Karanlıktan kurtulma hakkı köy enstitüleri: Yer Demir Gök Bakır
Köy enstitüleri 1940 17 Nisan’ında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in büyük gayreti sonucu “Yurdun ücra köşelerinde kendi kendine açan solan çiçek bırakmayacağız” düşüncesiyle kurulur.
Tarık ÖZYILDIRIM
“…Evimizde tek kitap yoktu, cumhuriyet beni götürdü, açtığı köy enstitülerinde eğitti, elime kalem verdi. Yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum, yokluktan geliyorum” der Fakir Baykurt, kendi yaşamını, aydınlık mücadelesini kaleme aldığı Benli Yazılar’da. Yer demir, gök bakır olduğu zamanlarda Yaşar Kemal’in deyimiyle Fakir Baykurt ve Fakir Baykurt gibi çocuklar “Kara kuru, gıdasızlıktan, açlıktan, zulümden gelmişlerdi. Dövüşün, yenilginin çaresizliğinden gelmişlerdi. İmkansızlığın çaresizliğinden gelmişlerdi.” Köy çocuklarının gözünde bu yoksulluğun ve yoksunluğun tek çaresi köy enstitüleri olur.
1936-1937’de açılan öğretmen ve eğitmen okullarının faydaları görülünce köy enstitülerinin önünde herhangi bir engel kalmaz. İlköğretim Genel Müdürlüğüne getirilen İsmail Hakkı Tonguç’un tek hedefi: “Yaparak, yaşayarak, üreterek öğrenme” olur. Köy enstitüleri 1940 17 Nisan’ında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in büyük gayreti sonucu “Yurdun ücra köşelerinde kendi kendine açan solan çiçek bırakmayacağız” düşüncesiyle kurulur. Mecliste 3803 no’lu Köy Enstitüleri Yasası çıkarılırken Yücel’e yapılan en büyük eleştiri, bu enstitülerde sadece köy çocuklarının okutulmasının sınıf farkı yaratacağıydı. Yücel, buna cevap olarak “...Köylüye eğitim vermek sınıf ayırımı yaratmaz, var olan farklılığı ortadan kaldırır” der.
‘BAŞKASINA KÖLE OLMADIK’
İsmail Hakkı Tonguç ilköğretim genel müdürü olur olmaz okuma hakkını hayata geçirmek için hemen kolları sıvar. Talip Apaydın “Karanlığın Kuvveti Köy Enstitüleri” adlı eserinde bu azim dolu insan için “1940 yılından sonra yüzlerce yıldır hiçbir devletlinin, hiçbir sorumlunun aklına gelmeyen bu yurt köylerine uygarlığın ilk elini uzatan, insanca yaşamının ilk tohumunu atan bahçıvan Hakkı Tonguç’tur” der. Bakan Hasan Ali Yücel’le beraber Türkiye’nin her bölgesine köy enstitüleri kurar. Ezber ve teori eğitimi yerine “işte eğitim” şiarıyla hareket eder. Enstitünün daha ilk sınıfından itibaren çocuklara marangozluk, inşaat ve demircilik dersleri verilir. Enstitülü çocuklar, bütün zorluklara göğüs gererek kendi okullarını, kendileri inşa ederler. Çocukların çalışma koşullarını eleştirenlere karşı bu okullarda yetişen Talip Apaydın şöyle cevap verir: “Köy enstitülerinde başkalarına ırgatlık yapmadık, kendimiz için çalıştık. Kendi yaptığımız binalarda okuduk, yattık, dinlendik. Kendi diktiğimiz fidanların meyvesini yedik. Başkasına köle olmadık.”
ONLAR ÜMİDİN DÜŞMANIDIR
1946 yılına gelindiğinde çok partili hayatla beraber iki ideolojinin çatışması başlar. Milli Eğitim Bakanı Yücel görevinden alınır, çocukların Tonguç Babası da bir liseye resim öğretmeni olarak tayin edilir. Köy enstitüsünün işleyişi de bu görevden alınmalarla bozulur, çevrilen klasikler yakılır, Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet gibi yazarlar kütüphaneden çıkartılır, kız erkek okulları ayrılır. Yücel’den sonra bakanlığa getirilen Tahsin Banguoğlu da enstitüleri komünist yuvası olarak görür. Komünistlik ya da ahlaksızlık üzerinden yıpratılan enstitülerin kapanmasının gerçek nedenini bir dostuna şöyle açıklar Tonguç: “Biliyor musun politikacılardan çoğunun ödü kopuyor, biliyorlar ki ileride kendileri gibisini seçmeyecekler.”
Evet, en çok da karanlıkçıların, ağaların, toprak beylerinin ödü kopuyordu. Talip Apaydın egemen sınıfın bu korkusuna anılarında değinir. Okulu bitirip köyüne döndükten sonra ağanın oğlunun köylüyü ezdiğini, onlara zulüm ettiğini görünce yakasına yapışır ve ondan hesap sorar Apaydın “Görün işte dedim. Böyle yapacaksınız, sinmeyeceksiniz, yılmayacaksınız, kul olmayacaksınız. Hep birlikte böyle yaparsanız bunlar uyuz ite döner” der.
Köylünün aydınlandığını gören toprak ağaları, şeyhler, feodalitenin yardakçıları enstitünün kapanması için siyasi çevreleri devreye sokar. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince Menderes seçim meydanlarında propaganda amaçlı söylediği “Köy enstitülerini kapatacağım” vaadini gerçekleştiriverir. Gelinen bu karanlık dönemi Nâzım’ın dizeleri en iyi anlatır: “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,/akar suyun,/meyve çağında ağacın,/serpilip gelişen hayatın düşmanı.”
Tonguç Baba, enstitüleri kurduktan sonra yurt bahçesinin ak güllerine kara sinek kondurmamalıyız dediği noktada karanlıklar, karanlıkçılar kapının aralığında olanca hızıyla giren umut ışığını, aydınlığını boğmaya çalışır. Yalnız köy enstitüleri bu karanlığa karşı 1940’tan 2024’e 84 yıl geçse de Fakir Baykurt’un dediği gibi “Kurumlar boğularak öldürüldü ama düşünceleri kafalarda ve gönüllerde yaşıyor.” Yaşamaya devam ediyor…
*Talip Apaydın “Karanlığın Kuvveti” Ararat Yayınevi 1. baskı 1967 İstanbul
*Fakir Baykurt” Benli Yazılar” Papirüs Yayınları 1. baskı 1998 İstanbul
*Sabahattin Ali “Markopaşa Yazıları ve Ötekiler” Yapı Kredi Yayınları 11. baskı 2022 İstanbul
*Yaşar Kemal “Baldaki Tuz” Yapı Kredi Yayınları 20. baskı 2020 İstanbul
Evrensel'i Takip Et