"İşçiyi örgütlemek için önce güvenini kazanacaksın"
“Milliyetçi ve dini düşüncelerden etkilenmiş bir işçi profili var. Milliyetçi, ülkücü, sağcı işçilerle yan yana gelmem dersen hiçbir şey elde edemezsin. İşçilerin hepsini bir araya getirmek gerekiyor.
Fotoğraf:Fatih Polat
Fatih Polat
Seçim dönemlerinde sıkça duyduğumuz “AKP’li seçmen”, “MHP’li seçmen”, “CHP’li seçmen” gibi ifadeler, insanları daha önce oy verdikleri partiye sabitler ve değişim gerçeğinden uzaklaşır. Bu, fabrika ve semt örgütlenmesi bakımından daha baştan sınırlayıcı bir yaklaşımdır.
‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisinin bu bölümünde evine konuk olduğumuz Rıza Ercan, farklı siyasal görüş ve inançlardan işçilerin güvenini kazanmış, onları örgütlemeyi başarmış bir işçi olarak, insanda “İşte, yapılmışı var” duygusu yaratıyor.
Rıza Ercan’ın Ankara Mamak’taki evinin salonunun duvarında, New York’ta 1929 ekonomik buhranı sonrası inşa edilen en yüksek Rockefeller binası inşaatının 69. katında çelik konstrüksiyon kiriş üzerinde öğle yemeklerini yiyen işçileri gösteren o ünlü fotoğraf dikkatimizi çekiyor. Bu fotoğraf için, Özcan Yaman’ın “Bir fotoğrafla hikaye anlatmak” (Evrensel, 2 Ekim 2020) başlıklı yazısına bakılabilir.
Rıza Ercan’a fotoğrafı sorduğumuzda, 2022 yılında kaybettiği eşi Gül’ün puzzle olarak yaptığını söylüyor.
Rıza Ercan’ı dinliyoruz: “1965 yılında Çorum’un, merkeze bağlı Büyükdivan köyünde doğdum. Eski ismiyle Dîvân-ı Kebîr. Babam rençberlik yapardı. Annem ben yedi yaşındayken felç oldu. Beş kardeşiz. Üç erkek, iki kız. Ben en küçükleriyim.”
İlkokulu köyde okumuş. Sonrasını şöyle anlatıyor: “Annem, ‘Öğretmenlerin maaşı az, meslek okursanız bir an önce fabrikaya girer yüksek maaş alırsınız’ dedi. Üç kardeş meslek lisesine devam ettik. Benim bölümüm torna tesviye idi.”
ÇOCUKLUĞUNDA İNŞAAT, GENÇLİĞİNDE METAL İŞÇİSİ
Hem ortaokul yıllarında hem de Merzifon Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye Bölümünde öğrenciyken, yazları inşaatlara gidermiş. Böyle böyle sıva yapmayı öğrenmiş.
1989 yılında Gülbeyaz Hanım’la evlenmişler. Sonra inşaatlarda çalışmak için Ankara’ya gelmiş. Belli zamanlarda çalışıp sonra köye eşinin yanına gitmenin zorluklarını düşünerek Ankara’ya göç etmişler. Bir süre inşaat işçilerinin derneği olan, yapı işçileri derneğine gidip gelmiş.
Oraya gelen bir işçinin, MİTAŞ’a (Madeni İnşaat İşleri Türk AŞ) meslek lisesi mezunu işçi alınacağını haber vermesi üzerine hemen başvurmuş. Sonrasını da kendisinden dinleyelim: “O bilgiyle MİTAŞ’a gittim. O zamanlar kamu kurumuydu. O dönem belirli bir süre deneme ve beğenirlerse kadroya alınma üzerine kurulu muvakkat işçi uygulaması vardı. Muvakkat işçi olarak başladım. Bir süre sonra fabrika özelleştirildi. Benimle birlikte, emekliliği gelen ya da vukuatı olan işçiler çıkarıldı. Sonra fabrikanın işçiye ihtiyacı oldu. Ben de tecrübeli olduğum için başvurduğumda hemen işbaşı yaptırdılar. Yani ikinci defa girmiş oldum. Bir süre sonra taşeronlaştırma gündeme geldi. Bölüm bölüm taşeronlaşma hayata geçirildi. Sadece benim çalıştığım yerde iki bilgisayarlı makine vardı. İlk defa bilgisayarlı makine gelmişti fabrikaya. Ben onda çalışıyordum. En son, ‘Taşeronlar bu bölümü de alacaklar, siz taşeronu kabul edip devam edin’ dediler. Ben kabul etmedim, diğer arkadaşlar da kabul etmedi. Böyle olunca, iki hafta kadar fabrikanın bel kemiği olan bilgisayarlar durdu. Daha sonra baktım diğer arkadaşlar çalışmak istiyorlar, dedim, ‘Siz istiyorsanız çalışın, ben kabul etmiyorum taşeronu’. Çalıştığımız iş enerji hattı. Entegre tesis gibi bir şey. Diğer arkadaşlar kabul edip işbaşı yaptı. Ben ve tecrübeli bir arkadaş kabul etmedik. O dönemde Türk Traktör’e başvurdum. Kabul ettiler. 1993 yılıydı. 3 ay kadar çalıştım orada.”
Bu kadar kısa sürmesini şöyle açıklıyor: “Türk Traktör fabrikasının şöyle bir özelliği var. Fabrikanın üretimini komple durdurup herkesi yıllık izne gönderiyorlar. Yıllık izin bitince yeniden işbaşı yapıp devam ediyorlar. Bizi de gönderdiler. Fakat bizim yıllık izin hakkımız olmadığı için ücret vermiyorlardı. O arada MAN’a başvurmuştum. MAN’dan aradılar ve gidip orada başladım.”
Oradayken de, Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde, 1994 krizi sürecinde çıkarılan 5 nisan kararlarıyla işten atma dalgasıyla işten atılmış. Yeniden iş aramaya başlamış ve MİTAŞ’a bir arkadaş aracılığıyla yeniden girerek işbaşı yapmış: “MİTAŞ’a üçüncü girişimdi. 2004’e kadar çalıştım. Dokuz yıl. Taşeron çalışma var o zaman. Sigortalar tam yatırılmıyor. Asgari ücretten maaş veriliyor. 12 saat çalıştırılıyor. Yemekler çok kötü. Koruyucu malzeme verilmiyor. Eldiven, maske, ayakkabı, elbise verilmiyor. Hatta ellerini yıkamaya sabun bile bulamıyorsun. Sonra ücretler zamanında ödenmemeye başladı. Kirada oturan işçiler kiralarını ödeyemiyordu. Kömürü olmayan işçiler kömür alamıyordu. Çay alacak para bile bulamıyorlardı. Hatta servisi kaçırsa iş yerine gelecek parayı bulamıyorlardı. Bu sıkıntılar olurken biz de örgütlenme çalışması yapıyoruz.”
Önce Birleşik Metal İş’e gitmişler. Orada, sendika ve sendikalaşmaya dair bir eğitim almışlar. Sonra işçilere, ‘Herkes daha fazla işçiye ulaşıp, sendikalaşmayı anlatsın, görüşmelerimiz devam etsin’ denilmiş.
Ardından işçilerle birlikte fabrikaya döndüklerini anlatan Rıza Ercan, şöyle devam ediyor: “Birleşik Metal’in fabrikayı örgütleyeceğine dair bir ışık görmedim. Sonra bir işçi arkadaş, Türk Metal şube başkanının tanıdığı olduğunu söyledi. Gidip onunla görüşeceğini söyledi. O arkadaş tek başına gidip Türk Metal şube başkanı ile görüşmüş. Geldi bize görüşmeyi anlattı. Türk Metal örgütlüydü zaten önceden fabrikada. Onlar da MİTAŞ’ı örgütlemek istiyorlar, çünkü çok üye yapacaklar. Aidat alacaklar. Ben de Türk Metal’in bizim iş yerini örgütlemek istediğini anladım. Biz iş yerinde sendikal örgütlenmeye başlayınca işveren de duydu ve sendikalı olan işçileri işten atmaya başladı. Atılmayan işçiler işi durdurdular.”
İşçilerin ezici çoğunluğunu sendikaya üye yapmışlar ve sonra hep birlikte tazminatlarını istemek için fabrikaya gitmişler. Bunun üzerine patron sendikayı kabul ettiğini belirtmiş, ancak bir şartla. Bu şart, kabul etmiş olan sendika şube başkanı tarafından işçilere açıklanmış: “Yirmi kişinin sendikadan istifa ediyorum diye dilekçe imzalaması gerekiyor. Patron sizi bu şartlarda kabul ediyor.”
Söz yine Rıza Ercan’da: “Ben dondum kaldım. Çalışan, çabalayan, örgütleyen biziz. Ben arkadaşlara ‘İsteyen imzalasın, ben imzalamayacağım’ dedim. Sonra şube başkanıyla görüşen arkadaş ile ben kaldık. Beni ikna etmek için ağladı. Uzun süre dirensem de onun bu ruh hali karşısında imzaladım. Ama sonra sabaha kadar uyuyamadım. Ertesi gün sendikaya gidip istifamın yazılı olduğu kağıdı yırttım. Sonra ben de dahil işbaşı yaptık. Birinci sözleşme bitti, ikinci sözleşme olmadan önce, sendikanın temsilci atadığı o arkadaşı işten attılar. Benim siyasi yapımı öğrendikleri için ben sendikanın atadığı temsilcilerden değilim. Sendikalaşma döneminde Evrensel gazetesi her gün haber yapıyordu. Günlük 100-150 gazete işçiler tarafından bayilerden alınıp sendikanın şubesine getiriliyordu. İşçiler birbirlerine dağıtıyorlardı gazeteyi. Haberleri manşet olmuş. Sendikacılar, ‘Buraya en son girecek gazete girdi’ diyorlardı. Sonunda sendikacılar kaynağın ben olduğumu öğrendiler.
Birinci sözleşme bittikten sonra bir grup işçi işten atıldı, içlerinde ben yoktum. En son yine bir grup işçi çıkarmışlar, biz işi durdurduk. 2006’nın aralık ayıydı. Kış günü.” Fabrikanın içinde başlayan direniş, polisin dışarı çıkarması üzerine fabrika önünde devam etmiş.
"BEŞ VAKİT NAMAZ KILAN İŞÇİLERİ ÇIKARDILAR"
Çadır mı kurdunuz?
Hiçbir şey yok. Çadır yok, battaniye yok. Naylon poşetlerin üzerinde yatıyor insanlar. Karton kağıt bulanlar, onların üzerinde yatıyor. Ama direndiler, vazgeçmediler. İşveren baktı olacak gibi değil, yeniden sendikayı kabul etti ve sözleşme yaptı. O sözleşme ile birlikte yeniden işbaşı yapıldı. Ama ilk atılan altı işçinin işe alınmayacağını sendika kabul etmiş. Temsilciler de işçileri ikna ederek işbaşı yaptırmak istediler. Böylece direniş bitti. 2008 yılında da beni işten çıkardılar. Benimle birlikte sendikaya giden işçileri de çıkardılar. Beş vakit namaz kılan işçileri çıkardılar.”
Hangi fabrikalarda çalıştınız?
Ankara’da büyük fabrikalardan ilk fabrikam MİTAŞ’tı. Sonra Koç’un traktör üreten fabrikası Türk Traktör. Sonra, kamyon, otobüs yapan Alman firması MAN. Sonra Erkunt döküm fabrikası, Turanlar Makine, un fabrikalarına, buğdayı un haline getiren makineler üreten Aybakar fabrikası ve dört sene de Numune Hastanesinde çalıştım.
12 EYLÜL’DEN SONRAKİ İŞÇİ PROFİLİ
12 Eylül’den sonra büyük fabrikalarda çalışmış bir işçi olarak, darbenin etkileri bakımından neler söylersiniz?
Mücadeleci sendikacıları tutukladılar, iş yerlerini de örgütlü işçilerden temizlediler. Şimdi fabrikaya giriyorsun, sanki sıfırdan işçi profili. Sendikaya gidelim dediğinde, işçi ‘sendika ne?’ diyor. Mücadele içinde sendikanın ne olduğunu öğreniyor, sözleşmenin ne olduğunu öğreniyor. Grevin, direnişin ne olduğunu öğreniyor.
Milliyetçi ve dini düşüncelerden etkilenmiş bir işçi profili var. Yok, ben beş vakit namaz kılan işçiyle yan yana gelmem, ben milliyetçi, ülkücü, sağcı işçilerle yan yana gelmem, ben solcu işçiyi örgütlerim dersen hiçbir şey elde edemezsin. İşçilerin hepsini bir araya getirmek gerekiyor. En önemli mesele bu.
"NE YAPACAKSAN BU İŞÇİLERLE YAPACAKSIN"
Günümüzün işçi profilini düşünerek, işçi örgütlenmesinin püf noktaları bakımından neler söylersiniz?
Bir kere hiçbir işçiyi ötekileştirmeyeceksin. Bu işçilerle yapacaksın ne yapacaksan. İşçi seni arkadaş olarak kabul edecek. İlk iş olarak din meselesini tartışırsan, gittin yani, kaybettin. Milliyetçilik de öyledir. İşçinin evine gideceksin. İşçiyle ailece ilişki kuracaksın. Eğer beş vakit namazını kılan işçi benimle görüşüyorsa, evine gittiğim, yemeğini yediğim için görüşüyor. Örneğin beş vakit namazını kılan bir işçiyi parti bürosuna götürdüm, oradan da 1 Mayıs’a birlikte katıldık.
Bugün iş yerlerinde örgütlenme çalışmasına girişen genç arkadaşların öncelikle sendika bürokrasisine karşı uyanık olmaları gerekiyor. İşçilerin arasında işverenin uzantısı olan işçiler vardır, bunları bilmeleri gerekiyor. Ama sessiz kalarak da hiçbir şey yapamazlar. Onların var olduğunu bilerek çalışma yapmaları gerekiyor.
İşçiyle sinemaya da gidebilirler, top oynamaya da gidebilirler, maça da gidebilirler. Mahallede kahveye de gidebilirler. Bunlar işçilerle bağı güçlendirir.
İş yerinde kaytaran biri olursan, geç gidersen, işverenler sürekli fazla mesai için zorlar, sürekli reddedersen fişlenirsin ve ilk çıkarılanlardan biri olursun. Örgütlenmek istiyorsan kalıcı olman gerekiyor. Buradaki işçilerden bir şey olmaz diyen çok çıkar karşına. Sen de eğer ‘olmaz’ diye düşünüyorsan, o zaman diyalektiğe inanmıyorsun. Benim çalıştığım her yerde mutlaka mücadele oldu. Kaybettiklerimiz de oldu. Bu sınıf mücadelesi. Hepsini kazanacaksın diye bir şey yok.”
Rıza Ercan, şu anda Emek Partisi Mamak İlçe Başkanı. Birisi 34, diğeri 23 yaşında iki oğlu var. Birinin adı Taylan Özgür, diğerinin İmran Bilgin.