‘Kıyıda’ ve ‘Kenarda’ kalan insanların hikayeleri: Baştan Başa Öyküler
Sadık Aslan, okuru öyküleriyle Kuzey Suriye’nin bir başından öbür başına kadar gezdirip “küçük insanlar”ın sade yaşamlarına ayna tutuyor.
Fotoğraf, Sadık Aslan'ın kişisel arşivinden alınmıştır
Deniz AYDIN
İzlenen bir TV ekranındaki savaş, yıkım, ölüm görüntüleriyle üzülüp kederlenen kişi TV’yi kapatıp “asıl” dünyasına dönerken az önceki duygu halini de hemen geride bırakabiliyor, izledikleri hiç yaşanmamış gibi gündelik rutinlerine dönebiliyor. Ki Gazze, Ukrayna, Suriye haberleri zamanla bir kanal taraması esnasında birkaç saniye bakılıp geçilen haberler haline geliyor. Görüntünün ve ekranın egemen olduğu dünyada gerçeklik kaybolur bu şekliyle.
Edebiyat ise çok farklı bir alan. O düşündürür, duyumsatır, hissettirir, sorgulatır. Dolayısıyla gerçeğe daha çok yaklaştırır; insanı insana, insanı topluma daha yakın kılar. Edebiyatla girilen duygu ve düşünce dünyası insanda daha kalıcı izler bırakır. Özelde toplumsal yıkımları işleyen edebiyat eserleri insanı hayata karşı daha duyarlı hale getirir. O eserlerdeki insanların her biri kendi başına bir dünyadır, soğuk birer rakam değil.
Sadık Aslan’ın kısa süre önce Dipnot Yayınları’ndan çıkan “Baştan Başa” adlı kitabı da son yıllarda en çok yıkım yaşayan, yaşamaya devam eden coğrafyalardan Kuzey Suriye’nin öyküleri. Fakat bu öyküler savaş döneminde değil, onun öncesinde geçiyor. Oradaki insanların bunca büyük dertleri yok o vakit. Sadık Aslan, okuru öyküleriyle Kuzey Suriye’nin bir başından öbür başına kadar gezdirip “küçük insanlar”ın sade yaşamlarına ayna tutuyor. Kıyıda, kenarda kalan insanların… O “küçük insanlar”ın yaşamları tekdüzeymiş gibi sakinlikle, dinginlikle ele alınıyor ama her öykünün incelikli ayrıntılarında hayatın bir başka derinliğiyle karşılaşıyoruz.
Kitap bittikten sonra, insan öykülerin o coğrafyada halen süren savaşla bağını kuramadan edemiyor. Öykü kişilerinin dünyalarına girip onlarla arkadaş, abla, kardeş, akraba olduktan sonra onların şimdi yerlerinde olmadıklarını bilmek, belki de öldürülmüş olduklarını düşünmek inceden bir keder veriyor insana. “Bunca acıyı o naif insanlar mı yaşadı şimdi?!” “Yerlerinden, yurtlarından edilenler bunlar mıydı yani?!” “Büyük dertleri bulunmayan o insanların hayatları kısa zamanda nasıl böyle alt üst olabildi ki?!”… Ermeni yazar Hagop Mintzuri’nin 1912 Erzincan’ındaki Ermeni köylerini yazdığı kitapları okunduktan sonraki duygu hali gibi. O köylüler için 1915 sonrası hiç olmadı…
Üzerinde düşünüldüğü belli bir teknik kullanılmış kitapta, öyküler “Kıyıda” ve “Kenarda” olarak adlandırılmış iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm uzun denebilecek yedi öykü, ikinci bölüm ise yedi kısa öykü. Birinci bölümün sonuna ise yedi küçürek öykü konulmuş. İşin matematiği de gözetilip üç öykü türüne de başvurulmuş böylece. Birinci bölümün sonundaki küçürek öyküler hem bağımsız olarak hem de o bölümün öykülerine alternatif sonlar olarak okunabilecek türden, özgün, yaratıcı bir fikir bu.
“Kıyıda” bölümü, yedi sınır köyünün, yani kıyıdaki insanların öyküleri. Bir öykü kişisine veya öykü mekanına başka öykülerde de rastlanabiliyor, öyküler birbirine ilmeklenip bağlamlı hale getirilmiş böylece. “Kenarda” bölümü ise, birbirinden bağımsız, “kenarda” kalan insanların öyküleri. Hayatın özü o kıyıda-kenarda kalan “küçük insanlar”ın hikayelerinde gizli aslında. Sadık Aslan “Baştan Başa”yla bunu vermek istemiş okurlara, öyküler bu açıdan da başarılı.
Kuzey Suriye insanını konu edinen edebiyat eserlerine çok rastlamıyoruz. O coğrafyayı yazan yazarlar da sınırlı sayıda. O yüzden “Baştan Başa” yazarın roman türündeki önceki kitabı “İklim Kahverengi”yle (Kor Kitap-2020) birlikte o coğrafyanın, coğrafya insanının tanınması açısından önemli bir katkı olarak görülebilir.
Kitapla ilgili değişik yerlerde birkaç yazıya rastlıyoruz. Bunlar kitabın hakkını veren özlü yazılar. Yalnız, Tacim Çiçek’in bir süre önce Yeni Yaşam Gazetesinde yayımlanan yazısının bir kısmına katılmak zor. Çiçek’in ifade ettiğinin aksine, öyküler anlatım dili sade, etkili ve temiz. Yöre insanını duygusal, ruhsal dünyasıyla iyi veren bir anlatım dili kurulmuş. İyi ve olgun öyküler bunlar. Yine, Çiçek’in kitaptaki bağlamlı öykülerden hareketle romanı öyküye önceleyen, edebiyat türleri arasında hiyerarşi kurma şeklinde anlaşılabilen ifadeleri de “edebiyat eleştirisi” adına pek uygun görünmüyor.
Kuzey Suriye insanını bir de “Baştan Başa”dan izlemek okura çok şey kazandıracaktır…