İşçi deyimiyle ‘yalakalık’ ve güven sorunu
"Fabrika içerisinde herhangi bir sorunun olmaması için ‘yalakalara’ veya bir nevi işçi aristokrasisine ihtiyacı olan patronlar kendi politik hakimiyeti altında, onları kendisine bağlıyor."
Fotoğraf: Pexels
Fırat ÇOBANOĞLU
Sincan’dan fabrika işçisi
Fabrikaya ilk başladığım dönemlerde işçi arkadaşlarla hızlıca kaynaşmaya başlamıştık. Hemen bana en güvenmedikleri işçileri sıralamışlardı. Bu bana güvendiklerini gösterse de diğerlerine neden güvenmediklerini anlattıklarında, çoğu işçinin arasında bir güvensizlik sorunu olduğunu gördüm. Bunun nedenleri her işçiye göre değişse de bütün nedenler süzüldüğünde görünen ‘yalakalık’ olmuştu.
“Sürekli fazla mesaiye kalan”, “İşçiler arasında konuşulanı hemen müdüre veya şefine ispiyonlayan”, “aynı memleketli”, “Sorunlara dair konuşur ama bizle gelmez”... Bunlar gibi sıralayabileceğimiz sıfatlar bulunuyor. Ve bir elin dışındakiler hariç herkes böyle görülüyor. Ancak fabrika koşullarının altında inleyenler karşısında patron ne memleket dinliyor ne de sürekli fazla mesaiye kalan. Sen şu memlekettensin o zaman senin zammını şu kadar arttırıyorum demiyor. Sen çok fazla mesai yaptın al sana bir hafta tatil demiyor. Patronun tek önemsediği şey fabrikanın bacası tütsün bant devam etsin çarklar dönsün oluyor. Bu durumun kendisi yine de işçileri bir araya getirmeye yetmiyor. Yetmemesinin nedeni patronun işçileri bölmenin yollarını iyi örgütlemesi ve rekabet ettirmek üzere sürekli farklı yollar denemesi. Hat içerisinde aynı yerde çalışan arkadaşınız sizden daha hızlı çalışıyorsa ve siz bunun nedenini sorduğunuzda “Bu sene işine asıl iyi zam alacaksın dedi” oluyorsa bunlar işçilerin birbirine yaklaşımlarını etkiliyor. 1 Mayıs’ta fabrikaya gelmemek için anlaşan dört işçiden biri gelince güven kırılabiliyor.
İŞÇİLERİ PARÇALAMAK İÇİN KULLANILAN BİR YÖNTEM
Elbette şunu görmezlikten gelemeyiz: Patron veya hakim sınıf kendi çıkarını genel toplumun çıkarı gibi gösteriyor. Bu ise fabrikada bazı işçilerin satın alınmasına sebep oluyor. Genelde yüz işçiden on işçi satın alınan, ayrıcalıklı, hale geliyor. Diğerleri fabrikanın genel sorunlarını yaşamaya devam ediyor. Satın alınanlar ise sadece ekonomik olarak diğerlerine nispeten ‘iyi’ koşullar içinde. Bunun dışında kalan bütün sorunların ise içerisinde yer alıyor. Yani işçi aristokrasisi temelinde ekonomik bir sorun.
Fabrika içerisinde herhangi bir sorunun olmaması için ‘yalakalara’ veya bir nevi işçi aristokrasisine ihtiyacı olan patronlar kendi politik hakimiyeti altında, onları kendisine bağlıyor. İşçilerin arasına sızdırarak kabaran öfkeyi soğutmaya veya başka şekilde daha ılımlı yerlere evriltmeye çalışıyor. Kendi egemenliğinin devamlılığı açısından önemli olan bu tabaka, belirttiğimiz gibi bütün fabrikayı kapsamıyor, sadece belirli işçilerden oluşuyor.
İşçileri parçalamak için birden fazla yöntem kullanılıyor. Fabrikamızda işçiler arasında notlandırma sistemi kullanılarak yıl sonu zammının bu orana göre artacağı ve verilen ikramiyenin de bu sistemden etkileneceği söylenmişti. Notlandırma sisteminin sonuçları ‘müdürün yorumlarıyla’ birlikte tek tek işçilerle paylaşılıyordu. Bir işçi kendisinden daha yüksek puan almasını hak etmediğini düşündüğü işçi için “Bu nasıl bu puanı aldı? Bu alıyorsa bende alırım” diye hareket ederek rekabeti körükleyip, güven sorununu büyütmesi çok hızlı yer buluyordu.
Deneyim açısından fabrikada sitem ettiği şeyi hemen müdürden duyunca işçiler kime nasıl güveneceğini bulamıyor. Diğer işçiler için de bunu düşününce ücret, yemekhane, servis, çalışma koşulları gibi geniş yelpazedeki sorunlar sürekli sorun olarak kalarak patronun sermayesi büyümeye, egemenliği güvenli bir şekilde var olmaya devam ediyor. Yan yana gelmenin koşulları varken “yalaka bunlar”, “güvenmem”, “Bunlar bizle gelmez” ile bir adım öteye geçilemiyor. Bir adım öteye geçmediği için sorunlar varlığını koruyarak büyüyor.
KİME GÜVENECEĞİZ?
‘Ekonomik temelli tabaka’ yaratma yukarıda da bahsettiğimiz gibi ancak yüz işçiden onu için geçerlidir. Bunun dışındaki işçiler ekonomik sorunlarla boğuşmaya devam eder. Sadece ekonomik olarak değil fabrika yönetiminin despotluğu için de bu geçerlidir. “Fazla mesailere gelmeyenlere tutanak tutulacak. İkramiye alamayacaklar” ya da “Sesinizi yükseltmeyin zam alamazsınız” argümanları işçilerin arasındaki güvensizliği körükleyen politik hamleler haline geliyor. “İşimizden olmayalım, borçlarımız var, aile geçindiriyoruz...” İşçileri sadece fabrika içerisinde değil toplumsal olarak kuşatan sistemi de burada görmek gerekiyor. Çünkü içerideki en ufak ses çıkarma halinde akla gelen diğer şey, borçları olabiliyor. Bunu iyi bilen patron durumu işçileri ayırmak için kullanmakta zorlanmıyor.
Bunun tersinden de kendi sorunlarına karşı çözüm üretip harekete geçtiği bir durum da var. Vergi kesintileri nedeniyle maaşlarını az bulan işçiler hafta sonu üretimine gelmeyerek üretimi durdurabilecek gücü bulabiliyor. İkramiye yatmayacağı söylentisi dolanırken üretimi yavaşlatıp ikramiyeyi kesin almanın yolunu da. Burada ‘yalaka’ denilenler de ‘aynı memleketli’ olanlar da yer alabiliyorsa demek ki herkes güvenilmez değil. Aynı memleketliler içerisinde de şefler ve bant işçileri kendi aralarındaki ayrımı da görerek akrabalığın patron karşısında neye yaradığını görebiliyor. Bu durumun gücünü yani üretimden gelen gücü kullanmayı ve bunun için birliğin gerektiğini anladığı an işler lehine değişiyor.
İşçiler kendi sorun ve talepleri için bir araya gelerek kazanabileceğini, günler hatta saatler içerisinde görebiliyor. Burada ne işçinin memleketi ne yalaka oluşunun bir önemi kalıyor. Birlikte kazanabileceğinin gücü ile “Bizim bizden başkamız yok” fikri harekete geçirebiliyor. Bir sınıf olarak hareket etmek, patron karşısında despotluğunu ve tabakasını silerek hedefine doğru güvenli ve inançlı davranmanın pratiğini örgütleyebiliyor. Deneyim ve tecrübe ile ayrıcalığı önce kendi fabrikası başta olmak üzere bunu örgütleyen sistemi alaşağı edebilecek bilinci taşıyor...