18 Nisan 2024 05:26

36. ölüm yıl dönümünde taptaze şiirlerin ozanı Oktay Rifat

Tarık Özyıldırım, 36. ölüm yıl dönümünde Oktay Rifat'i yazdı.

36. ölüm yıl dönümünde taptaze şiirlerin ozanı Oktay Rifat

Oktay Rifat'ın da öncülerinden olduğu Garip Akımı'nın üç ismi, arkadaşları Şinasi'yle gençlik yıllarında. (Soldan sağa) Orhan Veli, Şinasi, Oktay Rifat, Melih Cevdet | Fotoğraf: AA

Tarık ÖZYILDIRIM

“Güzel günlerin sokaklarının şairi, köşe başında insanın yakasını bırakmayan leylak kokularının şairi, güneşi elinde elma şekeri gibi taşıyan günlerin şairi...” Refik Durbaş’ın bu tanımı şiirimizin yurttaşlık kitabını yazan Oktay Rifat içindir. Ortaokul yıllarında, babası Samih Rifat gibi şair olma yolunda olan Oktay Rifat, ilk şiirlerini babasından gizler. Çünkü o, babasının “Belalı iştir şiir, vazgeç” dediği şiire bir ömür adayacağı günleri yaşamaktadır. Lise yıllarında da Garip Akımı’nın öncüleri olacak Melih Cevdet ve Orhan Veli’yle “Sesimiz” dergisini çıkarır. “Cahit’le Muhip Dıranas bizim ağabeylerimizdir. Onlar bize yolu açmışlardır. Onlar olmasaydı bizim işimiz çok daha zor olurdu” diyerek şairlik yolunda ilk rehberlerini selamlar.

Rifat’ın ilk şiir denemeleri, çıkarmış oldukları “Sesimiz” dergisinde yayımlanır, daha sonra 1936 yılında henüz 22’sinde Varlık dergisinde ilk şiirleri görücüye çıkar. Can dostu Orhan Veli, bu ilk şiirlerde bir insan sevgisine, yaşama bağlılığa dikkat çeker. Benim de Oktay Rifat’ın dilime pelesenk olan ilk şiiri “Hayranlık” şiiriydi. İnsanın varlığına bir sevinç gösterisiydi bu şiir.

“Ne güzel enseyi geçmemesi saçların/Alnımızda bitmesi/ Tane tane olması kirpiklerin/ Tel tel olması kaşların/ Ne güzel insan yüzü/ Elmacık kemiği ve on parmak/ Ya dünyamız bütün bu mevsimler/ Bulutlar telli kavak”

BAĞIRMAYAN BİR TOPLUMCULUK

1936’da Varlık dergisinde yayımlanan ilk şiirlerinden ölümüne kadar yarım asırlık süreç içerisinde hep bir değişim içerisinde olmuştur Oktay Rifat. Doğan Hızlan da Rifat’ın şiir yolculuğunu şöyle tanımlar: “Türk şiir akımında yer alan bütün değişimler, gelişimler muhakkak çıkışta Rifat’ın şiiriyle buluşur.” Rifat, Garip’le başladığı yarım asırlık şairlik serüveninde, şiir gemisini hiçbir iskeleye demir atmadan devam ettirir. Memet Fuat da Rifat’ın şiir değişimleri için şunları söyler: “Ölçülü ölçüsüz, uyaklı uyaksız yazdı. Kapalı yazdı, açık yazdı. Batı geleneğini de doğu geleneğini de değerlendirdi. Dile ağırlık verdi, imgeye ağırlık verdi. İnsanın iç dünyasına yöneldi, topluma yöneldi. Sırasında durgu sırasında kıpır kıpır bir görünüm çizdi. Ama her durumda taptaze şiire ulaştı.” Oktay Rifat da değişim sürekli olsa da şiirinde değişmeyen tek şey hep aynı insan hallerinin peşinden koşuvermesiydi.

 Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler, Aşağı Yukarı ve Karga İle Tilki eserlerinde toplumsal sorunlara ve adaletsizliğe sıkça yer verir Rifat. Peki, toplumcu bir şair midir? Oğlu Samih Rifat “Babam, toplum sorunlarıyla çok ilgilenirdi. Politikacı kişiliğinden uzak ama tüm şiirinde derin bir halkçılık vardı” der. Rifat’ın şiirlerinde slogansız bir toplumculuğa yöneldiğini söylemek yanlış olmaz. Bu konuda Zeynep Oral “Toplumculuk sizin için nutuklarla sloganlarla ilan edilen, ondan pay çıkarılacak, övünç sağlanacak bir şey değil… Siz de toplumculuk, dünyaya bakışınızın, tüm yaşamınızın, tüm eserlerinizin temeli. Söylenmeyen, bağırılmayan temeli…” Evet, Rifat’ın özellikle ilk şiir kitaplarından olan Aşağı Yukarı ve Karga İle Tilki’de Zeynep Oral’ın dediği toplumsal temeli görmek mümkün. Özellikle yoksul insanları, toplumdaki gelir adaletsizliğini bağırmadan, nutuk atmadan gözler önüne serer.

Hepimizin ağzımız burnumuz var/Hepimizin aklı/ Gün gibi aşikâr işte/ O haksız o haklı./ Biz yaya/ kalmışız bu kervanda/ Beyler paşalar atlı/ Dökülmüşüz yollara çoluk çocuk/ Kimisi kel, kimisi bitli./ Amanın bu ne biçim tecelli/ Dostlar neden bu ikilik/ Neden neden neden/ İnsan dertli oluyor dertli…” (KERVAN)

Toplumcu şiirlerinde, taşlama unsuru da önemli bir yer edinir Rifat’ın. Gelir adaletsizliğini, toplumsal aksaklıkları taşlamayı unutmaz. Ağa Tekerlemesi, Ahmet gibi şiirlerde ezilen, sınıfsal ayırıma uğrayan insanın sesi olur.

“Ağlama Ahmet ağlama / Davranma kuşağına iki de bir/ Anam avradım olsun / Bu kara günlerin sonu gelir/ Büyük balık küçük balığı yutar demişler / Bok yutar…” (AHMET)

Rifat, İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımı da unutmaz. Kimiz zaman masumiyetin en mavisini taşıyan çocuklar üzerinden, kimi zaman da kurşuna dizilen yetişkinler üzerinden insanın varoluş mücadelesinden yok oluşuna veryansın eder. Özellikle şiir kitaplarına almadığı, Turgut Uyar’ın “ Bir dize bile, İkinci Büyük Savaş’ın bütün kan dökücülüğünü, bütün insan dışılığını anlatıverir” dediği Güvercin şiirine kulak verelim.

San Marco meydanında dost olduğum güvercin/ Bir Alman misillemesinde/ Kurşuna dizilmediyse eğer/ Venedik’e gider/ Ben kuşumu bulurum/ Ben kuşumu bilirim/ Milyon güvercin içinde”

Polonyalı Çocuklar şiirinde de çocuk ve savaşın bir araya getirilmesine içerler Rifat, çünkü her çocuk masumdur ve güzel günlerin habercisidir.

“Yaramazlık eden çocukları/ Kömürlüğe kapatırlar/ Hırsızlara verirler/ Tavana asarlar bacağından/ Peki ama hepsi de mi yaramaz/  Polonyalı çocukların.”

Düşünce özgürlüğünü her fırsatta kısıtlayan, engelleyenlere karşı kimi zaman şiiriyle kimi zaman eylemleriyle cevap verir Oktay Rifat. Nâzım Hikmet’in yıllarca düşünceleri nedeniyle hapis yatmasına gönlü razı değildir. Garip Hareketi olarak Nâzım’a (kuzeni) destek amaçlı iki günlük bir açlık grevine başlarlar. Yayımlamış oldukları Yaprak dergisinin 5 Mayıs 1950 sayısında ortak bir açıklama yaparlar: “Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet’in, on üç yıl, bir adli hata yüzünden hapiste tutulduğu hakkında, yetkili hukukçular tarafından açıklanan hakikat yurdumuzda ve dünyada büyük akisler doğurmuştur… 12 Mayıs tarihinden başlamak üzere iki gün aç durmaya karar verdiğimizi umumi efkâra bildiririz.”

Rifat,  düşünce özgürlüğü üzerine ironik bir dille kaleme aldığı “Elleri Var Özgürlüğün” şiiriyle yasakçı zihniyete karşı özgürlüğü somutlaştırarak biz buradayız der.

Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz, / Düşünmek yasak, / İşgücünü savunmak yasak! /Elleri var özgürlüğün, / Gözleri, ayakları; / Silmek için kanlı teri, / Bakmak için yarınlara, / Eşitliğe doğru giden…”

KOCA BİR YAZ

1956’da yayımlanan Perçemli Sokak’la II. Yeni şiirinin kapısını aralayarak imge dünyasına dalıverir. İlhan Berk’in deyimiyle şiiri, dilin yer çekimine karşı olduğu dönemdir. Dilin sınırlarını kıyasıya genişletir ve dünyanın sınırları olarak belirler Oktay Rifat.

 “Köşe başını tutan leylak kokusu/ Yakamı bırak da gideyim.”

Âşık Merdiveni, Çobanıl Şiirler, Bir Cigara İçimi, Dilsiz ve Çıplak ve Koca Bir Yaz şiir kitaplarıyla imge dilini devam ettirir Rifat, her sözcüğü yeniden anlamlandırır, yeniden diriltir.

Son dönem şiirlerinde Oktay Rifat, zamanın yıkıcılığına, insanın faniliğine hüzünlü bir yolculuğa çıkar. Oğlu, Rifat’ın bu değişimi için “Zaman nasıl değiştiriyor insanı. Önceleri öfkeli, sert, kavgacı, bir o kadar da yaşama sevinciyle dolu şakacı, güleç biri. Sonra yılların getirdiği değişikler, yıpranma, yaşlanma. Gittikçe daha az sevinç, daha az öfke, daha çok hüzün” der.

1987’de çıkardığı son şiir kitabı “Koca Bir Yaz”da da dediği gibi yorgundur Rifat. “Koca bir yaz geçirdim/ Şimdi yorgunum biraz”. Evet, yorgundur Rifat, bir yaz daha göremeyecek kadar. Şiirin korkunç çocuğu, Şiirin afacan dilli çocuğu 18 Nisan 1988’de göçüp gider bu dünyadan. Bir şiirin dizelerinde dediği gibi Karacaahmet’tedir. Çok sevdiği Orhan Veli ve Melih Cevdet’le İstanbul’a şimdi şiirler yazmaktadırlar…

Akşamları parka çıkmaktı/ En büyük eğlencesi./ Şair Orhan Veli’yi,/ Melih Cevdet’i severdi hayatında./ Ağaçlardan kavağı severdi./ Yıldızları da severdi./ Ve en rahat, anasının serdiği yatakta uyurdu/ Şimdi burada yatıyor.”

*Oktay Rifat, Bütün Şiiler I, Yapı Kredi Yayınları 8. Baskı 2024 İstanbul

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

Türkiye’de siyanür kullanılan 24 maden var. Bunların 10’u fay hattı üzerinde.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et