19 Mart 2024 19:13

Kobane Davası’nda son sözler alınıyor: İlk sözümüz ne ise son sözümüz de odur

Kobane Davası’nda hüküm öncesi son sözleri alınan tutsak siyasetçiler, mahkeme salonunun kendileri için direniş alanı olduğunu belirtti, son sözü ise direnenlerin söylediğini vurguladı.

Çizer: Ercan Altuntaş

Paylaş

IŞİD'in Kobane’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014’te gerçekleştirilen eylemler gerekçesiyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeleri ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 24’ü tutuklu 108 kişi hakkında açılan davada bugün son gün. Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafında Sincan Kampüsü’ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmada tutsak siyasetçiler hüküm öncesi son sözlerini söylüyor.

Kimlik tespiti ile başlayan duruşmada siyasetçilerin bazıları duruşma salonunda bazıları ise SEGBİS ile duruşmaya bağlandı.

"BUNUN ADI KOBANE KUMPAS DAVASIDIR"

Tutuklu siyasetçi Ali Ürküt, “Bunun adı Kobane Kumpas Davasıdır. Savcılık ve mahkeme siyasi iktidarın kendilerine biçtiği role uygun olarak kendilerine düşeni yaptı. Önce tamamen gerçek dışı, gerçeklikle alakası olmayan bir iddianame hazırladı. İddia makamı bir sürü yalan tanıkların beyanları ile iddianame hazırladı ve savcılık da onun devamında mütalaa hazırladı. Tabii ki asıl sıra ve son söz sizdedir. Üç yıldır dilimiz döndüğünce söyledik ve yalan iddialara cevap vermeye çalıştık. Sözümüzü söylemeye devam edeceğiz. Çok fazla uzatmayacağım ama bir tarihi hatırlatma yapacağım. Seyit Rıza'ya son söz sorulmuş ve ‘Ne istiyorsun? Denilmiş. Seyit Rıza’da ‘Oğlumu benden sonra idam edin’ demiş ama mahkeme heyeti tam tersini yapmış ve oğlunu kendisinden önce idam etmişler. Yine Adnan Menderes’i idam edenler bugün tarihte nasıl anılıyorlar hepimiz biliyoruz. Deniz Gezmişlerin, üç fidanların kalemini kıranların tarihten nasıl anıldıklarını herkes biliyor. Gezi ve Kobani Kumpas davaları da böyle anılacak tarihte. Dolayısıyla hukukun gereği, adaletin gereği yapılacaksa bu dosya derhal düşürülmeli. Son olarak ve sözün en önemlisi, bizi yalnız bırakmayan başta avukatlarımıza ailemize ve herkese çok teşekkür ediyorum." diye konuştu.

ALP ALTINÖRS: SİZE DÜŞEN KUMPAS DAVASINI KAPATMAKTIR

Diğer tutuklu siyasetçi Alp Altınörs de şunları söyledi: "Halkların dayanışmasını yargılayamazsınız. Milyonların yazdığı bir tarihi mahkeme salonlarında yalancı tanıklarla, kumpas davalarıyla yeniden yazamazsınız. Bizim bu davada ilk sözümüz ile son sözümüz aynıdır. Çağrımız meşrudur; bir soykırımı önleme amaçlıdır. Mahkeme heyeti olarak size düşen, bu kumpas davasının kapağını kapatıp, beraatla sonuçlandırmaktır. IŞİD terörüne, IŞİD soykırımına karşı yapılmış bir çağrıyı mahkum ederseniz; isimleriniz IŞİD’in yanına yazdırmış olacaksınız. Demokratik protesto çağrısı yapmak suç değildir"

AYLA AKAT ATA: BİZİ DUYMAYI TERCİH ETMEDİNİZ

Ayla Akat Ata da “Yargılama süreci içerisinde 2014'te yaşananları ve o günün toplumsal gerçekliğini, şimdiki ana boğma ısrarınız karşısında yaşananların tarihle olan bağını ortaya koyarak diğer dosya arkadaşlarım gibi iddianameye konu olan yalanların, çarpıtılan gerçekliğin ve maskelenen sorumlulukların altını çizmeye çalışmıştım. Yazık ki bizi duymayı tercih etmediniz. Hatta ara kararlarınızla susturmaya bile çalıştınız. Tıpkı, Meloslara seslenen Atinalı elçiler gibi…

Türk Kürt ilişkilerindeki tarihsel gerçeklik ortaklıkların gönüllük temelinde olması günümüzde Kürt sorununun çözümü açısından tüm derinliğiyle anlaşılmak durumundadır. Kürtler tarihte Türklerle karşılaştıklarında hep ortaklığa yakın bir müttefiklik statüsünde yaşamayı tercih ettiler. Bu yaşamı fethettikleri ya da zorla boyun eğdirildikleri için değil, çıkarlarına uygun buldukları için benimsediler. Malazgirt, Çaldıran ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın neredeyse beş yüzyıllık aralıklarla aynı stratejik gerekçeler temelinde ortaklaşa girişilmiş ve kazanılmış savaşlar olması bu gerçekliği doğrular. Türk Kürt ilişkileri tarih boyunca karşılıklı rızaya dayanan ve güçlü stratejik, dinsel, siyasal, ekonomik, kültürel temelleri bulunan ilişkilerdir. Uluslar Kürt sonunda yaşanan demokratik birlikteliği tekrar cumhuriyetin temeli yaparak yürümek Türkiye'ye kazandıracak tek yoludur. Cumhuriyeti cumhuriyet yapan 1919-1922 yılları arasındaki ulusal demokratik savaş ittifakıdır.

Ve er ya da geç bu ülkede barışı isteyenler, savunanlar, örgütleyenler, bunun için bedel ödemeye hazır olanlar amacına ulaşacaktır. Buradan son sözüm; ezilen tüm halkların özgürlük mücadelesine duymuş olduğum saygının gereği olacaktır. Ve onlar için de bu mücadelenin ezilen tüm dünya halkları için verilen bir mücadelenin parçası olduğu hissi ile ifade edeceğim. Yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın ezilen halkların özgürlük mücadelesi diyorum. Yaşasın kadınların özgün, özerk, örgütlü mücadelesi diyorum. En son olarak da Jin Jiyan Azadî…” diye konuştu.

AYNUR AŞAN: SON SÖZÜMÜZ BİTMEZ

Son sözleri istenen Aynur Aşan da kendileri için son sözün olmadığını, yeni bir başlangıç ve yeni bir adım olduğunu belirtti. Aşan, “Son sözümüz hiçbir zaman bitmez. Dolayısıyla bizim için durmak yoktur. Biz sürekli mücadele edeceğiz, çalışacağız. Bir davayla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum. Yazdım ben. Türkiye, tarihinde yeni bir adaletsizlik sayfası açtı. Bu dava Sokrates'in davasıdır. Sokrates; ‘Benim yargılanmam bir sunumdur. Atina soylularına bir sunumdur’ der. Bizim yargılanmamız da böyledir. Sizin burada yargılanan insanların suçsuz olduğunu bilmemenize imkân yok. Sizin bir iradeniz vardı bu davada ama siz bunu yapmadınız. Bizler, bugüne kadar söylenmesi gereken her şeyi söyledik. Onun için sizin de vaktinizi ve arkadaşlarımın da vaktini almak istemiyorum. Son olarak şunu söylemek istiyorum; nerde olursak olalım kadın mücadelesi sürecek. Kadın özgürlük mücadelesi sürecektir. Biz de sürdüreceğiz. Bu mücadele alanının zindan olmamasını temenni ederim. Ve bu alanların miting alanları olmasını, sokaklar olmasını temenni ederim. Bu çerçevede yaşasın halkların birliği. Bize burada desteğini esirgemeyen herkese çok teşekkür ederim” diye konuştu.

AYŞE YAĞCI: ADİL YARGILANAMADIK

Aşan’dan sonra savunma yapan tutsak siyasetçi Ayşe Yağcı başta ailesi olmak üzere avukatlarına ve kendilerini yalnız bırakmayan herkese selamlarını ileterek, şunları dile getirdi: “Son sözü olduğu için çok fazla da uzatmayacağım. Dün de söyledim; umarım vereceğiniz karar Türkiye demokrasisi açısından önemli bir karar olur. Karar ne olursa olsun elbette ki beklentim benim ve arkadaşlarımın özgürlüğüdür. İşlemediğim bir suç yüzünden dört yıldır tutkulu bulunmaktayım. Adil yargılanamadık. Tüm hukuksuzlukları ortaya koyduk. Bunları çok uzun uzun daha açmayacağım.”

PARMAKSIZ: SON SÖZÜM KÜRT VE TÜRK HALKLARININ KARDEŞLİĞİNE

“Son sözümü Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine ithaf ediyorum” diyerek konuşmaya başlayan tutsak siyasetçilerden Bülent Parmaksız, devamla şunları ifade etti: “Ben halklar arasındaki eşitliğin ve özgürlüğün ancak sınıf kardeşliğiyle kurulabileceğinin farkındayım. Bundan dolayı iki halk arasında kurulmuş olan bu tarihsel birliğin sınıf kardeşliğine evrilmesini diliyorum. Konuşmamı ayrıca iki yıl önce yitirdiğim babama ithaf ediyorum.

TARAFIMIZ NAZIM HİKMET

Bizim tarafımız Nazım'ın, Nazım Hikmet'in dediği taraftır. İnsandan, ezilenlerden, emekçilerden, ezilen halklardan yanadır. Sosyalizm insanlığın geleceğidir. Buna yürekten inanıyorum. Bu inancı tarihten gelen gücümüzden ve haklılığımıza olan güvenden alıyorum. Karmatiler'den Büyük Oğuz Ayaklanmasına, Babailerden ve Şeyh Bedreddin’den Mustafa Suphi’lerden Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran, Hayri Durmuş ve Deniz Gezmiş’lere, ezilenlerin hak ve adalet mücadelesi sürüyor sürecek. ‘Saraylar, saltanatlar çöker; kan susar bir gün. Zulüm biter. Menekşeler de açılır üstümüzde. Leylaklar da güler. Bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır, bir de yarınlar adına direnenler. Bitmedi daha, sürüyor o kavga ve sürecek. Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.’ Yüz on yıl önce İkinci Abdülhamid'in baskı ve zulmünden acı çeken, Müslüman, Gayrimüslim, Türkçü veya Kürt Milliyetçisi, İslamcı veya Sosyalist bütün Osmanlı aydınlarının birlikte haykırdıkları slogan İkinci Abdülhamitçilerin yeniden canlandırılmaya çalışıldığı günümüzde bir kere daha güncelleşiyor. O nedenle ben de 2’nci Meşrutiyetçiler gibi haykırıyorum; ‘Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.’ Yaşasın kadınların özgürlük mücadelesi, yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği, yaşasın sosyalizm.”

YAĞLI: İSTER CEZA VERİN İSTER VERMEYİN

Duruşma verilen aranın ardından tutsak siyasetçi Dilek Yağlı’nın savunmaları ile sürdü. Yargılama usulüne tepki gösteren Yağlı, “İddia makamı böyle bir yargılama var diyecek, biz yok diyeceğiz. Kim karar verecek? Siz karar vereceksiniz. Ki verdiniz.  Bugüne kadar bizi tutuklu yargıladınız. Artık bir hükme varacaksınız. Bu varlık ve yokluk meselesini neye dayandıracaksınız? Bugüne kadar hukuki olmayan delillere dayandırdınız. Yani bizleri ilk günden beri talimatla hareket edecek insanlar olarak görmenizi kişisel olarak da kabul etmiyorum. Etmeyeceğim. Hayatımın hiçbir döneminde herhangi birinin yönlendirmesiyle iradem dışında hiçbir şey kabul etmedim. Bundan sonra da etmeyeceğim. İster ceza verin ister vermeyin ama iradem dışında bana hiçbir şeyin dayatılamayacağınızı bildirmek istiyorum. Ben kendimi hiç yalnız hissetmedim. Söylediğimi de ilk günden bu yana, hatta 2014'te o çağrıyı nasıl benimsediysem, bugün de benimsiyor hatta çağrının yetersiz olduğunu düşünenler arasındayım” dedi.

YÜKSEKDAĞ: HALKIMIZA KARŞI GEREĞİNİ YAPMAYA ÇALIŞTIK

HDP Eski Eş Genel Başkanı tutsak Figen Yüksekdağ ise uzun ve zorlu bir maratonun sonuna geldiklerini söyleyerek şöyle devam etti: “Takdir edersiniz ki yaşamda maratonlar bitmez. Hele bizim gibi uzun ve zorlu yürüyüşleri olanların hiç bitmemiştir. Bu dava süresince de yargılanan bütün siyasetçiler olarak elimizden geleni yapmaya çalıştık. Her şeyden önce halkımıza karşı, kadınlara karşı, ezilen bütün halklara ve inançlara karşı politik sorumluluğumuz gereği elimizden geleni yapmaya çalıştık.

Hiçbir zaman karşımızda sızlanan, yanan, yakılan insanlar olmadık. Yine hiçbir zaman pişmanlık duyan, nedamet getiren insanlar olmadık. Bugüne kadar meydanlarda, kürsülerde ne konuşmuşsak, neyi söylemişsek, bu mahkeme kürsüsünde de aynı şeyleri söyledik. Öncesinde söylediğimiz sözleri savunduk. Her şeyden önce bu davayı bir onur savunması olarak, bir kadın savunması olarak ve bir halkın savunması olarak gördük.

Mahkeme salonlarında olabiliriz ama hala dimdik ve gururla söylediklerimizin doğru çıktığını görme haklılığı ile karşınızdayız ve bu siyasi iktidarın karşısındayız. Yıkamadılar, ortadan kaldıramadılar.  En başta da belirttiğim gibi söz bitmez, sonuna kadar savunulur ama bugün eğer söz söylenecekse bu davada da hayatta da kısa ve nettir. Bizim sözümüz Newrozdur, bizim sözümüz 8 Mart’tır, bizim sözümüz Newroz’un ruhudur. O nedenle esas olan hayatın içerisinde mücadelenin içerisinde sözünüzü söyleme iradesini yükseltmektir.

Ben o nedenle Nevroz'un ruhuyla, Nevroz'un sözüyle seslenmek istiyorum herkese, bütün Türkiye halklarına Rabe, Dema, Azadîyê, Serkeftine'ye. Rabe diyoruz. Kalkın ve sözünüzü söyleyin diyoruz. Peşine inanıyoruz. Tarihin en güzellerinde, en güzel zamanında son sözü daima direnen gösteriyor. Direnenler sözün gerçeğin özgür bedeller bu davalara bütün mücadele meydanlarında da son sözü söyleyenler direnenler olacaktır.”

KUBİLAY: ÇOCUKLAR ÖLÜRKEN DEĞİL, UYURKEN SUSULUR

Savunma yapan bir diğer tutsak Günay Kubilay ise şunları söyledi: "Son sözün ön sözü şudur; benim başım dik, alnım ak, vicdanım rahattır. Benim gerek HDP’ye gönül vermiş milyonlarca insan ve demokratik kamuoyu karşısında, gerekse genelde kadınlar, özelde kız kardeşlerim ve kızlarım karşısında başım eğik, yüreğim buruk olmayacak. Çünkü IŞİD’e karşı demokratik bir protesto çağrısı yapmak suç değildir, olamaz da… Aksine Ezidi soykırımının altına imza atan, kadınlara tecavüz eden, esir pazarlarında satan, çocukları kaçıran, kitlesel katliam yapan bir barbarlık çetesine karşı sessiz kalmak, insanlığa karşı işlenen suçları görmezden gelmek suçtur. Şairin dediği gibi ‘çocuklar uyurken susulur, ölürken değil!’ bu Şengal’de, Kobane’de, Filistin’de de böyledir. Dünyanın her ülkesinde dünyanın her yerinde böyledir. Tam da bu nedenle IŞİD gibi bir barbarlık çetesine karşı demokratik protesto çağrısı yapanları cezalandırmak, IŞİD’i ödüllendirmek olacaktır. İnsanlık tarihi IŞİD’e bu ödülü bahşedenleri asla affetmeyecek, asla unutmayacaktır.

Son söz henüz söylenmedi… Bütün insanlık tarihi boyunca son sözler mahkeme salonlarında değil, mücadele alanlarında söylenmiştir. Bugüne kadar böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Son sözü mahkemeler değil, tarih söyler… Tarih en büyük yargıçtır, zamanı gelince hepimiz için hükmü kuracak, son sözü söyleyecektir.

ŞENGÜL: IŞİD KATLİAMLARINI DURDURMAYA ÇALIŞTIK BU YÜZDEN TUTUKLUYUZ

Tutsak İsmail Şengül, “IŞİD’in katliamları hepimizin gözü önünde oldu. Hepimiz bunu gördük, izledik. Ha biz bunu durdurmak için elimizden geleni yaptık. Girişimde bulunduk, duyarlılık çağrısı yaptık. Bizim çağrımız bununla sınırlıydı. Bunun ötesine geçmemişti. Üç buçuk yıldır süren bu yargılamada bunların hepsinin anlaşıldığını düşünüyorum. Ancak biz hala tutukluyuz. Bunun nedenini de tabii ki siz biliyorsunuz. Çünkü bu kararları veren sizlersiniz. Evet. Bunlar gerçeklerdir. Bunların dışında bu çağrı meselesinin dışında iddia makamının buraya getirdiği tanıkların söyledikleri de oldukça tutarsız ve spekülasyona dayalı beyanlardır. Bu dosyanın hiçbir yerinde yüksek yargının örgüt üyeliğiyle ilgili kriterlerini karşılayacak herhangi bir delillendirmede söz konusu değildir” diye konuştu.

ADIBELLİ: ESKİ DOSYALARI ÖNÜMÜZE KOYDUNUZ

Davanın en başından beri yargılandıkları davanın hukuki ve meşru olmadığını söyleyen Meryem Adıbelli ise  “Bu davanın siyasi amaçlı olduğunu sürekli dile getirdik. Avukatlarımız da suçun maddini unsurunu oluşturan hiçbir delil olmadığına dair önünüze belgeler, dosyalar koydu. Ancak siz eski dosyalarımızı toplayıp getirdiniz. Üç yıldır bu dosyalardan dolayı tutukluyuz. Ben suçlandığım tüm iddiaları reddediyorum. Şuna inanmak istiyorum. Sizin hukuk esaslarına göre, vicdana göre ve önünüzdeki delillere göre onlara bakıp, ona göre karar vermenize inanmak istiyorum” diye belirtti.

GÜR: BARIŞ VE DEMOKRASİ İÇİN MÜCADELE ETTİK

Tutsak Nazmi Gür, “Bu dört başı mamur üretilmiş bir dava. Savcıların dosyada unuttuğu o belge aslında kumpas davasının deliliydi. Türkiye için, Türkiye'deki barış mücadelesi için, demokrasi mücadelesi için mücadele ettik. Bu konuda asla umudumuzu kaybetmedik. Umudumuzu yitirmedik. Biz sonunda haklıydık ve biz kazandık. Fakat barışı kazanmak, demokrasiyi getirmek, özgürlükleri getirmek yetmiyor. Bunları korumak ve sürdürmek mühimdir” dedi.

ODUNCU: CEZANIZ CEBİNİZDE GELDİNİZ

Tutsak siyasetçi Pervin Oduncu “Çözülmeyen Kürt sorunu bu ülkenin handikabıdır, bu ülkenin yarasıdır ve bu yara kapanmadığı sürece bizler burada hep yargılanan konumda olacağız. Egemenler de hep bizi yargılayan konumda olacaklar. Ama biz haklılığımızı, doğruluğumuzu kendi düşüncelerimizden alıyoruz. Bundan da vazgeçmenin niyetinde değiliz. Ağır ceza tehditliyle karşı karşıyayız. Biz başından beri, ben hani ilk savunmamda da söyledim; cezanız cebinizde geldiniz. Şimdi o cezayı çıkarıp çıkarmamanın siyasi erkin tercihlerine bağlı olacak. Bunu da biliyoruz adımız gibi. Siyasi irade cezayı bas geç derse vereceksiniz. Ya da bir kısmını çıkar, bir kısmını tut derse öyle de yapacaksınız. Ya da ne bileyim hepsini bırak derse de hepsini bırakacaksınız. Çünkü bu davanın hukukla açıklanabilecek bir tarafı yok” dedi.

TUNCEL: BU SALON BİZİM İÇİN DİRENİŞ SALONU OLDU

Sebahat Tuncel ise kısa bir konuşma gerçekleştirdi. Tuncel, yargılama sürecinde tüm tutsak arkadaşları ile birlikte tarihe not düşen bir direniş sergilediklerinin altını çizdi. Tuncel şöyle devam etti: Biz bu kürsüyü direniş kürsüsü haline getirdik. Bu salon bizim açımızdan bir direniş salonu oldu. Dava arkadaşlarıma, bu dirençleri dolayısıyla da teşekkür ediyorum. Size de teşekkür etmek isterdik aslında. Çünkü adil bir yarılama yaptınız! Gerçekten hakikati ortaya çıkardınız! Dolayısı ile kumpasa ortak olmadınız! Maalesef bunları diyemiyoruz. Çünkü siz her defasında hakikati katlettiniz. Hakikat mutlaka bir gün açığa çıkacak. Hakikatin böyle bir özeliği var. Her zaman açığa çıkacaktır. Ben buradan bir kez daha Rojava devriminin Kobanê direnişini selamlıyorum. İyi ki o devrim gerçekleşti. Bütün dünya halklarına başka bir yaşamın mümkün olduğunu ifade etti.  Bu mücadelede de yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Sizler bu kumpasla dayanışmayı öldüremediniz, mümkün değil. Bizim eşitlik ve özgürlük demokrasi mücadelenizde vazgeçirdiniz mi? Asla. Biz her zaman daha da güçlenerek mücadele edeceğiz."

KARAMAN: SAVCI KENDİ GÖZLÜĞÜNE GÖRE BAZI ŞEYLERİ GÖRÜYOR

Tutsak siyasetçi Zeynep Karaman ise "Savcı kendi gözlüğüne göre bazı şeyleri görüyor. Bazı şeyleri görmezden geliyor. Bizim kendi şahsi kişiliklerimiz üzerine bu yöntemi yürüttü. Ve yakın tarihe de bu şekilde yaklaştı. Biz daha çok bu zihniyetten dolayı yargılanıyoruz. Mahkeme heyeti ile savcılık birlikte çalışmış. Bu da bir hukuksuzluktur. Ancak şunu söylemek istiyorum; biz bugüne kadar boynumuz bükmedik, bundan sonra da bükmeyiz. Boyun eğmedik, eğmeyiz. Bizim için asıl olan özgürlük, demokrasi ve halkların özgürlüğüdür. Cezaevindeki arkadaşlarım bizim için de halklarımızın Newroz’unu kutlayın dediler. Ben şimdi onlar için de halklarımızın nevrozu kutlu olsun diyorum. Yaşamamak özgürlük, özgürlük direnmektir” diye belirtti.

ÖLBECİ: HUKUKU ESAS ALAN KARAR VERMENİZİ TEMENNİ EDİYORUM

Ardından söz alan tutsak siyasetçi Zeynep Ölbeci ise herkesin Newroz’unu kutladığını belirterek, Newroz’un Ortadoğu halkları üzerine kurulan hegemonik ilişkileri sonlandırması dileğinde bulunarak, “Ben bu Newroz'u dışarıda gerçekten halkımla beraber kutlamak istemiştim. O yüzden daha büyük bir engel de yoktur inşallah. İnşallah siz de bu gerçeğe göre karar verirsiniz. Hakikati esas alan ve hukuk vermenizi temenni ediyorum” dedi.                                                                          

MEMİŞ: SÖYLENMESİ GEREKEN HERŞEYİ SÖYLEDİK

Tutuksuz yargılanan siyasetçi Can Memiş ise bugüne kadar söylenmesi gereken her şeyi söylediklerinin ve söylenecek hiçbir şeyin kalmadığını ifade etti.

ÜSTÜN: GARİP SÜRECİ HALA SÜRDÜRÜYORSUNUZ

Tutuksuz yargılanan siyasetçilerden Beyza Üstün’de yargılamaya tepki göstererek, garip bir sürecin hala mahkeme heyeti tarafından sürdürüldüğünü söyledi. Üstün şunları kaydetti: “Savcı suç olmayan suçlarla önümüze dosya koydu. Bu bir siyasi müdahaleydi. Aslında HDP'nin politikalarına yapılan bir müdahaleydi. HDP'nin temel politik düzeyini yok ediyorsunuz. Bu süreç devam ediyor. O yüzden sizi de kapsayan yani ‘yapıyorsunuz’ sözünü kullanıyorum. Akla aykırı bir şekilde ‘Son sözünüz nedir’ diye soru yöneltip, tekrar mahkemeye davet edildik. Ben ideolojik mücadeleye devam edeceğim. Bu ülkede eşit barış içinde kadınların, çocukların, gençlerin ekosistemlerin, yaşam alanlarının yok edilmediği, sömürülmediği bir düzenlik buluncaya kadar bu ideolojik mücadele hattımı sürdüreceğim. Dolayısıyla bu sözler hiç son olmayacak.”

AKKAYA: BU DAVA SİYASİ BİR DAVADIR

Tutuksuz yargılanan bir diğer siyasetçi Gülfer Akkaya da, “Açıkçası içimden size hiçbir şey söylemek gelmiyor. Çünkü sözlerimin karşılığının olup olmadığını bilmiyorum. Şimdiye kadar yaptığım tüm savunmalarda söylemek istediğim her şeyi fazlasıyla söyledim. Bu dava zaten siyasi bir davadır. Siyasi bir dava olmasaydı ben de arkadaşlarımla bu davada yargılanıyor olmazdım. Üç buçuk yıldır devletin şiddeti altındayım. Özgürlüğüm kısıtlanıyor. Baskı altındayım. Artık buna bir son vermenizi talep ediyorum. Beratımı istiyorum” şeklinde ifadeler kullandı.

TÜM ARKADAŞLARIMIN BERAATİNİ TALEP EDİYORUM

Duruşmada son olarak konuşan ve tutuksuz yargılanan Mesut Bağcık ise şunları söyledi: “Anlattığımız siyaset hiçbir zaman savaşı değil, her zaman barışı esas aldı. Bizler hiçbir zaman şiddetin yanında olmadık. Haliyle siyaseten yürütülen bu komployu ve bu komplonun parçası olan tanıkları ve tanıkların beyanlarını tümden reddediyorum. Sadece tanıklarla oluşturulan bu davanın çöktüğü çok açıktır. Ama ben yine de bazı vurguları yapacağım. Tüm tanıklar yalan söylediler. Her söylemleri satır satır çürütüldü. Bunları çok detaylı şekilde anlattığımı ve somut deliller ile çürüttüğümü ifade etmek isterim. Önümüzdeki günlerde de yazılı savunmamı göndereceğim. Tüm arkadaşlarım beraatini talep ediyorum.” (Ankara/MA)

ÖNCEKİ HABER

Erdoğan duyurdu: Ramazan Bayramı tatili 9 güne çıkarıldı

SONRAKİ HABER

ABD Yüksek Mahkemesi, Teksas'ın göçmen yasası üzerindeki kısıtlamayı kaldırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa