Chute film kolektifinden Baran Bozdağ: Kolektivizme yönelmek bir zorunluluk
Chute Film-Coop'tan Baran Bozdağ ile deneysel sinemaya, kolektif çalışmaya ve Türkiye'de seyirci pratiklerine dair konuştuk.
Fotoğraf: Chute
Şeyma AKCAN
İstanbul
2021 yılında İstanbul ve Hollanda merkezli kurulan Chute Film Coop deneysel film kooperatifi bu yıl İstanbul’da ilk etkinliğini İstanbul Deneysel Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Kolektif; sinemaya dair söyleşiler yapıyor, yazılar yayımlıyor, etkinlikler düzenliyor, böylece hem bir tartışma ve dayanışma ortamı oluşturmak hem de bir fikirsel ve görsel arşiv oluşturmayı hedefliyor.
Ekipten Baran Bozdağ ile Chute’nin hem deneysel sinemaya dair hem de sinemada yayıncılığın yerine dair dertlerini konuştuk. Piyasada film ve düşünsel olarak karşılık bulamayan pratiklere yönelen her oluşumun kolektivizme yönelmesinin hem sosyal olarak hem de ekonomik açıdan zorunluluk olduğunu söyleyen Bozdağ, kolektif içerisinde bireysel yaratıcılığın da arttığını vurguluyor.
Öncelikle İstanbul’da bu yıl tanıdığımız Chute Film Coop deneysel film kooperatifi ne yapar, hangi dertle kuruldu?
Arşiv konusu dert ettiğimiz konulardan birisi. Biz Chute’u ilk planladığımız zamanlar (Sanırım pandemiden biraz önceydi) temel motivasyonumuz, sevdiğimiz arkadaşlarımızla kolektif bir üretim şekli içerisinde sevdiğimiz alana dair bir yapı kurmaktı. Bunun duygusal bir boyutu olduğu gibi aslında arkasında bir zorunluluk yatıyor. Sadece deneysel sinema özelinde konuşmuyorum. Piyasada ne film olarak ne de düşünsel olarak karşılık bulamayan fikirlere ve pratiklere yönelen her türlü film oluşumunun -özellikle de Türkiye’de- kolektivizme yönelmesi zorunluluk gibi bir durum. Bu hem sosyal olarak bir zorunluluk hem de ekonomik model olarak.
‘FİKİRSEL VE GÖRSEL ARŞİV OLUŞTURMAK İSTİYORUZ’
Neler yapmak istiyorsunuz/planlıyorsunuz?
Deneysel sinema özelinde konuşursak da bu alan her zaman dayanışma içerisinde ve kolektivizmin yoğun hissedildiği bir alan oldu. Genel olarak insanlar tarafından “niş” bir alan olarak nitelendirildiği için bu alanla ilgilenen insanların çevrelerinde ortak zevklerde birini gördüğünde sarılması kaçınılmaz bir durum. Bizim hem Türkiye hem Hollanda merkezli Chute’la yaratmaya çalıştığımız şey de buna alan açmak aslında.
Temelde üç hedefe oturttuk: Birincisi kolektifteki kişilerin düşünsel ve eleştirel dünyalarını makaleler ve eleştirilerle yansıtmaktı. Özellikle de Türkiye’de sinema eleştirisinin tek alana hapsolduğunu düşünürsek bu noktada önemli bir aşama aldığımızı düşünüyorum. Uluslararası ve çok dilli bir yapı inşa etmeye çalışıyoruz. Bu durumun alanda başka oluşumlara da vesile olduğunu görüyoruz ve bundan mutluluk duyuyoruz. İkinci hedefimiz sanatçılarının düşünsel süreçlerinin ardından yarattığı görsel dünyasını, film üretim pratiğine yine kolektif bir üretim içerisinde yansıtabilmesiydi. Bu noktada kolektivizm içerisinde de bireysel yaratıcılığın artabileceğine dair olan inancımız önemli rol oynuyor. Son olarak, uzun vadede fikirsel ve görsel bir arşiv oluşturma derdindeyiz. Bunu kolektifi canlı tutarak bazen de çeşitli etkinliklerde karşılıklı olarak üzerine tartışıp düşünerek yapabiliriz. Görsel sanatlar konusunda özellikle de hareketli imajın doğasını düşünürsek geriye baktığınızda bir arşiv oluşturma refleksinde olamıyorsanız ilgilendiğiniz alanın o yerde kültüre dönüşmesi de mümkün olmuyor uzun vadede.
‘DENEYSEL SİNEMA DOĞASI GEREĞİ POLİTİK’
Deneysel sinema hem sinemacılar hem de Türkiye seyircisi açısından nerede duruyor?
Bunu cevaplamak biraz zor aslında çünkü günümüz film kültürü içerisinde seyirci grupları özelinde çok daha karmaşık bir durum mevcut. Sinemanın arkaik döneminde ve sonrasında yakın geçmişe kadar tek taraflı bir alım mevcuttu. O yüzden seyirci gruplarının kategorizasyonu ve ilgi yelpazesi daha keskindi. Örneğin deneysel sinemayla ilgilenmek isteyen birinin bunun için ciddi bir efor sarfetmesi gerekiyordu buna ulaşmak için. Bu, özellikle sinema endüstrisinin kendi içerisinde dışa ittiği alanlara daha net yansıyor. Şu an en büyük sıkıntı deneysel sinema kavramının algılanmasında. Çünkü bu alanla ilgilenen çoğu kişi -buna Chute olarak biz de dahiliz- “deneysel” kelimesinden rahatsız başta. Ama en azından bunun tartışılacağı zemini yaratana kadar kendilerini tasvir etmek için kullanmak durumunda kalıyor çoğumuz, çok uzun açıklamalar yapmak yerine. Bu kelime ABD ve Fransa avangart sinemasında ilk kullanıldığında yansıttığı içerik betimleme vasfını artık taşımıyor ve daha da kötüsü reaktif bir sinema olarak algılanıyor. Bu da geleneksel sinemanın -buna vizyon sineması da “sanat” sineması da dahil- alanı “radikal” olarak tasvir etmesine sebep oluyor. Bu içerikle tamamen kopuk ve plastik bir imaj. Bu alanla ilgilenen çoğu sanatçı popüler sinema üsluplarına tepki olsun diye filmlerini bu şekilde yapmıyorlar. Böyle yapıyorlar çünkü sinemanın tek bir üslup, dil, matematik, formül düzlemine sahip olmadığının farkındalığını taşıyorlar.
‘ÜRETİM VE DAĞITIM POLİTİKASI SORUNLARIYLA İLGİLENİYORUZ’
Bu radikallik kalıbı, vizyonu genişletmektense olabildiğince daraltıyor. Burada bizim de katıldığımız reaktif durum daha çok işin üretim ve dağıtım politikasıyla ilgili. Bu nedenle deneysel sinema doğası gereği her zaman politik olma eğilimindedir. Bu reaktiflik ve “radikallik” halini film içeriğinden çıkıp film üretim ve dağıtım pratikleri üzerinde ele aldığımız zaman deneysel dediğimiz bu sinemayı daha sağlıklı algılarız diye düşünüyorum. Güzel ve umutlu olan şey ise Türkiye’de buna açık ve bunu için efor sarf edebilecek bir izleyici ve üretici grubu olması. Dediğimiz gibi burada sadece bir alışkanlık kazandırıp bir kültür oluşturmak gerekiyor bu Türkiye sinema sıkışıklığının dışında.
Brakhage'in ''gözün masumiyeti'' kavramı var. O masumiyetin, sürekli dayatılan görsellikle körelmesi ve yeniden inşa olması hali. Bir bebeğin her şeyi hepimizden net gördüğüyle ilgili bir gönderme. Aslında bizim de tam olarak yaptığımız şey bu, bizim ve bu alandaki diğer tüm oluşumların da… Çocukluktan beri aynı veya benzer bir sinemayı izlediğimiz için oluşan bu tek biçimli algılama şeklini yeterince pratiğe döküp düzenli olarak göstererek gözümüzü ve filmi görme şeklimizi o masum hale yaklaştırmak. Bu, deneysel sinemanın algılanmasının ana noktası. Yakın zamanda ''çocuklara deneysel film gösterimi'' yapacağız, bu konuda bir çeşit deney gibi. Tüm bu kolektifler, oluşumlar, üniversite film kulüpleri çok değerli bu noktada. Birbirimizle etkileşim halinde olmaya devam edeceğiz.