Büyük insanlığın öykücüsü: Adnan Özyalçıner
Tahir Şilkan; Adnan Özyalçıner'in Everest Yayınlarından çıkan "Toplu Öyküleri" üzerine yazdı.
Fotoğraf: Kadir İncesu
Tahir ŞİLKAN
1953’den 2023’e Adnan Özyalçıner’in yazma serüveni yetmiş yıla ulaşmış. Üç çeyrek yüzyıla yaklaşan öykülerinin tümü Everest Yayınlarınca “Toplu Öyküler” başlığı altında tek kitap olarak yayımlandı. On üç öykü kitabının yer aldığı 1192 sayfalık bir külliyat. 2019 yılında TÜYAP tarafından 38. İstanbul Kitap Fuarının Onur Yazarı seçilen Adnan Özyalçıner için TÜYAP’ın (Faruk Şüyun’un) hazırladığı kitabın adı “Mahallem İstanbul” idi. Hiç şüphesiz bir İstanbul öykücüsüdür, Adnan Özyalçıner. Kenar Mahalle, Yağma, Sur, Yıkım Günleri, Sağanak, Cambazlar Savaşı Yitirdi ile başlayan Torik Akını, Alandaki Park ile süren bütün kitaplarında hep İstanbul’u anlattı. Gerçekte anlatılan yalnız İstanbul değil bütün kentlerimiz, ülkemiz, dünyamızdı. Onun öykülerinde daha güzel bir dünya kurulması için verilen, verilmesi gereken mücadeleyi veren insanların, “büyük insanlığın” ayak izlerini görürsünüz.
Bazı yazarlarımızın öykü-roman dünyasını daha iyi kavrayabilmek için anı kitaplarını okumakta sonsuz yarar olduğunu düşünürüm. Örneğin; Halide Edip Adıvar’ın Mor Salkımlı Ev ve Türkün Ateşle İmtihanı, Refik Halit Karay’ın Minelbab İlelmihrab ve Bir Ömür Boyunca, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Anamın Kitabı, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda, Halid Ziya Uşaklıgil’in Kırk Yıl ve Saray Ötesi. Adnan Özyalçıner’in öykü dünyasını anlayabilmek, kavrayabilmek için anılarını yazmasına gerek duymazsınız. Çünkü onun öykülerinde 90 yıllık yaşamının bütün izlerini bulabilirsiniz.
TARAFSIZ BİR ANLATICI DEĞİLDİR
Adnan Özyalçıner, ilk öykülerinden itibaren dili kusursuz kullanan bir yazarımız. Cumhuriyet gazetesinin düzeltmeni olarak uzun yıllar emek veren Özyalçıner’in öykülerinde seçtiği sözcükler yerinde ve göstermek istediğini gözler önüne seren sözcüklerdir. Türkçeyi çok iyi bilip kullanan Özyalçıner, öykülerinde ince bir mizahı ve ironiyi çok ustaca kullanır. Adnan Özyalçıner’in öykülerini okuduğunuzda ne denli iyi gözlemci olduğunu kavrarsınız. Edebiyatın betimleme ustası Refik Halit Karay’ı aratmayacak kadar başarılı bir betimleme ustasıdır. Onun öykülerini okurken anlattığı yer, kişi, nesne, olay gözlerinizin önünde canlı gibidir. Taksim’deki çiçekçi kızı anlattığı iki paragraflık öyküyü okuduğunuzda, sanki uzun öykü okumuş kadar tanırsınız, çiçekçi kızı, çiçekçi dükkanını, kızın düşlerini. Adnan Özyalçıner’in kısacık öyküsünde semtin değişimi de vardır, semtte yenilerde yaşanan olayların izleri de. Adnan Özyalçıner, yaşananları, bizlere yaşatılanları anlatırken dış anlatıcı değildir. Anlattıklarının bir parçasıdır. Bu yönüyle tarafsız bir anlatıcı değildir, Adnan Özyalçıner. Tarafını her yerde, her platformda gösterdiği gibi öykülerinde de gösterir. İncelikli bir göstermedir bu. Kaba propaganda yapmayan bir yazardır. Ama 12 Mart karanlığında “yeni a” dergisinin kapanmasına neden olan yazıyı yazan da odur; Türk Dil Kurumunun ödül töreninde egemenlere, 12 Mart karanlığını yaratanlara en açık eleştiriyi yapan da iktidarın baskısı nedeniyle kaypaklık gösterenlerin tutumunu gözler önüne seren de odur.
KENAR MAHALLE İNSANLARINI ANLATTI
Ülkenin her köşesine yaptığı gezilerdeki gözlemlerden çok güçlü öyküler çıkaran Adnan Özyalçıner’in öykülerinin süreç içerisindeki gelişimi önemlidir. Adnan Özyalçıner hep kenar mahalle insanlarını anlattı. Panayır’daki gerçeküstü anlatım giderek eleştirel gerçekçiliğe, 1970’lerden itibaren toplumsal gerçekçiliğe dönüştü. Bence bu değişimi en iyi gösteren kitabı Aradakiler kitabında yer alan üç uzun öyküdür. Bu öyküler, Adnan Özyalçıner’in öykülerindeki biçim ve içerik gelişimini de gösterir. Ele aldığı dönemler ülkemizin toplumsal dönüşümünü de yansıtır. Çıkmazdaki öyküsünde, 1950’li yıllarda Demokrat Parti iktidarının baskısının arttığı bir süreçte küçük bir kasaba ortamında sıkışan öğretmenin kişisel çıkmazı, bunalımı anlatılırken “Batak” öyküsü 1970’lerin yükselen siyasi atmosferini etkileyici bir dil ve karakterlerle anlatır. “Batak” öyküsünde, 15-16 Haziran direnişiyle yükselen işçi hareketini 12 Mart faşizmi ile bastırılma çabasının sonrasında işçilerin en temel haklarına sahip çıkması, Haliç kıyısındaki bir fabrikadaki işçi eylemi ve bu eylemi bastırmakta görev alan bir toplum polisinin yaşadıkları anlatılır. 1999 yılında yazılan “Gezginci Seyfo” öyküsündeyse artık ülkenin en temel sorunlarının başında olan Kürt sorununu da ne denli doğru içselleştirdiğini gösteren bir Adnan Özyalçıner vardır.
Adnan Özyalçıner yalın bir dille, sürükleyici ve akıcı bir anlatımla 1950’lerden bugüne 70 yılı bulan yazı hayatında, ülkedeki baskıların, acıların, ölümlerin öldürümlerin zulmün anlatıcısı olmuştur. Toplu öyküleri okuyacak olanlar yetmiş yıllık bu öykücülük sürecinin tadına varacaklardır. Adnan Özyalçıner’in anlatımı, yalın olduğu kadar estetik güzellikte, dupduru, sıcak, insanı saran bir anlatımdır. Dili, halk deyişlerini, masalları, söz dizimlerini çok iyi bilmenin, dili ve edebiyatı bilmenin ötesinde hayatı ve insanları, ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri, değişimi doğru bir biçimde gözlemlemiş, anlamış olduğunu ortaya koyan öykülerdir, okuyacaklarınız.
"BİR UMUT YAZARIDIR"
Adnan Özyalçıner yazmayı sürdürüyor. Evrensel gazetesinde yayımlanan kısa öyküleriyle, değinmeleriyle minimal öykücülüğün en görkemli örneklerini sunuyor. Gezi direnişi sonrasında yayınlanan ‘Alandaki Park’ öykü kitabıyla güncelle birlikte nefes alıp verdiğini, sokağa çıkma yasaklarıyla, bombalarla yerle bir olan Sur’u anlatan ‘Uçurtma’ öyküsüyle de, yok edilenin karşısında sarılmamız gereken umudu gösteriyor. Çağının, tanığı, sanığı, yazarı olmanın onurunu her yazısıyla ortaya koyuyor.
Adnan Özyalçıner, İnsancıl aylık kültür sanat dergisine (aralık 2012 sayı 269) yazdığı ‘Ben Kimim?’ başlıklı yazısının son bölümünde kendini şöyle anlatıyor: “...( Geçmişte) yaşanan daha doğrusu yaşatılan acıların, baskıların, ölümlerin, öldürümlerin en derinlikli öykülerini yazdım. Bugün de yaşanan gerçeklere, derinleşen çelişkilere, dayatılmak istenenlere hem siyasal hem toplumsal hem kültürel açıdan karşı çıkan öyküler yazmayı sürdürmekteyim. Peki, kimim ben? Kimliğimde resmi olarak belirtilen kişi miyim, yoksa bütün bu yaşananların tanığı olan bir yazar mıyım? Ben, okumasız yazmasız, uğradığı haksızlıklar karşısında fabrika patronunu ‘İşçi Borusu (Büro)’na şikayet ederek hakkını arayan, hesap sormasını bilen o işçiyim. Ben, üreterek harcadığı emekle yarattığı uygarlığın güzellikleriyle zenginliklerinden eşit pay alamayan o yoksul emekçiyim. Ben, karakışta hastasını kızakla dağlardan aşırarak doktora ulaştırmaya çalışan, hastası yarı yolda ölmüş olsa da ilçeye inmekten caymayan, dirisi gibi ölüsüne de sahip çıkan ama bunu duyuramadan trajik bir yaşam süren o yoksul Kürt köylüsüyüm. Ben, çektikleri acılar, uğradıkları haksızlıklar karşısında seslerini çıkaramayanların sesi, dili olmayanların diliyim. Ben, herkesim.”
Cengiz Gündoğdu’nun Mahallem İstanbul kitabında yer alan yazısının son satırları Adnan Özyalçıner’in ve öykücülüğünün özetidir. O sözlerle bitirmek isterim: “Adnan Özyalçıner dil hapishanesini kırmış, dili özgürleştirmiş bir yazardır. Bir umut yazarıdır. Bu umut onun öykülerinden, yazdıklarından bizlere, okura yansıyan etkin bir umuttur. İnsan üstüne kurulmuş bir umuttur. İnsan güzel bir dünya kuracaktır.”