İlk limonata ABD üssünden ve daima ABD’ye, sermayeye karşı
EMEP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Köroğlu ile bu dizide yollarımızı kesiştiren şey, direniş örgütleyip sendikaya başkan olduktan sonra, görevini genç bir arkadaşına devretmesi oldu.
Fotoğraf: Evrensel
Fatih POLAT
“Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Durulova köyünde 1961 yılında doğmuşum. Çocukluğum orada geçti. Köyümüz Kürecik Radar Üssünün yamacındaydı.”
‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisinin bu bölümünde Emek Partisi (EMEP) İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Köroğlu ile konuşuyoruz. “Ünsüz insanlar geçidi” olarak planladığımız bu dizide onunla yollarımızı kesiştiren şey, “Sendikacılık meslek değildir, sendikalı işçi olmak önemlidir” anlayışının canlı örneği olması.
KÜRECİK GÜNLERİ: NURHAK SANA GÜNEŞ DOĞMAZ
Köroğlu’nun ilkokul yılları, köylerinin yamacında bulunduğu Kürecik’teki ABD Radar Üssünün dönemin gazetelerinin manşetlerine taşındığı bir olayla kesişir.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerini engellemek isteyen 7 Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı, Nurhak Dağı’nın eteklerinden giderek Malatya Kürecik’teki ABD Radar Üssünü basmaya karar verir. 31 Mayıs 1971’de Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi İnekli köyü yakınlarına gelirler. İhbar üzerine etrafları askerlerce sarılan THKO’lulardan Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga yaşamını yitirir. ‘Nurhak sana güneş doğmaz’ diye ağıt tarzında söylenerek bugünlere aktarılan türkü o döneme dayanır.
Köroğlu’nun köyündeki bazı insanlar, Kürecik Üssünde çalışmaktadır. İlkokul öğretmenleri de çocuklar için değişiklik olacağını düşünerek, izin alıp öğrencileri bu üsse film izlemeye götürür.
İLK LİMONATA, İLK SİNEMA KÜRECİK ÜSSÜNDE
“İlk sinemayı da Kürecik’teki askeri üsteki o salonda izledik. İlk beyaz perde ile orada tanıştık. Bize fincanda limonata ve kağıt külahla patlamış mısır vermişlerdi.”
O yıllara dair bir anısı da şöyle: “Dağ taş asker, operasyon yapılıyor. Komşu köyün muhtarı öldürülmüştü. THKO’luları ihbar ettiği gerekçesiyle İbrahim Kaypakkayaların cezalandırdığı söylenmişti. O operasyon yapılırken ben, dayımın oğlundan öğrendiğim ‘Amerika katil, katil’ türküsünü mırıldanıyorum. Babam ‘Eşekoğlueşek, dağ taş asker sen ne söylüyorsun!’ diyerek beni kovalamıştı.” (Gülüyor)
İlkokulu bitirdikten sonra, 1971 yılında Akçadağ’a bağlı Ören kasabasına taşınmışlar. Ortaokulu Ören’de, liseyi Malatya Gazi Lisesinde okumuş.
1995 yılında ise eşi Elif Hanım ile birlikte İzmir’e gelmişler.
İZMİR’E GÖÇ VE İŞÇİLİKTEN SENDİKACILIĞA…
“İzmir’de Gültepe’ye taşındık. Oturduğumuz ev gecekonduydu. Gültepe biliyorsunuz geçmişte Tariş olaylarının yaşandığı, direnişlerin olduğu bir yer. Oturduğum ev bir dönem Abdülkadir Konuk’un da kaldığı mimli bir evdi.”
Ardından Dersimli bir boyacı arkadaşının yanında işe girmiş. “O dönemde de çok zorluklar çektik. Eşim de tekstilde iş buldu. Bir oğlumuz oldu. Oğlumuzu askerde Adıyaman Besli’de kaybettik. İntihar dediler. Bize göre katledildi. Mahkemeye başvurduk, askeri yargıdan intihar olarak çıktı. Bir oğlumuz da şimdi moleküler biyoloji bölümünde.”
Ardından, TÜMTİS sendikasının örgütlü olduğu ambarların kargo bölümüne girmiş: “İş ağırdı. Sendikada genel başkanımız Sabri Topçu’ydu. İzmir’de sınıf mücadelesinde önemli bir sendikaydı.” İlk direnişlerinden birini, patronun sendikadan kurtulmak için sitenin dışına çıktığı bir ambarda yapmışlar. “90 günü aşan direniş sonucu işçi arkadaşlarımızla bütün haklarımızı aldık. Sonra sendika tarafından başka bir yerde işbaşı yaptırıldım. İş yeri temsilciliği ve TÜMTİS sendikasında Şube Denetleme Kurulu üyeliği yaptım.”
2006 yılında işine son verilince, üç dört ay işsiz kalmış. Sonra bir arkadaşı aracılığıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi Park Bahçeler Daire Başkanlığında taşeron bir firmada işbaşı yapmış. 2009 yılında işçi arkadaşları, “Birisi geldi, seni sordu” demiş, “Örgütlenmek istiyorlarmış.”
Araştırmış ve ambarlarda birlikte çalıştığı bir arkadaşı olduğunu öğrenmiş.
“Park Bahçe Daire Başkanlığında 1200 kişi çalışıyordu. Bunları iki ihaleye ayırmışlardı, güney ve kuzey diye. Biz güneyde, Alsancak bölgesinde çalışıyorduk. O arkadaş kuzey bölgesinde arkadaşların sendika çalışmasına başladığını, güney bölgesi için de benimle görüşmek istediklerini söyledi. Taşeron karşıtı bir çalışma yapacaktık. Başladık ve kısa sürede 600 kişiye ulaştık. Aynı iş yerinde hem taşeron işçi çalışıyor hem sendikalı İZELMAN işçisi çalışıyor. Birisi asgari ücret, diğeri sendikalı toplu sözleşmeli olduğu için yüksek ücret alıyor. Taşerondaysan kaderin bir çavuşun iki dudağı arasında. Taşerondaki işçi, yanında sendikalı çalışan işçinin koşullarının özlemini duyuyor. O dönemde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun basında ‘Ben aslında taşeron istemiyorum’ diye bir demeci yer almıştı. Bu da bize fırsat oldu.”
Hummalı bir çalışmanın ardından 1200 işçiyle eylem kararı almışlar. Park Bahçe Daire Başkanlığı da eylemden bir gün önce, ‘Yarın eyleme katılan işçilerin hepsi işten çıkarılacak’ diye bir anons yapmış.
“İşçi arkadaşlarımızın çoğunun CHP ile bağları var. O ilişkiler üzerinden Aziz Başkan’a ulaşmaya çalıştık. Ulaştığımız bir belediye meclis üyesi ‘Aziz Başkan burada, ben sizi görüştüreceğim’ dedi. Biz işçilerle çıkacağımız eylemi tartıştığımız toplantı sırasında Kocaoğlu’nun bizden dört kişilik bir heyetle görüşmek istediği haberi geldi. Dört arkadaşımız Aziz Başkan’ın yanına çıkıp meramımızı anlattılar. O da süreç içinde taşeronu bitireceğini söylemiş. Komitedeki arkadaşlar ‘Yarın bununla ilgili bir eylem yapacağız ama daire başkanlığı eyleme katılanların işten atılacağını söylüyor’ demiş. Kocaoğlu, daire başkanını arayıp, ‘Çocuklar yarın böyle bir eylem yapacakmış, kesinlikle müdahale etmeyin’ demiş. Eylem saati geldi, Konak’ta toplandık. Bir gün önce eylemimizi kırmaya çalışan idare bu sefer eyleme katılın diye teşvik ediyor. Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklamamızı yaparak taleplerimizi dile getirdik.”
Ancak kadro alımının yapıldığı yeni ihale sürecinin ardından işçiler işbaşı yaptırılmamış. “Arkadaşlarımızı tekrar belediye önüne çağırdık. Büyükşehir Belediyesinin önünü terk etmedik. Bunun üzerine kuzey tarafındaki 600 işçiyi işbaşı yaptırdılar, kaldık biz güney tarafındaki 600 işçi arkadaşımızla. Orada bir direniş başlattık. Büyükşehir Belediyesi önünde çadır kurarak, çıkan ortak karar gereği açlık grevi eylemine başladık. O dönem hükümet AKP, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Seçim yaklaşıyor ve bizim eylemimizin Büyükşehir Belediyesinin önünde olması merkezi idarenin işine geliyor. Ama biz de ekmeğimiz için orada olmak zorundayız. CHP’liler hep eylemdeki arkadaşlarımızı, ‘Siz CHP’ye mi karşı çıkıyorsunuz’ diye arıyorlardı. Böyle böyle bizi parça parça kopardılar. 27 arkadaş kaldık. Belediye İş Sendikasının bir şube başkanı, direnişteki işçi arkadaşlarımıza ‘Canımızı sıkmayın, biz sizi bir saat içinde belediyenin önünden atarız’ demişti. Hiçbir sendikacının ağzından çıkmaması gereken bir şey.
Son olarak Genel-İş 3 No’lu Şubenin örgütlü olduğu İZENERJİ’de çalışan işçilerin toplu iş sözleşmeleri vardı. Belediyenin önünde toplu iş sözleşmesi töreni yapılırken biz de kendi önlüklerimizle onların arkasına dizildik. Karşıda hem Büyükşehir Belediye Başkanı hem DİSK’in o zamanki Genel Başkanı Süleyman Çelebi bizi görüyor. Onların imza töreni bittikten sonra biz direniş alanımıza döndük. 10 dakika sonra Süleyman Çelebi direniş yerimize geldi. Kocaoğlu, ‘Gidin işçi arkadaşlarla görüşün. Eğer kabul ederlerse direnişi bitirsinler, işbaşı yapsınlar. Seçimi kazandıktan sonra bu taşeronu bitireceğim’ demiş.
Çelebi bize bunu iletti ve ‘Karar sizindir ama ben bunu önemsiyorum, bir değerlendirin’ dedi. Biz direnişteki işçi arkadaşlarla toplantı yaptık ve kabul etme kararı verdik. Ertesi gün direnişimizi basın açıklaması ile sonlandırarak işbaşı yaptık.
İşbaşı yaptıktan sonra 2011’de 1200 park bahçe işçisi ve 1300 taşeron işçisi, taşeron firmadan kurtularak belediyenin şirketi İZENERJİ’de işbaşı yaptı. Sonra sendika Genel İş 2 No’lu Şubenin kurulmasına karar verdi. Oluşturduğumuz işçi komitelerindeki oylama sonucu ben ve bir arkadaşımız daha şube yönetiminde görev aldık. O dönemde şube sekreterliği görevini yürüttüm.”
BAŞARILI BİR SENDİKACILIK VE DEVİR
Onlar taşerondan kurtulmuş ama öbür belediyelerde de binlerce taşeron işçi var.
“Bornova ve Bayraklı belediyelerindeki taşeron işçileri sendika üyesi yaptık. Yine Ege Üniversitesinde çalışan 1200’e yakın arkadaşımızı üye yaptık. Şube kongresi yaklaşıyordu. O mücadele içinde genç bir kuşak yetişmişti. Delege arkadaşlara, sendikacılığa meslek olarak bakmadığımı ve genç arkadaşlara görevimi devretmek istediğimi söyledim. Delege arkadaşlar tarafından da alkış ve tezahüratla karşılandı. Genç arkadaşlarımızı kongrede yönetime getirdik.
Ben kongreden sonra İZENERJİ şirketine başvurdum. O dönemde şube başkanımızı genel merkezde görevlendirdiler ve bana yeni bir şube açmayı düşündüklerini, deneyimli birine ihtiyaç olduğunu söylediler. Bunun için Ege Üniversitesinde bir taşeron firmada işbaşı yaptım. Kısa bir süre sonra Genel İş Genel Merkezi beni Genel İş 7 No’lu Şube başkanı olarak atadı. Oradayken Tire Belediyesindeki arkadaşlarımızı sendikalı yaptık. İZBAN’da temizlik bölümlerini, Bornova metronun temizlik bölümünü örgütledik. Olağan kongre yapıldı. Delege arkadaşlar tarafından şube başkanı seçildim. İkinci kongre sürecimiz geldiğinde yine genç bir kadro yetişmişti. Benim de emekliliğime iki ay kalmıştı. Arkadaşlara “Benim emekliliğim geliyor, burada kalırsam sizin önünüz açılmaz. Yükü omuzlamanız gerekir” dedim. Daha genç arkadaşlara devrettik orada da.
EMEKÇİLERİN BELEDİYEYİ YÖNETMESİ GEREKTİĞİNİ TARTIŞTIRMALIYIZ
- İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan adaylığınız nasıl gündeme geldi?
İnsanlar sermaye partilerinde aday adayı olmak için de para yatırırlar. Ama Emek Partisinde sınıf içinde mücadele etmiş insanları gözeterek aday gösteriliyor. Benim de işçi sınıfı mücadelesi içinde olmamdan dolayı böyle bir öneri geldi. Birlikte mücadele ettiğim işçi arkadaşlarımla, eşim ve çocuğumla konuştum. Geçmiş mücadelemin de gereği olarak kabul ettim. Belki sermaye partileri gibi pahalı kampanyalar yapacak gücümüz yok ama biz bugün İzmir halkı içinde, halkın, emekçilerin belediyeleri yönetmesi gerektiğini tartıştırmazsak yarın belediyeleri de idare edemeyiz.
Nasıl bir belediyecilik düşünüyorsunuz?
‘Bu kent halkındır, halk yönetsin’ şiarı üzerinden yola devam ediyoruz. Halkçı belediyecilik halkın yetkili organlarda karar ve söz sahibi olduğu bir belediyeciliktir. Sokaklardan, mahallelerden doğru, kentin bileşimi olan, sendikalar, odalar, yöre dernekleri, kadın dernekleri, çevre örgütleri gibi tüm demokratik kurumların dahil olduğu bir halk meclisinin kurulması. Kentin gelir ve giderinin, tüm kararların bu halk meclisinin onayından geçtiği, belediye başkanı ve meclis üyelerinin sadece icracı olduğu bir yönetimin olması gerektiğine inanıyoruz. Bir örgütlü toplum yaratma meselesi olarak görüyoruz özetle.