16 Haziran 2024 05:34
/
Güncelleme: 07:19

Uzağı yakın eden direnişler

Temel talepler etrafında iş yerlerine dayanan bir mücadele hattı güçlendirilemeden baskılara direnmek kolay olmayacak gözüküyor.

Uzağı yakın eden direnişler

DİSK Arşivi

Yakup ASLANDOĞAN

Kimi “dost” sohbetlerinde konuşulur. “Güvendiğiniz işçiler emekçiler gericiliğe destek veriyor, onların oy deposu durumundalar. İşçi sendikaları hep gericilerin elinde, bu kesimlerle mi devrim yapacaksınız?​” türünden toplumsal gelişmelerin dinamiklerini tahlil etmek bir yana çıplak gözlem yeteneğinden yoksun bu değerlendirme ve benzerleri sıkça karşımıza çıkar oldular. Üstten ve hatta uzaktan.

Konumuz işçi sınıfı mücadelesinin bir kesiti de olsa, bu tür değerlendirmelerin yersizliğini anlamak açısından ciddi veriler sunabilir durumdalar ve başvurulacak önemli “anlar” olmaya devam ediyorlar. Zira geçmiş gelecek bağıntısı bu “anların” iyi anlaşılmasına bağlı.

TALEPLERDE NETLİK, İŞ YERLERİNDE HAREKET

Bundan 54 yıl öncesini tartışıyoruz sayfalarımızda, 15-16 Haziran büyük işçi direnişini. Bu iki günün anlaşılması için verili koşullar kadar yakın tarihine de bakmak gerekmektedir. Bu büyük işçi direnişinin işaret fişeği 7 yıl öncesindeki Türkiye işçi sınıfı tarihinin en etkili işçi eylemlerinden birinde çakıldı denilebilir. Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin 1963’teki 80 günlük iş yeri işgalinden/fiili grevinden bahsediyoruz. Onu diğerlerinden ayıran şey; o tarihe kadar sendikalar ve grev yasasının olmadığı, grevlerin yasak olduğu bir dönemin aşılabilmesinin anahtarını elinde tutuyor olmasıyla ilgilidir. Öyle ki; işçilerin daha ileri talepler ile toplumun tüm diğer katmanlarını da etrafında toparlamaya başlaması ve giderek güçlenmesi karşısında klasik burjuva taktiği ile işçi hareketinin “ehlileştirilmesi” planı devreye sokulur. Dönemin hükümetini kurmuş Ecevit; olayların gelişmesinin de önünü kesmek için kendi denetimlerinde olan ama taleplerin kabul edildiği görüntüsüyle, Toplu İş Sözleşmesi Yasası ve Grev Yasası vb. bu direnişin etkisiyle çıkarmak zorunda kalır.

BÜROKRASİ ETKİSİ

Gelişen işçi eylemleri, 1952’de devlet güdümlü kurulmuş ve işçi hareketini zapturapt altına almaya çalışan Türk-İş bürokrasisine karşı da yönelmiş ve işçiler arayışa girmişti. İşçi hareketinin kontrol edilemeyen yanı hiç kuşkusuz ki -ideal olana ne kadar yakın olup olmadığından bağımsız- ama iş yerlerinde demokratik bir biçimde inisiyatiflerini geliştirmeye çalışmaları, taleplerini net ortaya koyup ileriye yürümeye çalışmasıydı. Evet, anahtar buydu. Taleplerde netleşmek ve hamleyi iş yerleri temelinde yaparak ilerlemek.

Evet, o dönemin bu büyük işçi direnişleri; mücadeleci bir çizgiye yöneldi ve bunu sınıf sendikacılığı ile taçlandırmaya çalıştı. Bu arayışın ürünü Türk İş’ten koparak başka bir konfederasyon kurmak oldu. Sendikal bürokrasiyi de sarsan bu eylem biçimleri ile işçiler DİSK’i kurmaya yöneldiler. Ama karşılarına bir kez daha biçim değiştirerek sendikal bürokrasi dikildi.

O dönemin reformcu revizyonist siyasal anlayışlarının etkisiyle de işçi hareketinin gücü zayıflatılmaya çalışıldı. Önce TİP, ardından CHP üzerinden hareket anayasal sınırlara hapsedilmekle kalmadı hatta o dönemin darbecilerinin ardında dizilme gibi geri noktalara çekildi. Öyle ki; dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ile Genel Sekreteri Kemal Sülker’in devlet radyolarından 16 Haziran 1970 ve takip eden günlerde yaptıkları açıklamaları işçilerin kışkırtmalara, anarşist eylemlere gelmemeleri yönünde olmuştur. “DİSK’in bu eylemlerle ilgisi yok” diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Daha sonraki genel başkanlardan Rıdvan Budak’ın “Konfederasyonumuzu devletle barıştırdık” yaklaşımının sonraki süreçte de bürokrasinin izini sürmek bakımından önemli olduğunu düşünüyoruz.

DÖNELİM BAŞA

Söylemiştik. Bugün ve geçmiş tartışması önemlidir diye. Şu günlerde işçi hareketi devlet ve denetimindeki sendikalarla dizginlenmeye çalışılıyor. Bu anlamda hem ideolojik hem de politik olarak kitleler milliyetçi muhafazakar bir çizgide tutulmaya çalışılırken aynı zamanda ileri çıkan kuşakları ezilmeye çalışılıyor. İşçiler arasında arayışlar sürüyor. Ama yukarıda bahsedildiği gibi temel talepler etrafında iş yerlerine dayanan bir mücadele hattı güçlendirilemeden baskılara direnmek kolay olmayacak gözüküyor. Her gün farklı alanlarda mücadelelere tanık oluyoruz. Sınıfın en ön bölükleri olan metal, petrokimya gibi iş kolları gericiliğin politik bakımdan en etkili olduğu iş kolları olmaya devam ederken ama işçi mücadelesinin en ileri ve etkili olanları da bu iş kollarında yaşanıyor. Başta bahsi geçen “aklıevvellerin” de anlamadıkları bu olsa gerek. Sınıf, sınıf olarak hareket ettiğinde ilerici rolünü oynayacaktır. Uzaktan ve üstten izlemekle olmuyor!

Antik Yunan Tanrısı Antheus’un anası olan topraktan koparıldığında güçsüzleşmesi misali işçi sınıfı hareketi de iki temelden koparılmamalıdır. İş yeri fabrika temelinde hareketin inşası ve talepler etrafında birleşik mücadeleye yönelmek. Bu aynı zamanda sermayenin saldırı programlarının yenilebilmesinin de ön koşuludur. Politik mücadelesinin güçlenmesi, işçi sınıfının nihai hedefine ulaştırılabilmesi de buradan geçmektedir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et