16 Haziran 2023 03:45

İşlek bir liman kasabasından ‘sürgünlerin’ kavşağına: Foçateyn

Sabancı Üniversitesi Temel Geliştirme Direktörü Öğretim Üyesi Dr. Emre Erol ile “Foçateyn: Foça’nın Büyük Dönüşümü” kitabı üzerine konuştuk. 

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Emre Erol (Fotoğraf: Ramis Sağlam / Evrensel)

Paylaş

Ramis SAĞLAM
İzmir

Kentlerin tarihinde önemli dönüşümler vardır. Bu dönüşümlere nereden baktığınız o dönüşümler kadar önemli. Kentin geçmişine yapılan yolculukla dünün izlerini bugüne taşırken hassas bir takip gerekiyor. Bu takip bazen sararmış bir fotoğraf, bazen de tozlu rafların arasından çıkarılan tarihi belgelerin titizce incelenmesinden geçiyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun, çeşitli inanç ve etnik grupları aslında o büyük dönüşümlerin demografik değişimin merkezinde göç ve şiddet iç içe geçmiştir. Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan bu yolculuğun küçük ama önemli ayağını ise Foça oluşturuyor. 1671-72 yıllarında Foça’yı gezen Evliya Çelebi, tuzlayı gezmiş ve tuzlanın 590 akçe miri emanet olduğunu seyahatnamesine kayıt etmiştir.

Tuz ticareti, sadece bölgenin değil Osmanlı’nın da önemli ihraç ürünleri arasında yer alır. Eski Foça’ya en yakın tuzla ise Çamaltı Tuzlasıdır. Bu büyük dönüşümü titiz bir incelemeyle günümüze taşıyan Sabancı Üniversitesi Temel Geliştirme Direktörü Öğretim Üyesi Dr. Emre Erol ile “Foçateyn: Foça’nın Büyük Dönüşümü” kitabı üzerine konuştuk. 

Osmanlı’dan cumhuriyete büyük dönüşümü aktardığınız kitabınızdan kısaca bahseder misiniz?

Bu başlığı seçmekteki amaç, 1820’den 1920’ye uzanan ve iki farklı boyutu olan bir büyük dönüşüm sürecinin altını çizmekti. Geçmişte kazanın iki büyük yerleşim yeri olan Eski Foça ve Yeni Foça’ya referansla “Foçateyn” yani “İki Foçalar” olarak adlandırılan coğrafyanın sıra dışı bir dönüşüm tarihi vardır. Bu büyük dönüşümün bir veçhesi (yönü) küresel piyasalarla eklemlenme neticesinde ekonomi, demografi ve fiziksel üstyapı olarak büyüme eksenli bir dönüşümdür. Bu süreç 1914’te yaşanan ve kitapta da detaylı olarak tartışılan bir zorunlu göç olayı da dahil yaşanan bir dizi şiddet, yıkım ve savaş etkisiyle yerini küçülme odaklı bir büyük dönüşüme bırakmıştır. Yani yüz yıllık süreçte işlek ve büyüyen bir liman kasabasından “sürgünlerin kavşağı” olarak nitelendirdiğim harabeye dönmüş bir balıkçı kasabasına dönüşün tarihi yaşanmıştır diyebiliriz.  

İNSANI MERKEZE ALAN BİR YORUMLAMA

Kitabınızda birçok hassas noktayı gündeme getirirken, geçmişe farklı bir yerden bakmak gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu farklı bakış açısıyla neyi kastediyorsunuz? 

Kitap okuyucuyu muhtemelen Ege’de tatlı bir tatil kasabası olarak bildikleri bir bölgenin yakın tarihi ile ilgili şaşırtıcı bulabilecekleri bir dönüşümü anlatmak istiyor. Bunu yaparken liman işçileri, zeytinlikler ve üzüm bağlarında çalışan ortakçılar, siyasi iktidarı elinde tutan karar alıcılar, ekonomik gelişmeler ve diplomasi gibi farklı toplumsal katman ve süreçlerden bakma imkanı sunmayı hedefliyor. Temel hedefim, okuyucuyu konforlu hissettiği ideolojik kimliği, ezberleri ve rutinlerinden çıkmaya teşvik etmek. Bunu becerebildiğim orada metot, kaynak ve argümanlarım hakkında şeffaf ve okuyucuya kendi kanaatini oluşturmaya alan tanıyan bir dil ile yapmaya çalıştım. Bunu başarabilirsem tarihin “zor konular” içeren bu dönemiyle ilgili içine düştüğümüz ve gerçeği yorumlamamıza pek de yardımcı olmayan milliyetçi düşünce kalıplarının ötesine geçmeye bir katkı sağlayabileceğimi düşündüm. İnsanı merkeze alan bir yorumlama çerçevesini temel aldım.  

"BU DÖNÜŞÜMÜN TEMEL İTİCİ GÜCÜ TUZ SANAYİSİDİR"

1820’li yıllardan ele aldığınız dönüşümde o dönemki işçi hareketinden söz ediyorsunuz. Orayı biraz açar mısınız?  

1820’den 1914’e kadar o dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası olan Doğu Akdeniz liman kentlerinde baş döndürücü bir dönüşüm var. Foçateyn özelinde bu dönüşümün temel itici gücü tuz sanayisidir. Buradan tarımın önemsiz olduğu anlamı asla çıkmamalı. Fakat özellikle 1881’den sora Borçlar İdaresi de (Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi) tuz sanayisinde modernleşmenin temel aktörü haline geldiğinde tuz Anadolu’dan ve Ege adalarından Foça’ya iş için göçen insanların oluşmasına sebep olacak kadar büyük bir çekim oluşturur. Liman işçilerinin örgütlü hareketleri ile karşımıza çıktıkları dönem de 1881’den sonra ve özellikle 1908-1910 arasındaki dönemdedir.  

Sizin de kitabınızda detaylı olarak sözünü ettiğiniz “büyük dönüşüm” yani sonu gelmeyen savaşların etkisi neler olmuştur? 

Büyük bir yıkım ve beşeri sermaye kaybı. Ben bu etki konusunda okuyucunun kendi muhasebesini kendi yapması için büyük bir gayret gösteriyorum. Verileri tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor, bilimsel yorumlama çerçevesinden geçiriyor ve daha sonra da açık bir biçimde kendi yorumlamam olan bir çıkarım yapıyorum. Tüm bu yapı içerisinde dünya tarihi ve bugüne dair yaşananlarla bilinçli olarak kıyaslamalar yapıyorum ki yukardaki soruyu cevaplamak için ortada ne varsa masaya konabilsin.  

"KÜLTÜREL SONUÇLAR ÇOK DAHA KARMAŞIKTIR"

Türk-Yunan savaşının bitiminden sonra yaşanan mübadelenin ekonomik ve kültürel hayata yansıması nasıl oldu? 

Ekonomik sonuç çok nettir. Özellikle tarım sektörü olmak üzere birçok üretim alanında bilgi birikimi kaybolmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin örneğin zeytincilik ve üzüm üretiminde yıkım getiren büyük dönüşümden önceki seviyelere ulaşması yarım asrı aşan bir zaman almıştır diyebiliriz. Ekonomik sonucun ikinci bir yönü de milli ekonomi kurulması düşüncesi ile bu savaş ve mübadele sürecinin gayrimüslimlerden Müslümanlara gerçekleşen bir sermaye transferini de beraberinde getirmiş olmasıdır. Kültürel sonuçlar çok daha karmaşıktır. Belki şu kısa genellemeyi yapmak yerinde olur. Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarında baskın olan milliyetçi anlatı unutmak üzerine kurulu bir anlatıdır. Bu zorla göç ettirilerek Anadolu’yu yurt edinmiş muhacir ve mübadiller ile savaşın türlü türlü etkisini yaşamış Türkiye halkları açısından “Sıfırdan başlama” diyebileceğimiz ve sorunlara gebe bir bakışı hakim kılmıştır.  

Kitapla günceli birleştirmek adına bugünkü mülteci sorununu sebep sonuç ilişkisi üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Ben bu konuya kitabın sonuç bölümünde çok kısaca değiniyorum. Amacım okuyucuya geçmişte yaşanmış göçlere dair görüşlerini bugün göçe dair hissettikleri ile kıyaslama imkanı verip eleştirel düşünceyi teşvik etmektir. Çünkü ortada net bir tablo var. Bizler kişisel olarak geçmişte homojen toplumlar yaratmak için ödenen bedellerle ilgili her ne düşünürsek düşünelim hem Türkiye hem dünya açısından gelinen nokta açıktır. Homojen topluluklar, ki bunun tam anlamıyla bir gerçeklik olup olmadığı da ayrı mesele, temelde küreselleşmenin etkisiyle yerlerini çok hızlı bir şekilde yeniden iç içe geçmiş halklar manzumesine bırakmıştır. Bu geçmişte ödenen bedelleri gözden geçirmeyi kaçınılmaz kılar.  

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

2022-2023 yılı eğitim öğretim yılı da sona erdi: Eğitimde ağır enkaz

SONRAKİ HABER

Müzik yayıncılarından Twitter’a telif hakkı davası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa