Yersiz Kumpanya'dan ‘Unutulan’ oyunu | Düşlerimiz ve umudumuzla direnebiliriz
Yersiz Kumpanya'nın özgün oyunu 'Unutulan' Ermeni bir kumpanyanın iki üyesi olan Mari ve Nıvart'ın var oluş ve direniş mücadelesini anlatıyor.
![Yersiz Kumpanya'dan ‘Unutulan’ oyunu | Düşlerimiz ve umudumuzla direnebiliriz](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/262888.jpg)
"Unutulan" oyunundan bir sahne
Yağmur YÜKSEL
Dün gece bir kabus gördüm. Korkuyordum. Hepsi bu. Korkunun beni nasıl alıkoyduğunu gördüm. Kabusun hepsi buydu. ODTÜ tiyatro şenliğinde bir oyun izledim ve gördüğüm kabus tüm gün aklımda dolanıp durdu böyle.
Unutulan, Yersiz Kumpanya’nın 2018 yılında sahneye çıkardığı ve halen gösterimde olan özgün oyunu. Oyunda Mari ve Nıvart’ın bir soğan gibi katman katman açılan hem rüyalarına hem hakikatlerine şahitlik ediyoruz.
Oyunun başında oyuncular sahnede karşılıyor bizi. Işık tasarımından yahut sahneye olan uzaklığımdan başta oyuncuların maske taktığını düşünmüştüm. Genel ışık açıldığında yanıldığımı anladım. Ancak yüz maskesi kullanmasalar bile hareket kalitelerinden şüphesiz okunan birer beden maskesi kullanıyorlardı. Bu da seyirci için, ağır bir hikayeye şahitlik ediyor olmanın yükünü hafifletiyordu bence.
SEYİRCİYLE KURMACA ARASINDA GERÇEKLİĞİN TEMSİLİ
Sahnede (ya da medya araçlarında) özellikle tarihsel gerçekliği olan dram hikayelerini anlatmak benim açımdan hep bir risk. Bazı toplumsal acıları kurmacayla yeniden üretmek, zaman zaman toplumdan acıyı boşaltarak acının da içini boşaltabiliyor. İnsanın, hele ki öznesi olmadığı bir meseleyi hakikatin neresinde durarak ve hakikate neresinden bakarak yeniden ürettiği çok kritik. Çünkü tarih tek bir yerden okunabilecek bir öz değil. Tam da bu yüzden seyirciyle kurmaca arasına temsil katmanını eklemek iyi çalışıyor. Çünkü bu bir temsil. Bir kurmaca. Karakterler hem o olay örgüsünün hem de başka gerçekliklerin temsili yalnızca. Olay örgüsü yaşanmış bile olsa.
Aynı zamanda oyun bana Jean Genet’in “Hizmetçiler” metninin başka bir bağlamdaki hali gibi gözüktü. Birebir referans olmasa da. Bu iki metin üzerine düşünürken aklıma (Genet’nin de “Nasıl Oynanmalı?” kitabında bahsettiği gibi) insan formunun dışına taşmak geliyor. Çünkü iki karakterin üzerine yıkılan, onları eylemsiz ve zayıf bırakan tahakküm yalnız onlara ya da onların taşıdığı kimliklere içkin değil. İktidar ilişkisi çeşitli formlarda ve bağlamlarda var olurken ve özellikle bugün türlü türlü kimliklerin üzerine çökerken bu kurmacanın temsil noktasında durmasını anlamlı buluyorum.
UMUT, BİR VAR OLMA MESELESİ
Oyun içinde beni etkileyen birçok replik vardı. Bir tanesi de bu diyalogdu:
“-Kimse bizi görmeye gelmeyecek neden kabul etmiyorsun Mari?
-Çünkü hala varım”
Oyunda Mari ve Nıvart bir otelin bodrumuna kilitlenmiş, oradan çıkma umudunu diri tutmaya çalışan iki karakter. Öyle bir bugünde yaşıyoruz ki hepimiz bir şekilde hayatın bodrumuna kilitlenmiş ve o kapının bir gün açılabilme ihtimaline yaslanarak umudu ve düşlemeyi sürdürmeye çalışan kişileriz. Umut hepimiz için bir var olma meselesi artık.
Metin bugüne yani bugünkü bize dokunmadan da bir direniş hikayesi. Yani kurmacanın kendini aşıp değdiği yer, kurgusal karakterler için de aynı. Borçlarını ödeyemeyen Ermeni bir kumpanyanın iki üyesi olan Mari ve Nıvart, bu borca karşılık otele rehin bırakılan ve bedenleri çeşitli şekillerde sömürülen iki kadın. O bodrumda var olmaya çalışırken düş kurmaktan vazgeçmeyen iki kadın. İki aktör. İki kanto sanatçısı. Ve bu kadınlar hem azınlık hem de kadın kimlikleri üzerinden maruz bırakıldıkları sömürünün karşısında oyun oynamayı, şarkı söylemeyi, hayal kurmayı bırakmayarak duruyorlar. Onların başkaldırısı “donup taş kesilmemekten” geçiyor.
DÖRT DUVAR ARASINDA HAKİKAT
Mari ve Nıvart için “hakikat” o bodrumdan ibaret. Öyle ki Nıvart bir noktada zamanı mekanla ölçmeyi deniyor. Çünkü zamanda değil mekanda var oluyor bu iki kadın. Dört duvar arasında ve düşlerinde var olabiliyorlar yalnızca. Belki de bu yüzdendir ki “Bu duvarın ötesinde biri bizi hatırlasın” istiyorlar. İnsanın varlığı neyle ölçülür? Bedeninin zamanda kapladığı alanla mı?
Aklıma birçok kurmacayı getiren bir metindi unutulan. Bence iyi kurmacaların büyüsü bu zaten. Kendini aşabilmek. Herkese bir yerinden dokunabilmek. Evrensellik öyle yasa gibi su götürmez gerçeklikleri anlatmak değil de insana zamansız ve mekansız bir biçimde dokunabilme becerisi bence. Bugün yetişen bir yetişkin olarak bu hayatta verdiğim emeklerin dünya nezdinde karşılıksız olduğunu hisseden bana da benden on yaş büyük hala tiyatro yapmak isteyen bir beyaz yakalıya da dokunabiliyorsa bir metin, kurmacanın büyüsünü taşıyordur.
İnsan hayal kurmayı bıraktığında yeniliyor. Mücadele edecek araçları kaybettiğinde değil. Çünkü bazı insanlar mücadele araçlarına zaten hiçbir şekilde erişemiyor. Bazı insanlar karanlık bir dört duvar arasından başka bir yerde var olamıyor bile. Hakikat bu.
Var olmak sadece bir ruh ve bir beden meselesi değil basitçe. Öyle kimlikler var ki varlıkları bile şaibeli çoğunluğun gözünde. Varlığın tartışmaya açıkken var olmak bence direnişten başka bir şey değil. Ve bu direnişte kendine olan inancını sürdürmek, bu inançla hayal etmekten vazgeçmemek hakikatin üzerimize sımsıkı kapattığı o kapıya karşılık bir zaferdir. Bu hakikat de temel hak ve ihtiyaçlara bile uzanırken kolumuzu kesmekten yana tereddüt duymayan güçlerin kesişiminin ta kendisidir. Mari ve Nıvart için de bugünün iktidarının enkazında sıkışmış bizler için de. Hepimiz için ama özellikle de bazıları için…
Evrensel'i Takip Et