24 Eylül 2023 04:46
/
Güncelleme: 25 Eylül 2023 13:06

"Hafıza mekanları gelecekle ilgili"

Bellek Müzesi Yürütücü Direktörü Eylem Delikanli, Bellek Müzesi Direktörü Aylin Tekiner ve Küratör/Sergi Tasarımcısı Sevim Sancaktar ile "Geçmiş Bugündür" sergisini ve Bellek Müzesi’ni konuştuk.

Şeyma AKCAN
İstanbul

Türkiye tarihinin önemli kırılma noktalarından 12 Eylül darbesini konu alan “Geçmiş Bugündür” sergisi geçtiğimiz hafta Tütün Deposu’nda açıldı. Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi tarafından hazırlanan sergide 1960-1991 arası döneme odaklanılıyor. 12 Eylül’den doğrudan etkilenmiş öznelerin katkılarıyla kurgulanan sergi, kolektif veya bireysel olarak üretilmiş sanat eserlerini, yazar, gazeteci ve araştırmacıların çalışmalarını da bir araya getiriyor.

Bellek Müzesi Yürütücü Direktörü Eylem Delikanli, Bellek Müzesi Direktörü Aylin Tekiner ve Küratör/Sergi Tasarımcısı Sevim Sancaktar ile 12 Eylül’ü, Bellek Müzesi’ni ve sergiyi konuştuk. Delikanli, Bellek Müzesi için “43 senedir 12 Eylül’e dair aşağıdan yukarı ören bir bellek inşasının hafıza mekanı” derken; Sancaktar sergide kolektif üretime yer vermelerinin nedenini “Çeşitli yüzleşme pratiklerini yeniden hatırlamak” sözleriyle açıkladı. Tekiner ise “Var olan nesnelerimizi, farklı varyasyonlarda başka platformlarda, dijital platformda elbette sergilemenin yollarına, devamına bakacağız” ifadelerini kullandı.

"AMAÇ YÜZLEŞME PRATİKLERİNİ HATIRLAMAK"

‘Geçmiş Bugündür’ sergisini ziyarete gelenler nasıl bir sergiyle karşılaşacak. Biraz içeriğine dair bilgi verir misiniz?

Sevim Sancaktar: ‘Geçmiş Bugündür’ sergisi Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi’nin önemli arşiv araştırma projelerine dayanıyor en başta. Serginin ana çatısını oluşturan müze ekibinin danışmanlarıyla birlikte oluşturduğu dava dosyaları, bellek nesneleri, zaman dizini, sözlü tarih çalışmaları gibi öne önemli çalışmalar üzerine şekilleniyor. Aynı zamanda bireysel ve kolektif olarak üretilmiş sanat işleriyle birlikte araştırmacı ve yazarların katkıları da bu sergiye eşlik ediyor. Sergiye gelen izleyiciler hem bu bilgi paylaşımının karşılıklı aktarılacağı birtakım içeriklerle karşılaşacakları gibi birçok serginin aşamasında sergi ekibinin ve müze ekibinin bu çalışmaları kolektif üretimlere açtığı çeşitli bölümlerde görecekler. Dolayısıyla da aslında olabildiğince hem sergilemelerin bu çeşitte yapılmış hafızalaştırma çalışmalarını özellikle yeni aktarım dilleri çeşitli fotoğraflar ve videolar aracılığıyla ya da enstalasyonlar aracılığıyla bir etkileşim alanına dönmesini arzuladığımız çeşitli çalışmalar görecekler ve birçok kişinin katkısıyla da kolektif bir üretime dönmüş sergilemeler görecekler. Bu kadar çok kolektif üretimi açmamızın en önemli sebeplerinden biri de çeşitli yüzleşme pratiklerini yeniden hatırlamak, kendi sorumluluklarımızın biraz bunun içerisinde nereye oturduğuna dair sorumlulukları yeniden hatırlatma anlamında da önemli bir araç olduğunu düşündük.

Aylin Tekiner: Sergiye katkı sunan sayısı oldukça yüksek bir danışman ekibimiz var. Her birinin isimlerini burada saymayalım ama en azından sergiye katkı sunan sanatçıları burada dillendirelim. Doğa Yirik, Sevim Sancaktar, Aylin Tekiner, Tanıl Bora. Bora kelimeleriyle bize büyük bir katkı sundu. Nil Yalter, Gülsün Karamustafa, Tan Oral, Gülçin Aksoy, Nalan Yırtmaç ve Güneş Terkol ve Özlem Sulak yer aldı. Bu isimlerin kıymetli katkılarıyla aslında müzenin koleksiyonları müthiş bir şekilde konuştu ve uyum içerisinde bizim aslında müzenin içeriğini sanat eserleri yoluyla izleyiciyle farklı disiplinde, farklı dilde yeniden buluşturmuş, göstermiş oldu.

Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?

S.S: Aslında bu sergi açılış anına kadar oluşmaya devam eden bir sergi oldu. Çünkü 12 Eylül askeri darbesinden etkilenmiş muhataplarının ve ailelerinin, bu konuları araştıran araştırmacıların, sanatçıların, kişilerin çok önemli katkılarıyla ilerlediği için; dolayısıyla da o katkılar sergi süresince olabildiğince hep devam etti ve katkılar geldikçe de tamamlanmayan, aksine genişleyen ve gelişen bir süreç şeklinde ilerledi. Bunu şimdi kamusallaştırmaya çalıştığımız, bir fiziki mekana dönüştürmeye çalıştığımız bir noktada “Bunu nasıl en doğru şekilde yaparız?​” ve “Nasıl daha yeni bir şekilde yapmaya çalışırız?​” sorusunu sorduk. “Bu konuyla ilgilenen ya da öğrenmek isteyen ya da öğretmek isteyen kişilerle bir şekilde karşılıklı diyalog ortamını yaratabilecek bir karşılaşma mekanına nasıl dönüşebilir?​” dedik. Bu anlamda da sergilerin böyle bir gücü olabiliyor farklı disiplinlerin dillerini, araçlarını kullandığı için. Dolayısıyla da bu süreçte de bu olasılıkları hep bu ihtimallere açık bırakmaya çalıştık ve bu hazırlık sürecinde şekillendirmiş olduk.

A.T.: Sergi iki kata yayılıyor, ilk katta aslında darbenin daha yakıcı, yıkıcı yanını gösteren biraz daha dokümanter kısmını açığa çıkaran bir kat. İkinci kat adalet arayışını, umudu, toplumsal muhalefeti, o mücadele alanını bize hem hatırlatan hem gösteren bir kat. Sanatçıların destekleriyle de müthiş bir uyum içerisinde izleyiciyle buluşuyor bu koleksiyon. Ve burada yer alan özellikle bellek nesneleri, efemera adı altında nitelendirebileceğimiz mektuplar, fotoğraflar, belgeler bu seçkide adalet arayışını destekleyecek şekilde aslında belirlendi. İzleyicilerimizin yoğun ilgisi var. Onların katkılarıyla bu koleksiyonlar elbette daha da genişleyecek. Var olan nesnelerimizi, farklı varyasyonlarda başka platformlarda, dijital platformda elbette sergilemenin yollarına, devamına bakacağız.

1980 darbesi Türkiye tarihinin kırılma noktalarından… Kültürel ve siyasal olarak büyük bir yıkım yarattı… Böylesine önemli bir konuyu sergi mekanına yansıtmak güç olsa gerek… Sergiyi hazırlarken nasıl bir yöntem izlediniz?

Eylem Delikanlı: Bu müze ocak ayından itibaren bir ekip tarafından hazırlanmaya başlandı. Ana kolonlarını, arterlerini üç koleksiyon oluşturuyordu 2021’de başladığımızda. Bunlar Sözlü Tarih Koleksiyonu, Dava Dosyaları Koleksiyonu ve Bellek Nesneleri Koleksiyonu. Tüm bu koleksiyonların bir araya geldiği ve müzenin de alametifarikası dediğimiz bir İşkence haritamız var. Müzenin genel çerçevesini tarihsel adalet kavramı oluşturuyor. Yani hukuki süreçlerden sonuç alamayacağımız durumlarda geçmiş yanlışları düzeltmek, işaret etmek, failleri sorunları işaret etmek, bunların işledikleri suç oranında adaletli bir şekilde ceza almalarını sağlamak ve maddi tazmini sağlamak. Aslında bu hukuki sonuçların sonunda beklenen tarihsel adalet de bunların gerçekleşmediği durumlarda bütün bu mekanizmaları zorlayan bir mücadele alanı olarak karşımıza çıkıyor. Biz de 12 Eylül ve Türkiye söz konusu olduğunda bu çerçevenin bize en iyi uyan çerçeve olduğunu düşündük. Dolayısıyla serginin ana çerçevesini aslında Bellek Müzesi’nin bu arterleri, bu mücadele alanı ve demokrasi mücadelesinde aktif bir bileşeni olarak önüne koyduğu mücadele hattı oluşturuyor. İçeriğine baktığınızda serginin, zaten bu ana koleksiyonları görüyorsunuz. Bir de bu sene eklediğimiz Adalet Arayışı Koleksiyonu var, o da 1980’lerden sonra hapishane önlerinde ailelerin mücadeleleriyle başlayan ve Türkiye’nin sivil toplum kurumlarının da önemlilerinden İnsan Hakları Derneği gibi derneklerin kuruluşuna kadar giden süreci tarihsel anlamda önümüze getiren bir koleksiyon.

A.T: 1980 askeri darbesi modern Türkiye tarihinin gerçekten önemli kırılma noktalarından ve pek çok şeye referans gösterilirken, aslında çok da derinlemesine çalışılmış, farklı disiplinlerde ele alınmış ne yazık ki tarihsel kesit değil. Bunun hâlâ çalışılmaya muhtaç, eksik bırakılmış bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu müze çalışması aslında bu eksiklikten yola çıkan bir çalışmaydı. Elbette bu zamana kadar yapılmış hem hak mücadelesi içerisinde hem hafıza çalışmaları içerisinde 12 Eylül’e dair birtakım çalışmalar elbette vardı. Ama biz müze olarak biraz daha “Nüanslarıyla derinlemesine büyük resmi görmenin yollarını nasıl bulabiliriz?​” sorusuyla yola çıktık ve bir müze konseptiyle ve bir insan hakları arşivi olarak yola devam ediyoruz. Bu sergiyi yaparken özellikle şuna özen gösterdik: Şiddetin gösterimi konusunda bizim için temel bir politika var. Zaten 12 Eylül başlı başına ağır bir konu. Biz onu işkence haritasıyla yerde çizdiğimiz hücre boyutlarıyla farklı veçheleriyle gösteriyoruz. Olabildiğince işkencenin varlığını burada hissettirip ama doğrudan şiddetin pornografisinden olabildiğince uzak, bunu travmatize etmeyecek, izleyiciyi tetiklemeyecek yolları hep beraber düşünüp bulmaya çalıştık. Ayrıca serginin kolektif akıl kolektif katkı vurgusunu burada bizim okurlarımıza da şimdi yineleyelim. Sergiyi izlemeye gelen kişiler sergiden sonra bizlere eğer ellerinde bir arşiv malzemesi varsa o döneme dair bir tanıklık ya da paylaşmak istedikleri herhangi bir şey varsa bizlerle iletişime geçmelerini arzu ediyoruz.

S.S: Tam da başlığındaki sloganı da iyi karşılayan bir yaklaşım olarak hafızalaştırma çalışmaları ve hafıza mekanları aslında gelecekle ilgili. Yani hâlâ bitmediği, bu yüzleşme gerçekleşmediği, sorumlular cezalarını almadıkları için bu çalışmaların devam etmesine büyük bir ihtiyaç var. Bu sebeple de bunun sadece geçmişle ilgili bir şey değil, bugün hâlâ devam eden bu süreç içerisinde aslında geleceği daha doğru inşa edip birlikte ortak tartışma alanlarını, yani tartışmaları ortak dolaştırmak ve kuvvetlendirmek anlamında da önemli araçlar olduğunu düşünüyorum bu yaklaşımların.

12 EYLÜL’E DAİR BELLEK İNŞASI

Sergide sözlü tarih anlatısı ön planda… Sözlü tarih çalışmalarının önemini nasıl açıklarsınız?

E.D: Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi’nin sözlü tarih koleksiyonu aslında başlangıç koleksiyonlarından, yani önemli yapı taşlarından bir tanesi. Sözlü tarihin bizim için şöyle bir önemi var. Bir metodoloji olması dışında bu müzenin yaratmaya çalıştığı karşı belleğin, yani resmi anlatının devletin bize çizdiği, bize ezberletmeye çalıştığı ve yerleştirmeye çalıştığı son 43 senedir 12 Eylül’e dair belleği bozan, onu yeniden yaratan, aşağıdan yukarı ören bir bellek inşasının hafıza mekanı aslında Bellek Müzesi. Dolayısıyla sözlü tarih anlatıları bizim çalışmalarımızın çok önemli bir bölümünü kapsıyor. Bu sadece ’60’tan ’80’e hatta günümüze önemli tarihsel kesitleri, toplumsal muhalefetin ne olduğunu ya da önemli kırılmaların neler olduğunu gösterme anlamında değil, aynı zamanda işkence haritası gibi maddi verilerle çalıştığımız veri tabanına da bilgi sağlamak, veri sağlamak üzere önemli bir kaynak. Biz sözlü tarih anlatılarını kendi politikalarımız içerisinde birincil kaynak olarak kabul ediyoruz ve dolayısıyla o anlatılardan, o görüşmelerden ve kayıtlardan elde ettiğimiz bütün verileri müze içerisindeki değişik koleksiyonlar içerisinde kullanıyoruz. Bunların hepsinin bir amacı var. O da bu dönemde işlenmiş hak ihlallerini, insanlığa karşı suçları belirgin hale getirmek, kayıt etmek ve görünür olmalarını sağlamak. Dolayısıyla burada anlatıcıların hem biricik hikayelerinin ortaya çıkması, bu hikayelerin farklı çeşitlilikte olması, farklı sınıflardan, şehirlerden, meslek gruplarından, cinsiyetten insanların bir araya geldiği ve getirdiği bir anlatıyla 12 Eylül’e bütünlüklü bakma ihtiyacından kaynaklanıyor.

Yazılarıyla sergiye destek verenler arasında Gültan Kışanak ve Osman Kavala bulunuyor. Hukuksuz bir şekilde içeride tutuluyorlar. Bu konuda neler söylersiniz?

E.D: Tıpkı Gültan Hanım’ın ve Osman Bey’in yazılarında -ki bu yazılar bu ayki Birikim’in 12 Eylül özel sayısının içerisinde de yer alıyor. Birikim’in 12 Eylül özel sayısını Bellek Müzesi ekibi bir araya getirdi eylül ayında. Dolayısıyla o geçişkenliği de göstermek için dün ve bugün arasındaki bağlantıyı da göstermek açısından bu iki yazı çok önemli bir gösterge bizim için. Adaletsizliklerin son bulmadığı, yer yer daha ağır şartlarda devam ettiği ve bunun mücadelesinin de devam ettiğini bize gerçekten çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Gönül isterdi ki bu türden mektupları alamayacağımız ya da olmayacağı şartlar olmuş olsun günümüzde. Ama dünden bugüne baktığımızda bu geçmişin, 43 senenin cezaevinden yazılmış mektuplarıyla Osman Bey’in ve Gültan Hanım’ın mektuplarının çok yakın mesafelerde sergide duruyor olmaları aslında hiç söze yer bırakmayacak şekilde güçlü bir ifade.

Evrensel'i Takip Et