Tüfenk üçlemesi: Mavzer
Osmanlının satın aldığı tüfek sayısı yüzbinlerce olunca Huber de zenginliğine zenginlik katar. Mavzer satışından kazandığı komisyonlarla Tarabya’daki araziyi satın alır ve Huber köşkünü yaptırır.
Fotoğraf: İsveç Ordu Müzesi CC BY-SA 4.0
Orhan Pamuk Kara Kitap’ta Galip ve Rüya’nın çocukken kabakulak olduklarında Tarabya’ya götürüldüklerinden bahseder. Tarabya’nın havasının Galip ve Rüya’nın kabakulağını iyileştireceğine inanılmış olsa gerek. Aslında Tarabya’nın havasının şifalı olduğu inancı Orhan Pamuk’tan çok daha eskilere, antik çağlara kadar gidiyormuş.
Tarabya’nın antik çağlardaki isim anası Kolhis Kralı Aietes’in kızı güneş soylu Medea imiş. Bitkilerin sırrına ermiş olan Medea için ilaçların ve zehirlerin prensesi demek sanırım yanlış olmaz. Tarabya’nın antik ismi için anlatılan bir söylencede büyücü Medea İstanbul Boğazında tam da günümüz Tarabya’sının olduğu yerde Argo Gemisinden inerek toprağa ayak basmış ve sandığını açarak içerisindeki şifanın bölgeye yayılmasını sağlamış. Diğer söylence de ise Medea kıskançlık krizine girerek kocası Jason’u zehirlemek için Tarabya sahiline hazırladığı zehri dökmüş. Her iki söylencenin sonunda da Medea’nın işaretlediği bu toprak parçası bir yanıyla ilaç diğer yanıyla zehir anlamını barındıran Pharmakeus adıyla anılmaya başlar. Pharmakeus adı 5. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş. Beşinci yüzyılda başpiskopos Attikos Pharmakeus adının zehir çağrışımından rahatsız olarak bölgenin adını Therapia olarak değiştirmiş. Eski Yunanca şifa ya da tedavi anlamına gelen Therapia yani terapi zamanla Tarabya olarak anılmaya başlamıştır. Tarabya’nın iyileştiriciliği havasından mı, suyundan mı, florasından mı yoksa söylencelerinden mi gelir bilmem ama öldürücülüğü Tarabya’da bulunan bir malikaneden gelir. Nasıl mı? Anlatayım.
Bahsettiğim malikanenin adı Huber Köşküdür. 1985 yılında kamulaştırılarak cumhurbaşkanlığı himayesine verilen ve adını sık sık haberlerde duyduğum bu köşkün isminin nereden geldiğini hiç düşünmemiştim. Bu yazıyla ilişkili okumalar yaparken köşkün adının August Huber’den gediğini öğrendim. August Huber’in 64 dönüm koruluğun içerisinde yer alan soğan kubbeli ana binayla birlikte büyük bir ahır ve arabalığa, hizmetliler konutuna, iki küçük şaleye ve bir seraya sahip olan bu malikaneyi II. Abdülhamid’in de baş mimarı olan Raimondo d'Aronco’ya yaptırdığı düşünülmektedir. Peki kimdir bu August Huber? Bunun için zamanın zembereğini biraz geri sarmamız gerekecek.
93 Harbi ya da Osmanlı Rus Savaşı 1878 yılında Osmanlı’nın yenilgisi ile sonuçlanmış. 3 Mart 1878 tarihinde Ruslarla Ayestefanos (Yeşilköy) Anlaşması imzalanmış ve Ruslar Balkanlarda bütünüyle hâkim duruma gelmiştir. II. Abdülhamid bu ağır yenilgiyi daha az kayıpla atlatmak için bir yol arayışına girmiştir. Osmanlı, Avrupa ülkelerinin Rusların Balkanlardaki hakimiyetinden rahatsızlığından yararlanmak istemiş ve bu rahatsızlığı kaşıyarak Berlin’de yeni bir anlaşma zemini yakalamıştır. Böylece 13 Temmuz 1878 günü Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark başkanlığında Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katılımıyla Berlin Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayla Ayestefanos Anlaşmasının ağır şartları bir nebze de olsa hafifletilebilmiştir.
Bu süreçte Osmanlı ile Almanya arasında yakınlaşma başlamıştır. Çünkü Almanya; diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak Osmanlı topraklarının parçalanmasına müdahil olmadan Osmanlı ile ekonomik, ticarî ve askerî yatırımlar aracılığı ile ilişki kurmak istemiştir. Osmanlı’nın da 93 Harbinde yaşadığı yenilginin ardından ekonomik ve askeri olarak yeniden ayağa kalkma isteği Osmanlı ile Almanya arasındaki iş birliğini artırmıştır.
Bu iş birliğindeki tılsımlı bağın Waffenfabrik Mauser yani Mavzer Silah Fabrikası olduğunu söylemem sanırım abartı olmaz. 93 Harbi sonrası Osmanlı Ordusu elindeki Aynalı Martinleri büyük oranda kaybedince ordunun yeniden silahlandırılması için Osmanlının imdadına Mavzer Silah Fabrikası, fabrikanın imdadına da Osmanlı yetişir. Çünkü Prusya devleti silah fabrikasına desteğini çektikten sonra iflâsa sürüklenmek üzere olan Mauser’i Osmanlı'dan aldığı siparişler kurtarır. Osmanlı Devleti başlangıçta Mavzer Silah Fabrikasına 500.000’adet tüfek sipariş etmiştir. Üretilen bu tüfeklere Türken Mauser yani Türk Mavzeri adı verilmiştir.
Osmanlı subayları tüfekleri teslim almak için Almanya'nın Oberndorf kasabasındaki fabrikaya gidip gelirlermiş. Orada hem eğitim alırlar hem de Türk Mavzerlerinin kalite kontrollerini gerçekleştirirlermiş. Gidiş gelişlerin yoğunluğu nedeniyle Fabrika Türkiye'den gelen subayların konaklaması için bir lojman bile inşa ettirmiş.
Osmanlı sık sık Oberndorf’a gidip gelir de Almanlar eksik kalır mı? Elbette hayır. Almanlar da başlangıçta sık sık İstanbul’a gider gelirmiş ama zamanla bu gidiş gelişlerden yorulmuşlar. Bu nedenle Osmanlı ile ilişkileri sıcak, satış sözleşmelerini de diri tutacak bir tüccarı aracı olarak görevlendirmişler. Bu kişi hem Osmanlı hükümetini ikna edecek hem gerekli rüşvetleri verecek hem de yeni modelleri tanıtarak satış sözleşmeleri imzalatacakmış. Elbette komisyonu karşılığında. Bu silah komisyoncusunun adı August Huber’miş.
Osmanlının satın aldığı tüfek sayısı yüzbinlerce olunca Huber de zenginliğine zenginlik katar. Mavzer satışından kazandığı komisyonların bir bölümüyle iki Ermeni aileye ait olan Tarabya’daki 64 dönümlük araziyi satın alır ve bu araziye Huber Köşkünü yaptırır. I. Dünya Savaşı çıkana kadar da bu malikanede sefasını sürer. Savaş çıkınca da hızlıca tabanları yağlayarak İstanbul’u terk eder.
Huber Osmanlı topraklarından kaçar kaçmasına ancak aracısı olduğu Mavzer tüfekleri bu topraklara derin çentikler atar. I. Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşında kullanılan Mavzer tüfekleri savaşta ustalığının yanı sıra romanda, şiirde, müzikte de yerini almış ve varlığını günümüze kadar sürdürmüştür.
Romanlarda eşkıyaların can yoldaşı olmuştur mavzer. Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanında bir nefer olarak yerini almıştır. Sözlerin mavzer kurşunu dizesiyle Gülten Akın’ın Konuş şiirine sızmıştır. Mavzer, Attila İlhan’ın Türkiye şiirinde; sen türkiye'sin ekmeğim tuzum türkiye/ omzumda mavzer koynumda çevresin dizeleriyle adeta Türkiye ile özdeşleşmiştir. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Koçero-Vatan Şiirinde içinde mavzer geçen dizeler Selda Bağcan ve Ahmet Kaya’nın sesinde son eşkıyanın çığlığına selam durmuştur.
Tarabya’nın şifa kaynaklarından birinin de sürekli açık olduğu Karadeniz rüzgarları olduğu söylenir. Bu zemheride Karadeniz rüzgarları şifa getirir mi bilinmez. Ancak o dilsiz rüzgarlar tam 103 yıldır donmuş sırrını bıkmadan usanmadan belki iyileşirim umuduyla Tarabya’ya taşır. 103 yıl önce 28 Kanunisani’de Yahya Kâhya ve adamları muktedirin eliyle birer mavzer olur, süngü olur, ip olur ve Mustafa Suphi ile 14 yoldaşını Trabzon açıklarında bir teknede kalleşçe öldürür.
Cinayeti bir tek Karadeniz’in dilsiz rüzgarları görür.
28 Kanunisani’yi, Mustafa Suphi’yi, Üsküdar Ahmet Çelebi mahallesinden Ethem Nejat’ı, Erzincanlı Aşçıoğlu Bahaeddin’i, Uşak'ın Hacı Hüseyin Mahallesinden Kasım Hulusi’yi, Sürmene'nin Asu Kariyesinden Kıralioğlu Maksut’u, Cihangirli Hilmioğlu İsmail Hakkı’yı, Van Erciş’ten Ahmetoğlu Hayrettin’i, Bandırma Manyas Nahiyesinden Hakkı Bin Ahmet Ali’yi, İstanbullu Emin Şefik’i, Kadıköylü Tevfik Bin Ahmet’i, Manisalı Kazım Bin Ali’yi, Erzincan'ın Akdağ Kariyesinden Hatipoğlu Mehmet’i, İzmir Tilkilikten Hacı Mustafaoğlu Mehmet’i, Kandıralı Cemil Nazmi Bin İbrahim’i ama en çok da Maria Suphi’yi unutma…
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20