Borç cenderesi
Aldıkları ücretlerle geçinemeyen işçiler çareyi birkaç bankadan kredi kartı almakta buluyor. Bir kartın borcunu başka bir kartla ödeyen işçiler, bunu “Takla attırıyoruz” diye tarif ediyor.
Fotoğraf: Pixabay
Murat UYSAL
İstanbul
Resmi veriler toplam kredi kartı borcunun 1 senede neredeyse 3’e katlandığını söylüyor. İktidarın haziran ayından itibaren uyguladığı politikalar konut, taşıt gibi tüketici kredilerinin alınmasını zorlaştırdı, bununla beraber nakit avans tutarları azaltılıp gecikme faizleri artırıldı ancak kredi kartları borçlarındaki artış devam ediyor. Yurttaşlar geçinebilmek için daha yüksek faizlerle borçlanmayı göze alıp, farklı bankaların kredi kartlarına “Takla attırarak” yarınını kurtarmaya çalışırken Doç. Dr. Elif Karaçimen özellikle seçimden sonra yükselen kur ve artan enflasyonla emekçilerin geçimlerini sağlamalarının giderek zorlaştığını, hal böyle olunca emekçilerin geçinebilmek adına kredi kullanamasa da kredi kartı üzerinden yüksek maliyetlerle borçlanmaya mahkum olduğunu anlatıyor.
Habere konu olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine ulaştıktan sonra kredi kartı kullanan farklı iş kollarından işçilerle iletişim kurmaya çalıştık. Denizde kum misali kredi kartı kullanan borçlu işçilere ulaşmamız zor olmadı. Bir cam fabrikasında ve bir belediyede çalışan iki işçiye de “Nasıl geçiniyorsunuz?” diye sorduğumuzda aynı cevabı aldık: Takla attırarak… İşin içinde, yani kredi kartı cenderesinde olanların bildiği bu “Takla attırma” işini, görüştüğümüz iki işçi de yapıyor. Farklı bankalardan çektikleri kredi kartlarıyla diğer kredi kartının asgari borcunu yatırarak ayı geçiriyorlar. Bir bankanın kredi kartıyla öbürünün asgarisini, o kredi kartıyla bir başkasının asgarisini ödüyorlar ya da kredi kartının asgari borcunu ödedikten 5-6 gün sonra geri çekiyorlar. Bu işin tamamına da takla attırmak diyorlar.
ÇALIŞMADIĞI GÜN YOK
Savaş 17 senedir Maltepe Belediyesinde temizlik işçisi olarak çalıyor. Evli bir çocuk babası Savaş hemen her işçi gibi ek iş yapıyor. Gece belediyeye gündüzleri merdiven temizliğine gidiyor. Haftanın 3 günü 3 apartmanla dolu. Geriye kalan günlerde iş çıkarsa anlaştığı nakliye şirketiyle ev taşımaya gidiyor. Geriye kalan günler dediğimize bakmayın, hafta sonu da fazla mesaiye kalan Savaş her gün belediyede çalışıyor, birkaç saatlik uykuyla kimi günler merdiven temizliğine kimi günler ev taşımaya gidiyor. Savaş, elbette böyle geceli gündüzlü çalışmaktan memnun değil. Kendisi de “O merdivenlerin her basamağında yaşadığım hayatı sorguluyorum, daha ne kadar böyle çalışabilirim bilmiyorum. Bu kadar çalışmanın karşılığında bir mal mülk sahibi olabilsem gam yemem. Yalnızca bankalara çalışıyorum. Her ay böyle dönüyor, eve geliyorum evde de huzur yok. Bir gün dışarıya mı çıkmışız, giyim kuşam bir şey mi almışız, tatil yüzü mü görmüşüz? Kavga da oluyor küslük de” diyor.
‘OKULLAR AÇILDI, MASRAF ARTTI, KREDİ ÇEKTİM’
Uzun çalışma sürelerine rağmen kazandığı parayı neredeyse göremeyen Savaş her ay 15 bin lira kredi kartı asgarisi ödüyor. Üçüncü sınıfa giden çocuğunun okul masrafları için 20 bin lira ihtiyaç kredisi çeken Savaş her ay 4 bin liraya yakın taksit ödüyor. Mayısa kadar ödemesi devam eden ihtiyaç kredisi için, “Gücüm olsa bu faizlerle ihtiyaç kredisi almazdım, aklımı kaybetmedim ama mecburdum” diyor. Mayısa kadar bankaya 35 bin liraya yakın ödeme yapacak olan Savaş, “Okullar açıldı masraflar arttı. Çocuğun artık ertelenemeyecek ihtiyaçları bir anda sıkıştırdı. Kredi kartıyla çözebilecek olsam öyle çözerdim ama olmadı, zaten dibine kadar kullanıyoruz, asgarisini zor ödüyorum” diye anlatıyor. Savaş kredi kartının 10 bin liranın üzerindeki asgarisini her ay maaşını alır almaz ödüyor, bir hafta sonra geri çekiyor, “Bunu yapmazsam elimde para kalmıyor” diyor.
‘İŞÇİNİN VARI YOĞU BANKALARIN OLMUŞ’
Savaş, bankalara olan borcunun elini kolunu nasıl bağladığının farkında. “Üç gün çalışmazsam ayarım kaçıyor” diyor. Sonra hesabı greve, iş bırakmaya, direnişe getiriyor: “Benim en büyük silahım grev değil mi? En büyük silahım üretimden gelen gücüm. Biz burada örgütlüyüz, geçmişten gelen bir deneyimimiz var. Burada herkes birbirine güvenir, yarın çıkalım desek yine çıkarız ama benim gibi yaşayan başka yerde çalışan bir işçiye, ‘Üç gün iş bırakacağız sen maaş alamayacaksın ama haklarımızı alacağız’ desen ‘Bana üç günlük maaşımı ver beni maaşımdan etme’ der. Biz böyle örgütlüyüz, bizde bile böyle diyenler oldu. Var sen düşün bu borçlar nasıl elimizi kolumuzu bağlıyor diye. İşçinin gücü kalmamış ki varı yoğu bankaların olmuş.”
Geçmişte bu kadar borçlu işçinin olmadığından bahseden Savaş, “10 sene önce kredi banka dediğinde insanlar geri dururdu. Ev almaya mülk almaya kredi düşünülürdü. Şimdi ekmeği dahi krediyle alan bir toplum olmuşuz, insanlar öyle borçlu. Bunu kimse bile isteye yapmadı. Kredi dağıttılar, bu borçlu insanları bankalar yarattı” diyor.
‘TEPETAKLAK OLMADAN...’
İstanbul’da bir cam fabrikasında çalışan Serkan da farklı bankalardan çektiği kredi kartlarıyla ayı döndürüyor. “Birinin limiti 40, öbürünün 70, diğerinin 100 bin lira” diye anlatıyor. Asgari ücretin biraz üzerinde bir ücrete çalışan Serkan, “Birikim yapmak mümkün değil. Hadi birikim yapma, kriz var. Dar gün için kenara 1-2 bin lira koyayım desen onu da yapamıyorsun. Hastalansan, bir cenaze çıksa, hayati bir olay olsa kenarda üç kuruşun yok, mecburen borçlanıyorsun. Ben de bir kere büyük bir borcun içine girmiş oldum, çarkın içinde dönüyorum her ay. Farklı bankaları kullanarak birbirinin asgarisini ödüyorum. Takla attırıyorum, tepetaklak olmadan kapatayım istiyorum şu kartları ama kartsız da yaşanmıyor, aldığımız para geçinmeye yetmiyor” diyor.
‘İŞÇİLER ÜRETİMDEN PAYINI ALAMADI, SÖMÜRÜ BORÇLANMA ARTTI’
Doç. Dr. Elif Karaçimen kredi kullanımı artışının sadece geçinememekle ilgili olmayacağını artışın bazen ev araba ya da tek seferlik borç için kullanılan kredilerin mecburiyetten çok bir tercih olabileceğini söylüyor. Fakat Türkiye’de durumun farklı olduğunu söyleyen Karaçimen, “Türkiye’de borçlanmanın hızla arttığı 2000’li yılların başından beri temel ihtiyaçları karşılamak için kredi kullanımının borçlanma artışının önemli bir nedeni olduğunu görüyoruz. Türkiye’de geçtiğimiz 20 yılda reel ücretler aynı hızla artmamış bu da artan borçlanmayı beraberinde getirmiştir. Örneğin Türkiye’de ekonominin motor gücü olan sanayi sektörünü dikkate aldığımızda 2000’li yıllarda reel ücretlerdeki artışın hep verimlilik artışının altında kaldığını görüyoruz. Bu emekçilerin üretim artışından paylarını alamadıklarını ve sömürünün arttığını gösteriyor. 2016 sonrasında ise Türkiye’nin sermaye girişlerine bağlı iktisadi yapısının dış dünyadaki gelişmelere bağlı olarak sekteye uğramasıyla ücretli çalışanların durumu daha da zorlaşmıştır” diyor.
‘EMEKÇİLER YÜKSEK MALİYETLERLE BORÇLANMAYA MAHKUM OLDU’
Yurttaşın milli gelirden aldığı payın seneler içinde büyük oranda düştüğüne dikkat çeken Karaçimen, “İktidar ekonomik durağanlaşma eğilimlerine bir çözüm olarak hane halkları için kredi kullanımını teşvikten hiçbir zaman vazgeçmedi. Bu bağlamda kredi kartı taksitlerini artırmak, kamu bankaları üzerinden verilen kredileri yeniden yapılandırmak ve konut kredisi kullanımını teşvik etmek için faiz indirmek gibi düzenlemeler hep gündemde oldu. Tüm bunlara rağmen 2023 seçim dönemi sonrasında artan kredi borçları mevcut ekonomik koşullar altında giderek daha büyük bir risk oluşturmaya başlayınca tüketici kredisi kullanımını kısıtlamak vazgeçilmez hale geldi. Ancak konut ve ihtiyaç kredileri gerilerken kredi kartı borçlarının arttığına şahit oluyoruz. Seçim sonrası yükselen kur ve artan enflasyon koşullarında emekçilerin geçimlerini sağlamaları giderek daha da zorlaştı. Hal böyle olunca emekçiler kredi kullanmak mümkün olmasa bile kredi kartı üzerinden yüksek maliyetlerle borçlanmaya mahkum olmuştur” diye anlatıyor.
‘DAHA FAZLA SÖMÜRÜYE ALAN AÇIYOR’
Belediye İşçisi Savaş’ın anlattığı “Borçlar elimizi kolumuzu bağlıyor” hikayesini Karaçimen açıyor: “Kredi kartı borcu olan ve o borcun faizinin giderek arttığını bilen bir emekçinin kendisine dayatılan çalışma koşullarına karşı mücadele edebilme kapasitesi kuşkusuz kısıtlanacaktır. Borçlanma işçi sınıfı açısından bir disipline etme mekanizması olarak işlev görürken sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü arttırmak suretiyle, emek-sermaye ilişkilerine yeni bir boyut katar. Tahmin edilebileceği gibi aynı anda hem geçimlerini sağlamak hem de borçlarını ödemek durumunda olan işçiler daha uzun çalışma saatlerini, düşük ücretli işleri ve esnek, güvencesiz çalışma koşullarını kabul etmek zorunda kalırlar. Dolayısıyla artan borçlar bir çaresizlik durumu yaratarak, daha kötü çalışma koşullarını kabul etmek zorunda bırakırken, çalışma koşullarının yoğunlaşmasına bağlı olarak da daha fazla artı değer sömürüsüne alan açar.”
YURTTAŞI BEKLEYEN; ARTAN HACİZLER VE MÜLKSÜZLEŞME
Gelinen süreçte yurttaşın artan kredi borcunun AKP’nin para ve iş gücü politikalarıyla derinden bağı olduğunu söyleyen Karaçimen, “AKP’li yıllarda emek piyasalarındaki dönüşüme bağlı olarak gelir ve istihdam güvencesizliğinin artmasıyla tüketici kredisi bir ücret ikamesi gibi kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de bu süreç 2003 yılında çıkarılan İş Kanunu ile güvencesiz, esnek ve atipik istihdam biçimlerinin yasalaşması, grev erteleme kararnameleri ve tabii sendikalaşma oranındaki düşüşlerle giderek daha da belirgin hale gelmiştir. Güvenceli işlerde çalışan işçiler daha çok düşük faizli ihtiyaç kredisi kullanırken, güvencesiz islerde çalışanlar kredi kartı kullanımına daha çok yönelmiştir. Ücretlerin geç ödendiği ya da geçici işsizlik yaşanan dönemde emekçilerin kredi kartlarını hem zorunlu harcamalarını karşılamak hem de çeşitli nakit ihtiyaçları için kullanmaları borçlanmanın emekçiler açısından maliyetini de arttırmıştır” diyor.
Emeğin güvencesizleşitirilmesinin sonucu olarak ücretli çalışanlar için borçlanmanın her türünün bir tehdit oluşturduğundan bahseden Karaçimen, “Her tür hızlı borç artışının eninde sonunda geleceği yer aynı: Artan hacizler ve mülksüzleşme. Türkiye’de borçlanma arttıkça ve bu borcu ödeyecek iktisadi koşullar oluşmadıkça sadece ücretli çalışanlar açısından değil küçük toprak sahibi köylüler açısından da hacizlerin giderek arttığına tanık oluyoruz maalesef” diyor.