Milliyetçilik kadınlara ne vaat ediyor?
Milliyetçi partilerin ve siyasilerin kadınlar üzerinde söylemlerine göz atarsak milliyetçi eylemlerin, söylemlerin kadınların ikincil konumunu daha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz.
Fotoğraf: Rostyslav Savchyn/Unsplash
Esmira BEKİROVA
ODTÜ
Son yıllarda giderek artmakta olan emperyalist savaşların ve faşist politikaların dünya halkları üzerindeki negatif birçok etkisinin olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Avrupa ve Amerika ülkelerinde iktidarın sağcı ve faşist politikaları benimseyen partilerin eline geçmeye başlaması birçok ülkede halkların bazı kesimlerinin milliyetçi ve faşist ideolojileri ya da söylemleri benimsemesine, bunların eylemlerine dahi yansımasına sebep olmuştur.
Türkiye’de emperyalist savaş mağduru ve şu an ucuz iş gücü konumuna sahip mültecilere yönelik düşmanlığın farklı farklı siyasiler, basın tarafından halka aşılanması, Türk burjuvazisinin çıkarlarına hizmet eden savaşların artması ile yıllardır sürmekte olan Kürt sorunun daha da derinleşmesi ve halkta örgütlenen Kürt düşmanı eğilimlerin artması tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle kendine yeni ideoloji arayışında olan Türkiye gençliği üzerinde, bu gibi gerici politikaların etkisini görmekteyiz. Kötü yaşam koşulları içinde yaşayan genç kesimlerin tutunacağı tek dalın kendi ulusunun daha üstün olma düşüncesini aşılayan ideolojiyi benimsemesi çok da anlaşılmaz sayılmaz. Gençler arasında MHP milliyetçiliğinden ziyade kendi yaşam tarzlarına uyum sağlayabilecek daha “modern” milliyetçilik (şu an Türkiye’de daha fazla öne çıkan İyi Parti ve Zafer Partisi’nin yürüttüğü milliyetçilik anlayışı) ön çıkmaktadır. Genç kadınlar açısından baktığımızda da bu gibi politikaların bazıları üzerinde sonuç doğurmadığını söylemek yanlış olur. Avrupa ülkelerinde faşist kadın siyasilerin ön plana çıkması ve Türkiye’deki Meral Akşener örneği bazı kadınları milliyetçi politikaların onların toplumsal konumuna zarar vermediği düşüncesine sürüklemektedir. Ancak bu partilerin ve siyasilerin kadınlar üzerinde söylemlerine göz atarsak milliyetçi eylemlerin, söylemlerin kadınların ikincil konumunu daha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz.
MİLLİYETÇİLERİN KADIN ANLAYIŞI
Milliyetçiliği temsilcileri ve destekçileri tarafından her ne kadar göz ardı edilse de, kadınlar bu ideolojide ataerkil söylemlerle ve eylemlerle cisimleştiriliyorlar. Milliyetçilik kadınların siyasi alanlardan dışlanmasına, kadınlara ve erkeklere atanmış rollerin derinleşmesine, kadınların toplumsal yaşamlarında aldıkları konumun erkekler ve devlet tarafından sürekli kontrol altına alınmasına sebep oluyor. Çünkü kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamlarındaki özgürlük, bağımsızlık talebi kapitalist sistemin kadına yüklediği ev içinde ücretsiz iş gücü görevinin reddi, sömürü ilişkilerine zarar verecektir.
Yazar ve akademisyen Deniz Kandiyoti’e göre milletçilikte erkek ulusun geleceğini kadın ise bedeniyle ulusun kültürünü temsil eder. “Kadın ulusun annesidir” deyimiyle toplumun kültürel olarak dayattığı kadın ve erkek rolleri giderek daha da keskinleşir. Özellikle savaş ülkelerinde erkekler cepheye giden, ulusu ve vatanı savunan “savaşçı” iken kadın cephe arkasında onu sadık bir şekilde bekleyen ve savaşçı erkeği yetiştiren bir aktör. Böylelikle milliyetçi ideoloji kadına annelik rolünü aşılar ve iyi bir anne olması için daha homojen, fedakâr bir kadın profili çizip kadını buna ayak uydurmaya zorlar. Böylelikle kadın bir savaşçı üretmekten ziyade milletin kültürünü en iyi şekilde gelecek nesle aktarmakla da sorumlu tutulur.
KADINA ÇİZİLEN İKİNCİL ROL
Toplumsal cinsiyet kuramcısı Afsaneh Nacmabadi’e göre milliyetçi ideolojide erkek ulusu temsil ederken kadın vatanı temsil eder. Ulus yani erkek vatanı yani kadını korumakla sorumludur. Kadınların savaşta ganimet rolünde olması erkeği onun namusunu korumakla yükümlü kılar. Böylelikle kadın cinselliği milliyetçi ideolojiyi yakından ilgilendiren konudur. Ulusa ait kadının üreme ve cinselliği hatta toplumsal yaşamda aldığı konum ve yaşam tarzı ulus düzeyinden erkek tarafından kontrol edilir.
Meral Akşener gibi milliyetçilik savunusu yapan figürler siyasi arenada da önümüze çokça çıkıyor. Yalnızca Türkiye açısından da değil aşırı milliyetçiliğin iktidarda olduğu İtalya gibi ülkelerde de kadın siyasetçiler ön plana çıkıyor. Ancak milliyetçilik ideolojisi, kadınların yaşadığı sorunları ve bu bağlamda talepleri öne çıkarma hedefini taşımıyor. Burada milliyetçi kesimlerin “kadını yücelttiği, kadına saygı duyduğu” gibi savlar karşımıza çıkıyor. Ancak yazının öncesinde söz ettiğimiz gibi milliyetçilik ideolojisinde kadının yüceliği, analığından, bir milleti yeniden doğurmasındandır. Kadına çizdiği toplumsal pozisyon kadının bir milletin devamının yegâne gerekliliği oluşuyla sınırlıdır. Bunun yanı sıra milliyetçilik, tüm dünya kadınlarına seslenmez ve tüm dünya kadınlarının sorunlarını sahiplenmez. Kendi milliyetini üstün görmeyi esasına alan bu ideoloji, yalnızca tek bir milletin kadınlarına seslenir. Bugün kadınlarının yaşamını dert edinir gibi görünen İYİP, Zafer gibi partilerin aynı hassasiyeti Suriyeli, Afgan kadınlar için göstermediği çok açıktır. Hatta kendilerinin farklı milletlerden kadınlara biçtiği rol, savaşla bertaraf olmuş bir ülkede yaşamak için didinmeleridir. Bu yönleriyle milliyetçilik, kadınların yaşadığı sorunlarla beraber yükselen mücadele eğilimini göz önünde bulundurarak kadınları kendi saflarına yedeklemek hedefiyle kadınların yaşamını dert edinir gibi görünürler. Bu aslında kadınların kazanımlarının zaman içerisinde geriletilmesine de yol açacaktır, çünkü bu topraklarda kadınlar, kimi komşu ülkelere kıyasla çok daha ileride olan haklarını kökleri Cumhuriyet öncesine dayanan kadın hareketine ve geçmiş kuşak kadınların mücadelesiyle kazanmışlardır. Lakin günümüzde bunların hiçbir şekilde milliyetçiler tarafından gündem edilmemesi hatta kadınların tüm haklarının Cumhuriyet sonrasında onlara “hediye” edildiği fikrinin aşılanması bunun aksi bir örnek niteliği taşır.
Sonuç olarak ulus-devlet ve faşist politikalar kapitalizm gibi kadın ezilmişliği sorunu üzerinden kendini var etmeye çalışır. Bu yüzden mülteci, Kürt, Türk etnik kökeni fark etmeksizin kadınların toplumda yerleştirilmeye çalışılan ikincil konumuna karşın ulus-devletin yanında değil; kız kardeşlerinin yanında olarak ortak taleplerini paylaştığı kadınlarla omuz omuza bulunduğu her alanda mücadele etmesi, kadınların ve dünya halklarının eşit yaşamı için atılan önemli adımlardan biridir.
KAYNAKÇA:
Mukaddime, 2020, 11/2, s. 468-484
DOİ: 10. 19059/mukaddime-715857