08 Temmuz 2024 10:44

Çok kapılı oda

2 Temmuz 1993 günü çok kapılı bir otelde onu yakarak öldürenler onun yaşamımızda açtığı kapıları kapatabileceklerini sandılar. Ama yanıldılar. Unutursam kalbim kurusun…

Fotoğraf:  Battal Pehlivan 

Halis Ulaş
Halis Ulaş

“Gülmek bir erdemse, Asım gülerdi
gülmek için değil papatyalar açarcasına
o Erzincanlı yüzünde
çalışmanın şavkıyla ışırdı gözler
bugün tek başına da olsa
yarın el ele
garip bir kuştu Asımz
ümrüd-ü anka,
küllerini seveyim
öpe savura.”

Can YÜCEL

Bugün 8 Temmuz 2024. Asım Bezirci’nin İstanbul’da toprağa verilmesinin 31. yıldönümü… Otuz bir yıl önce bugün, Asım Bezirci’nin cenazesi Şişli Etfal Hastanesi’nin morgundan alınarak Kabataş’ta bulunan Türkiye Yazarlar Sendikasının önüne getirilmişti. Sendikanın önünde yüz bin kişi toplanmış ve Yaşar Kemal cenaze töreni nedeniyle bir konuşma yapmıştı. Koca Yaşar Kemal’in üzüntüsü öfkesine karışmış; bir yandan sağ elinde tuttuğu konuşma metnini adeta ne yapacağını bilemez şekilde sallıyor bir yandan da zihnindeki karmaşayı sözlerine yansıtmamaya gayret gösteriyordu. Zaman zaman zihnindeki karmaşadan payını alan cümlelerden oluşmuş, kısacık bir konuşmaydı. Ancak o kısa konuşmanın içerisinde bir cümle vardı ki o anı zihnimde mühürlemişti. Yaşar Kemal şöyle haykırıyordu: “Utançtan başka elimizde neyimiz kaldı elimizde?”

Dört yıl önce Sivas katliamının yıldönümünde İçimdeki Yangın başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının görselinde de katliamdan hemen önce Battal Pehlivan tarafından Madımak Oteli’nin merdivenlerinde çekilmiş bir fotoğraf kullanmıştım. Fotoğrafta, yeşil halı ile kaplanmış merdivenlere çökmüş Behçet Aysan, Uğur Kaynar ve Metin Altıok yer alıyordu. Metin Altıok’un elindeki süpürgeden, Behçet Aysan’ın önündeki yangın tüpünden yayılan tedirginlik, görünmez bir duman gibi fotoğrafı kaplamıştı. Battal Pehlivan, bu fotoğrafı çektikten hemen sonra yeniden deklanşöre basmış ve görünmez bir duman gibi sinen ağır tedirginliği gülüşüyle biraz olsun dağıtan Asım Bezirci’yi, ılık bir meltem gibi dâhil etmişti bir sonraki fotoğraf karesine…

Can Yücel’in “Gülmek erdemse, Asım gülerdi” dediği Asım Bezirci Madımak Oteli’nde yakılarak öldürülen en yaşlı insandı. Öldürüldüğünde 66 yaşındaydı Bezirci. Bir yazardı, bir şairdi, bir çevirmendi, bir eleştirmendi, bir eşti ve gülüşü fotoğraf karelerinden taşan bir insandı. Ahir ömrüne 71 kitap sığdırmıştı. Edip Cansever’den Abdülhak Hamit’e, Orhan Veli’den Ahmet Haşim’e, Nurullah Ataç’tan Metin Eloğlu’na, Sabahattin Ali’den Nazım Hikmet’e, Pir Sultan’dan Rıfat Ilgaz’a düşün tarihimize derin çentikler atmış birçok insana değen monograflar yazmıştı. İkinci Yeni şiiri ile yıldızı hiç barışmamıştı. Hatta 1974 yılında yazdığı İkinci Yeni Olayı kitabıyla kıyasıya eleştirmişti. Bezirci, yazdıklarıyla “ben yazdıysam öyledir” anlayışıyla kaleme alınan eleştiri anlayışını nesnel bir zemine oturtarak, edebi eleştirinin nasıl yapılması gerektiğini hepimize öğretmişti. Kendi çabası ile öğrendiği dillerden Türkçeye; Brecht, Eluard, Sartre, Plenahov, de Beauvoir, Flaubert çevirileri yapmıştı.

Tüm yazdıklarının arasında Asım Bezirci’nin 1961 yılında yayımlanan deneme, eleştiri ve araştırma yazılarından oluşan Çok Kapılı Oda ilk göz ağrısıdır. Belli ki ilk göz ağrısı adını doğduğu evden değil zihninin zenginliğinden alır. Çünkü Bezirci, 1927 yılında Erzincan’ın Mollaköy Köyü’nde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğar. Demiryolu işçisi bir baba ile ev hanımı bir annenin 11 çocuğundan yaşama tutunabilen tek evladıdır. İlkokulu Erzincan’da okur. 27 Aralık 1939 gecesi Erzincan depremini yaşar. Deprem sonrası, 12 yaşının küçücük elleri ile kaleme sarılır ve ilk edebi metnini yazar; Zelzele. Depremde evlerinin hasar görmesi nedeniyle yoksulluklarına bir de göç eklenir. Önce kısa bir süre Mersin’de yaşar, ardından ver elini hem parasız hem de yatılı okullar…

Liseyi Erzurum’da bitiren Asım Bezirci, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne başlar. Üniversite yıllarında sosyalizmle tanışır ve bu tanışıklığın bedelini birçok aydın gibi parmaklıklar arkasında öder. 1960 yılına kadar birçok mahlas kullanarak yazı yazar. Bu mahlaslardan biri olan Halis Acar’ı adaşlığım nedeniyle buraya not düşmek isterim.

Asım Bezirci yayımladığı 71 kitaba rağmen birçok yazar gibi yazdıklarından para kazanamamıştır. Bezirci para kazanmak için muhasebecilik yapmış ve bundan da hiç şikâyet etmemiştir. Hatta uzun yıllar muhasebecilik yapmış olmasının kendisinde yarattığı titiz, özenli, dikkatli ve disiplinli halin faydasını şöyle dile getirmiştir: “Nitekim yazar olarak birçok yararı dokundu bana. Örneğin; ölçülü davranmayı, yanlışlıktan korkmayı, belgeye dayanmayı, aklını kullanmayı, duyguculuğa kapılmamayı ve gerçekçi, düzenli, dengeli, tutarlı olmayı muhasebe öğretti bana. Savunduğum ve uygulamaya uğraştığım nesnel, bilimsel eleştiri anlayışımın güçlenmesine yardım etti. Az şey mi bu?

Asım Bezirci, 1964 yılında bir ömür yazın ve yaşam yoldaşı olacak Refika Taner ile görücü usulü tanışmıştır. İlk görüşte sevmiştir Refika Hanım’ı. Ancak Refika Hanım’ı adıyla çağırmakta zorlanmıştır. Çünkü Bezirci, yaklaşık bir yıl önce annesi Refika Hanım’ı kaybetmiş ve her Refika dediğinde, annesinin kaybını hatırlıyormuş. Bu nedenle Asım Bezirci Refika Hanım’dan adının bir harfini kendisi için ödünç istemiş ve ölene kadar yüreğinde saklamıştır. Refika Hanım’ın da kabul etmesiyle Asım Bezirci için Refika ismi, ‘Refik’e daha doğrusu ‘Refikçiğim’e dönüşmüştür.

Asım Bezirci ve ‘Refik’ Hanım tanıştıkları ilk günden itibaren incelikli bir sevgiyi ilmek ilmek örmüşlerdir. Bu inceliğin belki de en güzel yansıması evliliklerinin ilk günlerine denk gelir. “Refik” Hanım evliliklerinin ilk zamanlarında, Asım Bey’e bol bol çay ikram edermiş. Asım Bezirci’de “Refikçiğini” kırmayarak her ikram edilen çayı içermiş. Oysa Asım Bezirci çay sevmezmiş, sadece ıhlamur içermiş. ‘Refik’ Hanım bunu öğrenince Asım Bezirci’ye neden çay sevmediğini kendisine söylemediğini sormuştur.  Asım Bezirci şöyle demiştir: “Ne yapayım, seni seviyordum, sen de çay seviyordun.”

Yaşamları boyunca birbirlerinin eksiklerini tamamlamış, fazlalıklarını tashih etmiş olan bu çift birlikteliklerinin bir bölümünü dişlerinden tırnaklarından artırdıkları ile Burhaniye Ören’de kurulan yazarlar kooperatifinden satın aldıkları bir evde geçirmişlerdir. Bu evde bir yandan Ruhi Su, Salah Birsel, Halit Çelenk gibi komşuları ile ahbaplık ederken bir yandan da üretimlerine devam etmişlerdir.

Asım Bezirci aynı zamanda kooperatifin denetçisiymiş. Kooperatifin toplantılarından biri, Sivas’ta düzenlenecek 4. Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri ile çakışmış. Denetçi olmasının da sorumluluğu ile Bezirci kooperatif toplantısına katılmayı planlamış. Ancak onu etkinlikte konuşma yapmak üzere çağıran dostlarının ısrarını kıramamış ve Sivas yollarına düşmüştür. Coşkulu bir konuşma yapan Bezirci Sivas’ta okurlarıyla buluşmuş, gençlerle şakalaşmış, ardından da Madımak Oteli’ne dönerek dostlarıyla sohbet etmiştir. Onlara; “İyi ki ısrar ettiniz. Bir kooperatif yüzünden az daha gelemeyecektim. Ömrümün bu son çeyreğinde bu güzelliği, sevgiyi, coşkuyu yaşamayacaktım.” demiştir.

Bu hasbihal sürerken, otelin lobisine ilk taş atılmıştır. Oteldekiler hemen birinci katta toplanmış ve durumu müzakere etmişler. Saldırıyı protesto eden bir bildiri kaleme alınmasına karar verilmiş. Bildiriyi kaleme alacaklar arasında Asım Bezirci de varmış. Muhataplarına hiçbir zaman ulaşmamış olan bu bildiri Asım Bezirci’nin yazdığı son metindir

“Edebiyatın kırkayaklı karıncası” Asım Bezirci’nin yaşamı belki çok kapılı bir odada başlamamıştır. Ama o tırnağı ile kazıya kazıya zihninin odasına çok sayıda kapı açmıştır. Kendi zihninde açtığı kapılardan süzülen ışık huzmeleri de her birimizin zihnine değmiş ve yeni yeni kapıların açılmasını sağlamıştır.

2 Temmuz 1993 günü çok kapılı bir otelde onu yakarak öldürenler onun yaşamımızda açtığı kapıları kapatabileceklerini sandılar. Ama yanıldılar.

Unutursam kalbim kurusun…

Meraklısına not: Madımak Katliamı Hafıza Merkezi’nin web sayfasına adresinden ulaşabilirsiniz. Bu özenli çalışmaya emeği geçenlerin önünde saygıyla eğiliyorum. 

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI