Türk sinemasında otel manzarası 2. bölüm: ‘Yeni Türkiye’nin lobisinde
‘80’ler, Türk sineması için bir geçiş dönemi sayılabilir. ‘70’lerde televizyon izleme alışkanlığının yaygınlaşması ve toplumsal gerilimin etkisiyle gerileyen Yeşilçam, 12 Eylül sonrası çökmüştür.
Fotoğraf:Anayurt Oteli'nden bir sahne
Haydar Ali ALBAYRAK
‘80’ler, Türk sineması için bir geçiş dönemi sayılabilir. ‘70’lerde televizyon izleme alışkanlığının yaygınlaşması ve toplumsal gerilimin etkisiyle gerileyen Yeşilçam, 12 Eylül sonrası çökmüştür. Video film kiralama pratiğinin ve özel televizyon kanallarının atağıyla ‘80’lerin ikinci yarısı ise bir bakıma salonların tasfiyesiyle sonuçlanmış, sinemamız dar bir alana sıkışmıştır. Bu geçiş de genel hatlarıyla iki bakımdan sonuçlanmıştır. Yine ‘80’lerde kurulan estetik kaygılı sinema dili ‘90’lar ikinci yarısında Zahit Atam’ın adlandırmasıyla “yeni Türkiye sineması”na evrilir ve bu ilk kuşak sanat filmleri, 2000’lere giden yolu açar. Diğer sonuç ise şüphesiz gişe başarısına bağlı olarak salonların yeniden kazanılması ve yerli filmlere açılmasıdır. Bu kazanım da 2000’ler ortasına doğru yerli sinemanın özellikle komedi türünde seyirci rekorları kıracağı bir sürece yayılacaktır.
‘80’lere ve hem yeni sinema diline uzanan ‘90’lara baktığımızda otellerin kimliğini tam anlamıyla bulamadığını görürüz. Karamsar bir dilden beslenen ve aileden, evden uzaklığın uğursuzluğunu ideal vatandaş portresinden büsbütün kopuk bir düzlemde kışkırtarak ele alan otel bağlantılı filmler Anayurt Oteli’yle belirirken ‘90’larda televizyon estetiğine uygun, Zampara Seyfettin’le devam edecek post Yeşilçam eğlenceliklerine de rastlanır.
Kısacası 12 Eylül darbesiyle açılan ‘80’ler, ülke ekonomisinde bir liberalleşmeyi dayatmakla kalmaz, Türk sinemasında otelleri de oldukça kaotik bir biçimde işler. “Ailenin parçalanışı”na ve buna koşut özel mülkiyetin kana daha hızlı karışmasına yine bu dönemde tanık olunur.
İkinci bölümde ‘80’lerde ve ‘90’ların ilk yarısında yani darbe programı gereği daha fazla özelleşen, yoksullaşan ve burjuva parlamentosu giderek istikrarsızlaşan bir Türkiye’de otel odalarının sinemaya nasıl yansıdığına çeşitli örnekler üzerinden bakacağız.
SES (1986)
‘80’lerin ikinci yarısında başlayıp birkaç yıl boyunca etkisi hissedilen “12 Eylül filmleri” furyasına dahil edebileceğimiz Ses hapisten yeni çıkmış Tarık’ın Bodrum Gümüşlük’te geçirdiği günleri konu alır.
Zeki Ökten’in yönettiği ve senaryosu dönemin yükselen sinemacılarından Fehmi Yaşar’a ait olan filmde başrolü Tarık Akan üstlenir. Nur Sürer ona eşlik ederken film Tarık’ın bir akşam gezintisi esnasında işkencecisini sesinden tanımasıyla hareketlenir.
Ses filminde Gümüşlük, altı yıl önce yani henüz mahpus düşmeden beldeyi ziyaret eden Tarık’a değişmiş gelir. Kahvecilik yapan aynı zamanda pansiyon işleten genç çok değiştiğini söyler. Buna karşın Tarık naif bir pansiyonda kalır. Bu oda onun için işkence anılarının canlandığı, kabuslar gördüğü, derin düşüncelere daldığı bir yerdir. Otel odası, darbe sonrasında neşeli anlamını yitirmiştir. Filmde çok fazla iç mekan çekimine yer verilmez. İçeride yeterince bunalmış olan Tarık’ın özgürlüğe ve insan ilişkilerine yeniden alışma süreci ve işkencecisiyle hesaplaşması öne çıkar.
ANAYURT OTELİ (1987)
Nazilli’de, Ankara Palas’ta çekilen film önemli edebiyatçılarımızdan Yusuf Atılgan’ın eserinden Ömer Kavur tarafından uyarlandı. Otelin adından andığı tarihlere değin göndermelerle bezeli olan anlatı baştan sona otel duygusunun yabancılığını bir ülkenin yakın siyasal geçmişine uzak kalma dürtüsü üzerinden irdelerken “ev”i de tartışıyor.
Macit Koper’in canlandırdığı otel katibi Zebercet sevgiye hasret, sıkıntı dolu günlerine bir heyecan katar. Gecikmeli Ankara treniyle gelecek gizemli kadının yollarını gözler ancak bu bekleyiş şifa olmaktan çok ruhunu kasıp kavurur, bilinç dışının kapılarını ardına kadar açar.
Eve dair her şeyin, beklemenin amansızlığında çözülüp kaybolduğu Anayurt Oteli Zebercet’in hayatta kalma mücadelesi ya da çekip gitme çabasının bulanık günlerine eşlik eden gerçek zamanlı bir müze... Anayurt Oteli belki de ne müellifi Yusuf Atılgan’a ne onu filmleştiren Ömer Kavur’a ait. Anayurt Oteli Zebercet’in, tapusu değilse de yazgısıyla...
AMERİKALI (1993)
12 Eylül zihniyetini, Sen Türkülerini Söyle filmiyle hapisten yeni çıkmış, sürgün cezasını çekmeden önce eski dostlarını ziyaret eden bir devrimcinin bakışıyla yargılayan Şerif Gören yedi yıl sonra senaryosunu Ümit Ünal’la birlikte kaleme aldığı oldukça tuhaf bir film çeker. Ertem Eğilmez’in Arabesk’i kadar karikatür fakat onun kadar ince düşünülmemiş bir filmdir Amerikalı. Gören Amerikan pop kültürüyle dalga geçmeye çalışsa da bizzat kendisi metalaşan ve dalga konusuna dönüşen bir film üretmiştir.
Şener Şen’in yirmi yıl Amerika’da yaşayıp dolar milyarderi olduktan sonra yurda dönüş macerasını işleyen filmde kovboy şapkası ve çizmeleriyle, araya İngilizce sözcükler sıkıştırmasıyla Şerif gençlik aşkı Melek’in izini sürer. Olaylar tuhaf bir biçimde gelişirken “Amerikalı” yurda ayak bastığı andan itibaren şatafatla karşılanıp beş yıldızlı bir otelde ağırlanmıştır. Filmdeki otel Özal Türkiye’sinin özetidir adeta! Kral dairelerinde jakuziler, ihtişamlı oda servisleri, bornozla dolaşılıp keyif çatılan bir konfor; ülkenin özelleştirmeye boğulduğu, ücretli köleliğin yasalaştırılmak istendiği Özal döneminin simgesi gibidir ve bu bakımdan 12 Eylül rüyasını yansıtır!