazar ne yargıçtır ne savcı, meseleyi çözecek olan ‘vicdan’

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Yazar İlhami Sidar’ın yeni romanı “Bizi Tüketen Ateş” raflardaki yerini aldı. Yazar yeni romanında iki farklı karakter üzerinden Kürt meselesini vicdani boyutuyla okura anlatıyor. Sidar, “Yazar ne yargıçtır ne savcı, meseleyi çözecek olan ‘vicdan’dır. Burada yazara düşen bakışları meseleye çevirebilmek, bunu yapabilmek için de duyguyu karşıya geçirebilmek” diyor. İlhami Sidar sorularımızı yanıtladı. 

Yeni romanınız Narin ve Cemil’in anlatımları üzerine kurulu. Romanı niçin iki ana karakter üzerinden kurguladınız?

Akutagava’nın “Raşomon” öyküsünde bir samuray cinayeti, farklı tanıklıklarla farklı bakış açılarından anlatılır, Orhan Pamuk da “Benim Adım Kırmızı” romanında benzer bir öyküyü bir nakkaşın cinayeti üzerinden kurgular ve cinayetle ilişkili olabilecek karakterleri kendi dilinden konuşturur. Bu çoklu anlatıcı tekniğini “Döşeğimde Ölürken” romanıyla en iyi uygulayanlardan biri de Faulkner. “Bizi Tüketen Ateş”, “Raşomon” ve “Benim Adım Kırmızı” gibi bir cinayet üzerine değil, bir savaş üzerine kurgulandı. Yetişme tarzları, alışkanlıkları, görgüleri, dilleri, kültürleri birbirinden farklı Narin ve Cemil bu topraklarda süregelen bitmek bilmez bir savaşın karşı karşıya getirdiği iki karakter. Narin’in Cemil’i, Cemil’in de Narin’i eksiksiz anlaması beklenemez. Şu halde Narin’i anlatırken Narin karakterine, Cemil’i anlatırken de Cemil karakterine bürünmek yani yazarı metinden silmek gerekir. Ben de bu metinde birbirini hiç tanımayan, görmeyen, bilmeyen bu iki karakterin hikayelerini yer yer geriye dönüşlerle, modern romana özgü iç monolog, bilinç akışı, pastiş gibi tekniklerden yararlanarak kendi pencerelerinden anlatmaya çalıştım.

"ÜLKEM ÖLSÜN BENİM İÇİN"

Romanda karakterlerin hikayelerini okurken, film sahnelerinden, fragmanlardan kesitlerin yanı sıra hem Türkiye hem de dünya edebiyatından öne çıkan yazarlardan kimi zaman alıntılar kimi zaman da atıflar var. Yazar olarak bu tercihinizi nasıl açıklarsınız?

Daha önce “Sadakat”, “Sonbahar Rüyası” ve “Gitmediğim Bir Yerde” romanlarımda yazınsal metinlerle sinema metinleri arasında sıkça gidip geldim. “Bizi Tüketen Ateş”i de katacak olursak son dört romanım, modern edebiyat klasiklerinin yanı sıra başta Kubrick olmak üzere, Bergman, Godard, Bertolucci, Lynch, Kieslovski, Kusturica gibi birçok sinema klasiğiyle de ilişki kuran metinler. Bu romanda sözgelimi Narin karakterinin çıkış noktası Kubrick’in “Full Metal Jacket” filmindeki Vietnemlı keskin nişancı. Roman kurgu olarak da Kubrick’in “Fear end Desire”, “Paths of Glory” Full Metal Jacket” gibi savaş temalı filmlerine yakın. Söz gelimi yönetmen, “Fear and Desire”da bir Alman ve bir Amerikan komutanı, içinde bulundukları savaşı, iç monolog ve bilinç akışı gibi tekniklerle kendi bakışlarından yansıtır. Ne Alman komutanı ne de Amerikan komutanı yargılar, her birini zengin iç çözümlemelerle birey olarak verir. Ben de “Bizi Tüketen Ateş”te Narin ve Cemil karakterlerini savaşçı olmaktan çok birey olarak vermeyi tercih ettim. Öte yandan “Paths of Glory” filminde generalinden aldığı emri yerine getirmek için oldukça isteksiz davranan, savaşı sürekli sorgulayan ve generalin vatanseverlik üzerine attığı nutka, “Vatanseverlik korkakların son durağıdır” diye karşılık veren Kirk Douglas’ın canlandırdığı karaktere, çokça da “Full Metal Jacket”e göndemeler var romanda. Kim bilir Kubrick’e ilham veren de Joyce’un “Ulysses”inde geçen şu diyalog olmuştur: “Sen vatanı uğruna ölürsün. Herhalde. Böyle bir şey dilediğimden değil. Ama ben derim ki ülkem ölsün benim için. Şu ana dek bunu yapmış değil. Onun ölmesini istemedim ben. Kahrolsun ölüm. Yaşasın yaşam!”

Bir bakıma Yüzbaşı Cemil “Paths of Glory” filminde Kirk Douglas’ın canlandırdığı karakter, “Full Metal Jacket” filmindeki savaş muhabiri, “Özgürlük Yolları” üçlemesinin Mathieu’sü, “Tatar Çölü” nün Teğmen Drago’su  ve isim babası olan “Yorgun Savaşçı”nın Cehennem Topçusu Yüzbaşı Cemil’inin aynasından yansıyan bir karakter. Narin’se birebir olmamakla birlikte gerçek hayatta karşılığı olan bir karakter, şimdi bile Diyarbakır’da hangi genç kızın kimliğini kazırsanız altından bir Narin çıkma olasılığı yüksek.

Yeni romanınızda, önceki romanlarınızda olduğu gibi, çözülmeyen ya da çözüme kavuşturulmak istenmeyen Kürt meselesi var. Narin karakterini bir Kürt kadının gözüyle, Cemil karakterini de rütbeli bir askerin gözüyle anlatıyorsunuz. İki farklı gözden Kürt meselesini neden anlatmak istediniz?

Birincisi Kürt sorunu hâlâ bir çözüme kavuşturulmuş değil ikincisi yazarın meseleleri çözümlemek gibi bir derdi olmamalı bence. O, “vicdan”ı temsil etmeli, metnini oluştururken etrafında olup bitenleri gözlemlemeli ve gözlediklerini kendi mizacının prizmasından yansıtmalı; evet, gerçeklik bu prizmada kırılmalara uğrar, belki de çarpıtılır ama anlatılan hikaye de ancak böyle bir metin değeri kazanır.

Neden iki farklı gözle Kürt meselesi hususuna gelince başta da belirttiğim gibi bu mesele sadece bir tarafın gözünden anlatılmış olsa sahiciliğini yitirir, objektif olmazdı, sonuçta yazar yargıç değil ama en adi bir dava bile mahkemeye taşındığında taraflar ve tanıklar dinlenir sonunda ona göre bir karar verilir. Burada dediğim gibi yazar ne yargıçtır ne savcı, meseleyi çözecek olan “vicdan”dır. Burda yazara düşen bakışları meseleye çevirebilmek, bunu yapabilmek için de duyguyu karşıya geçirebilmek. 

"HEPİMİZİN ÇOK İYİ BİLDİĞİ BİR HİKAYE"

ROMAN karakterlerinizi gerçek hayattan yola çıkıp kurgulayarak yazdınız. Türkiye’nin ’90’lı yıllarına ve sokağa çıkma yasaklarının yaşandığı yakın tarihe de ışık tutuyorsunuz. ’90’lı yıllar ile günümüz açısından bakınca “savaş korkusu ile barış umudu arasında” gelip giden bu süreci bir yazar olarak nasıl tarif edersiniz?

Romanın konusu, 2010’lu yıllarda geçer fakat karakterleri ete kemiğe büründürebilmek için onu kazımak gerekir, bu da ister istemez beraberinde geriye dönüşleri getirir. Bakıldığında 90’lı yıllar, 2000’li, 2010’lu yıllar bir bütünsellik arz eder. “Sadakat” 90’lı yılları, “Gitmediğim Bir Yerde” 2000’li yılları, “Bizi Tüketen Ateş” ise 2010’lu yılları kapsar. “Sadakat”in Miran Soylu’su, “Gitmediğim Bir Yerde”nin Senar Sipahi’si ve “Bizi Tüketen Ateş”in Narin’i birbirinden uzak değil, hatta Narin’le Senar Sipahi’nin Dağkapı küçelerinde karşılaşmış olmaları kuvvetle muhtemel. Flaubert, soranlara Madam Bovary benim der, ben de 90’lı, 2000’li ve 2010’lu yılları bütün travmalarıyla yaşamış biri olarak şunu diyebilirim ki Miran Soylu da Senar Sipahi de Narin de benim.

Bu süreci nasıl tarif ettiğime gelince bu üç romanda anlattıklarım bu sorunun cevabını bütün çıplaklığıyla verir diye düşünüyorum. Sonuç olarak “Bizi Tüketen Ateş”, adına savaş denen o korkunç uçurumun kıyısında savaş korkusuyla barış umudu arasında gidip gelen bir coğrafyada geçen bildik bir hikaye, aslında hepimizin çok iyi bildiği bir hikaye.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et