Depremden sonra arada kalan yaşamlar
Urfalı ve Malatyalı iki aile. İkisi de depremin ardından Ankara’ya göç etmişler. Bir süre yardımlarla geçinen aileler, bir yandan iş bulabilmek bir yandan da memleketine dönmek istiyorlar.
Fotoğraf: Eda Aktaş Evrensel
İlkem SEVİNÇ
Ankara
Ankara’da tutunmaya çalışan iki depremzede aileyle bir yılda depremin getirdiklerini(!) ve götürdüklerini konuştuk. Dertlerine derman olamasak da kulak verdik ki sesleri olabilelim. Duymayanlara, duymak istemeyenlere ısrarla duyurabilelim.
Urfalı depremzede İbrahim’in gözlüklerinin o kalın merceklerinin arkasında hüzünlü bakan gözleri var, ne derin... Kalbi yansıyor sanki. Yaşadıkları, yaşayamadıkları, umutsuzluğu görünüyor birer birer. Malatya’da ailesiyle gece yarısı uykusunda depreme yakalananlardan. Ne olduğunu bile anlayamadan ikinci depreme yakalanıyorlar. 11 il, ilçeler ve köylerde büyük yıkımlar... Kızının ve 7 yaşındaki torununun enkaz altında kaldığı haberini alıyor. 92 model Şahin araçlarıyla, sağlam kalmamış yollara düşüyorlar kendi imkanlarıyla. Deprem yakını uzak etmiş, ovayı dağ etmiş. Varmışlar köylerine. Kızı Serpil, torunu Zeynep enkaz altında. İbrahim’in damadı uğraşmış 5 saate yakın; eşini, çocuğunu, anasını, babasını sağ çıkarmak için. Kurtarmış ailesini. Rabia, “Devlet yetişemedi, yetişse durur muydu hiç!” derken, kızı “Yetişmedi!” diye feryat ediyor. Arada gözleri doluyor, sesleri titriyor. Sanki yeniden yaşıyorlar depremi.
YARDIM BİR HAFTA SONRA GELDİ, ONU DA HALK GETİRDİ
İbrahim’in kızı Serpil anlatıyor: “Bir hafta sonra geldi yardım. Onu da halk getirdi. Deprem görmeyen yakın illerden... Azerbaycan’dan, Kırgızistan’dan... İsmini hatırlayamadığım yabancı ülkelerden gördük yardımı.” Bir hafta dünürlerinin evinde kalıyorlar 10-15 kişi. Bakıyorlar, ev ev üstüne olmuyor. Çaresiz, uçağa binip geliyorlar Ankara’ya. Hiçbir şeyleri yok üst başlarından, birbirlerinden başka. Ankara’dan yeğeni arıyor İbrahim’i, “Kıbrısköyü’de dayalı döşeli bir evde yalnız başıma misafirim. Gelin amca buraya yanıma” diyor. Gidiyorlar, bir şey düşünmeden. Bir ay kadar kalıyorlar. Sadece faturalarını ödüyorlar evin. Ev sahibi kira almıyor. “Annemin evi, onun hayrına kalın. Zaten boş ev. İstediğiniz kadar kalın.” Yalnız bir ay sonra kadının fikri değişiyor. Neyse ki İbrahim’in bir tanıdığı vasıtasıyla Tuzluçayır Cemevine yolları düşüyor. Burada bir kadın onları Pir Sultan Abdal Derneğine yönlendiriyor. Onlar da Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneğine... Boş, harabe de olsa bir ev bulmuşlar. Çok sevmişler mahalleyi. Herkes el uzatmış. Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinden gelip ücret talep etmeden evlerini boyamışlar. Evin elektrik işlerini halletmişler. Muslukları, vanaları, avizeleri tamir etmişler. Kıyafet konusunda yardımcı olmuşlar. Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği aynı şekilde yardımda bulunmuş. Evlerinde ne kadar eşya varsa, imece usulü dayayıp döşemişler. Erzak, giyim, nakit yardımında bulunmuşlar. Komşular yemek getirmiş, ellerindekini bölüşmüş. İbrahim bu kültüre yabancı değilmiş evvelden. Malatya’da yaşarken Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin yönetiminde görev almış. Emek Partisi ilçe yönetiminde görev almış. Evrensel Kültür’e aboneliği varmış. Birikmiş dergileri, kitapları... Hepsini kaybetmiş depremde, içini çekiyor. İnsanın ruhu nasıl doyacak kitapsız, dergisiz? Kültürel yardımda bulunan oldu mu, diyorum. Sorduğum sorunun garipliği içinde buluyorum kendimi, o da gülümsüyor.
‘BİZİ UNUTTULAR’
Kendisi Urfa’da TEKEL Fabrikasında çalışırken 2002’de fabrika kapanınca Malatya’ya göçe zorlanmış. Orada yaprak tütünde 3 yıl çalıştıktan sonra emekli edilmiş. Bir maaşla 4 çocuk okutmuş, büyütmüş, evlendirmiş. Bir bekar oğlu kalmış. Bir dileği, onun da muradını görebilmek.
“Ben yıllarca didindim çalıştım. Bu ülkeye dört evlat verdim. Şimdi emekliliğimde rahata ereyim derken... Gelecek kaygısı güdüyorum. İstiyorum, devletimiz yanımızda olsun. Bize sahip çıksın. Biz depremzedeleri unuttular. Yalnızlaştırdılar. Kaderimize terk ettiler. İlk başlardaki duyarlılık kalmadı. İnsanlar alıştı. Bizi umursayan kalmadı. Oysa biz hâlâ 6 Şubat’ı yaşıyoruz. Geçici değil, kalıcı çözüm istiyoruz.”
ANKARA’YI SEVDİK AMA İŞ YOK
İbrahim’in oğlu Çankaya Belediyesine mevsimlik işçi olarak yerleşmiş. 6 ay çalıştırıp, işine son vermişler. “Belki devam etseydi, biz de burada tutunur kalırdık” diyor. Mecbur geri dönecekler. Geçtiğimiz temmuz ayında konteyner çıkınca eşiyle birlikte gitmişler. Aylarca konteynerde yaşamışlar: “Yazın iyiydi konteynerde yaşamak. Ama kış geldi, işte o zaman zulüm oldu, eziyet oldu. Yakarsan yakıtı, sıcaktan durulmuyor; kapatsan buz kesiyorsun. Klima açınca içeride hava bırakmıyor. 20 metrekare bir alan. Yatak, yorgan, eşyalar su içinde, nem içinde kalıyor. Zaten her türlü hastalık var. Kalp yetmezliği, KOAH, guatr, şeker... Bir de üstüne hava kirliliği... Dinamitle patlatılan hasarlı binalar, ortaya saçılan asbest gazı, moloz yığınları, kirlenen sular... Mecbur, bıraktık konteyneri geldik Ankara’ya gerisin geri. Kira da ödüyoruz, kalalım bari burada dedik. Burayı çok da sevdik ama çocuklarım orada. Çocuklarsız olmuyor”. Rabia, eşinin bir torba ilaçlarını çıkartıp gösteriyor bize. Hepsi de raporlu ilaçlar. Yine de eczaneye gitti mi ücret alınıyor” diyor.
ÇOCUKLAR İŞ BULAMADIĞI İÇİN TOKİ ÇIKARSA DÖNECEĞİZ
Çocukları Ankara’da iş bulamadığı için TOKİ çıkarsa döneceklerini söylüyor İbrahim. İki seçenek sunmuşlar depremzedelere. Ya yerinde dönüşüm ya TOKİ. “Yerinde dönüşüm çok pahalı” diyor İbrahim. Devlet 1.5 milyonunu karşılıyor ama bir o kadar da kendi cebinden ödeyecek. Neyle ödeyecek, cep delik cepken delik. TOKİ’nin şartları da hafif sayılmaz. Yüzde 60 devlet tarafından ödenecek. Yüzde 40’ını depremzede karşılayacak. İlk 2 yıl ödeme almayacaklar. Sonra 18 yıl borçlandıracaklar. Aylık ne kadar ödeneceği ise muamma. Evleri eşyalı mı, boş mu teslim edecekler o da muamma. İbrahim’e “Ödeyebilecek misin” diye soruyoruz ama o da bilmiyor. Yıkılan tapulu evini de krediyle borçlanıp almış, borcu bitmeden evinden olmuş.
’92 MODEL ARABAMIZ VAR DİYE KİMSE YARDIM ETMİYOR
İbrahim’in yardım başvuruları, ’92 model bir Şahin’i olduğu için geri çevrilmiş. AFAD 3 ay market yardımında bulunmuş, toplam 3 bin lira. Sevinmişler, her ay yardım alacaklarını sanıp. Gidip itiraz etseler de sonuç alamamışlar. Sosyal hizmetlere başvurularından da olumsuz sonuç almışlar. Yardım edenlerin devamı gelmemiş. Belediyeden biraz yardım görmüşler. Sonra araçları var diye onlardan da alamamışlar. Konteynerde kalırken faturalarını AFAD karşılamış. Birkaç kez de kumanya almışlar. Serpil araya giriyor “Abla Malatya olmuş Hindistan gibi. Tanıyamıyoruz. Sanki yabancı bir memleket...” yine gözler yaşarıyor.
SEVGİ GÖRMEK BİZE İYİ GELDİ
Geçen yıl bir dönem kızı Ankara’da devam etmiş okula. Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği sayesinde psikolojik destek almışlar. Her hafta sonu depremzede çocuklara ve annelerine etkinlikler, oyunlar düzenlemeleri onları mutlu etmiş. “Acımız hep aklımızdaydı fakat bir anlığına bile unutmak hoşumuza gidiyordu. Her şeyden öte, sevgi görmek bize iyi geldi, çocuklarımıza iyi geldi. İyi ki dernekler, sivil toplum kuruluşları, halkımız var. Onlar sayesinde yalnız kalmadık” diyor Serpil.
‘DEPREM HERKESİ BAŞKA ŞEHRE SAVURDU’
Bir depremzede ailemiz daha var. O kadar çoklar ve o kadar yok sayılıyorlar ki maalesef. Nurhayat ve Erdal. İki kızları var, biri evli. İkisi de pidecide işe girmişler, çalışıyorlar. Erdal amca 7 bin 500 TL emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyor. İlk başlarda derneklerin verdikleri yardımlarla ayakta kalabilmiş onlar da. Ev eşyalarını da öyle temin etmişler, gıdalarını da...
Malatya’dan üst baş perişan gelmişler. Korkarak girdikleri evlerinden kedilerini almadan yola çıkamamışlar. “Bıraksaydım, vicdanımdan kurtulamazdım” diyor Nurhayat. Üstelik o kıt kanaat maaşlarına bir de iki kedinin masrafını eklemişler. Tüm yardımlar kesilmiş, onlar da unutulmuş diğer depremzedeler gibi. Bu aileye de yıkılmış dükkanları için çıkmıyormuş yardım. Nurhayat kızıyla psikolojik destek görmüş. Hâlâ ürkek, hâlâ güvercin tedirginliğinde... Kapı tıklasa, bir sallantı olsa ödü kopuyor. “Dönmem, dönemem” diyor. “En azından depremden uzağız” diye rahatlıyor içi. “Deprem aileleri parçaladı, yok etti, herkesi başka şehre savurdu, ne pismiş, kara yazıymış” diye isyan ediyor. Bir yandan da “Çok şükür, sağ salim geldik ya.” diye seviniyor. İnsanoğlu bir yanı yaprak döküyor, bir yanı bahar bahçe...
‘EVLER ÜCRETSİZ VERİLSİN’
Kimse kapımızı çalmadı diyorlar. “Hiçbir siyasi partili, hatta muhtar bile... Üç kere kapısına gittik, geri çevirdi” diyorlar. Seslerini duyurmak istiyorlar. İstiyorlar ki evleri kendilerine ücretsiz verilsin. Maddi, manevi destek yapılsın. Depremzedeler unutulmasın.