Çok kapılı oda
2 Temmuz 1993 günü çok kapılı bir otelde onu yakarak öldürenler onun yaşamımızda açtığı kapıları kapatabileceklerini sandılar. Ama yanıldılar. Unutursam kalbim kurusun…
Fotoğraf: Battal Pehlivan
“Gülmek bir erdemse, Asım gülerdi
gülmek için değil papatyalar açarcasına
o Erzincanlı yüzünde
çalışmanın şavkıyla ışırdı gözler
bugün tek başına da olsa
yarın el ele
garip bir kuştu Asımz
ümrüd-ü anka,
küllerini seveyim
öpe savura.”
Can YÜCEL
Bugün 8 Temmuz 2024. Asım Bezirci’nin İstanbul’da toprağa verilmesinin 31. yıldönümü… Otuz bir yıl önce bugün, Asım Bezirci’nin cenazesi Şişli Etfal Hastanesi’nin morgundan alınarak Kabataş’ta bulunan Türkiye Yazarlar Sendikasının önüne getirilmişti. Sendikanın önünde yüz bin kişi toplanmış ve Yaşar Kemal cenaze töreni nedeniyle bir konuşma yapmıştı. Koca Yaşar Kemal’in üzüntüsü öfkesine karışmış; bir yandan sağ elinde tuttuğu konuşma metnini adeta ne yapacağını bilemez şekilde sallıyor bir yandan da zihnindeki karmaşayı sözlerine yansıtmamaya gayret gösteriyordu. Zaman zaman zihnindeki karmaşadan payını alan cümlelerden oluşmuş, kısacık bir konuşmaydı. Ancak o kısa konuşmanın içerisinde bir cümle vardı ki o anı zihnimde mühürlemişti. Yaşar Kemal şöyle haykırıyordu: “Utançtan başka elimizde neyimiz kaldı elimizde?”
Dört yıl önce Sivas katliamının yıldönümünde İçimdeki Yangın başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının görselinde de katliamdan hemen önce Battal Pehlivan tarafından Madımak Oteli’nin merdivenlerinde çekilmiş bir fotoğraf kullanmıştım. Fotoğrafta, yeşil halı ile kaplanmış merdivenlere çökmüş Behçet Aysan, Uğur Kaynar ve Metin Altıok yer alıyordu. Metin Altıok’un elindeki süpürgeden, Behçet Aysan’ın önündeki yangın tüpünden yayılan tedirginlik, görünmez bir duman gibi fotoğrafı kaplamıştı. Battal Pehlivan, bu fotoğrafı çektikten hemen sonra yeniden deklanşöre basmış ve görünmez bir duman gibi sinen ağır tedirginliği gülüşüyle biraz olsun dağıtan Asım Bezirci’yi, ılık bir meltem gibi dâhil etmişti bir sonraki fotoğraf karesine…
Can Yücel’in “Gülmek erdemse, Asım gülerdi” dediği Asım Bezirci Madımak Oteli’nde yakılarak öldürülen en yaşlı insandı. Öldürüldüğünde 66 yaşındaydı Bezirci. Bir yazardı, bir şairdi, bir çevirmendi, bir eleştirmendi, bir eşti ve gülüşü fotoğraf karelerinden taşan bir insandı. Ahir ömrüne 71 kitap sığdırmıştı. Edip Cansever’den Abdülhak Hamit’e, Orhan Veli’den Ahmet Haşim’e, Nurullah Ataç’tan Metin Eloğlu’na, Sabahattin Ali’den Nazım Hikmet’e, Pir Sultan’dan Rıfat Ilgaz’a düşün tarihimize derin çentikler atmış birçok insana değen monograflar yazmıştı. İkinci Yeni şiiri ile yıldızı hiç barışmamıştı. Hatta 1974 yılında yazdığı İkinci Yeni Olayı kitabıyla kıyasıya eleştirmişti. Bezirci, yazdıklarıyla “ben yazdıysam öyledir” anlayışıyla kaleme alınan eleştiri anlayışını nesnel bir zemine oturtarak, edebi eleştirinin nasıl yapılması gerektiğini hepimize öğretmişti. Kendi çabası ile öğrendiği dillerden Türkçeye; Brecht, Eluard, Sartre, Plenahov, de Beauvoir, Flaubert çevirileri yapmıştı.
Tüm yazdıklarının arasında Asım Bezirci’nin 1961 yılında yayımlanan deneme, eleştiri ve araştırma yazılarından oluşan Çok Kapılı Oda ilk göz ağrısıdır. Belli ki ilk göz ağrısı adını doğduğu evden değil zihninin zenginliğinden alır. Çünkü Bezirci, 1927 yılında Erzincan’ın Mollaköy Köyü’nde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğar. Demiryolu işçisi bir baba ile ev hanımı bir annenin 11 çocuğundan yaşama tutunabilen tek evladıdır. İlkokulu Erzincan’da okur. 27 Aralık 1939 gecesi Erzincan depremini yaşar. Deprem sonrası, 12 yaşının küçücük elleri ile kaleme sarılır ve ilk edebi metnini yazar; Zelzele. Depremde evlerinin hasar görmesi nedeniyle yoksulluklarına bir de göç eklenir. Önce kısa bir süre Mersin’de yaşar, ardından ver elini hem parasız hem de yatılı okullar…
Liseyi Erzurum’da bitiren Asım Bezirci, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne başlar. Üniversite yıllarında sosyalizmle tanışır ve bu tanışıklığın bedelini birçok aydın gibi parmaklıklar arkasında öder. 1960 yılına kadar birçok mahlas kullanarak yazı yazar. Bu mahlaslardan biri olan Halis Acar’ı adaşlığım nedeniyle buraya not düşmek isterim.
Asım Bezirci yayımladığı 71 kitaba rağmen birçok yazar gibi yazdıklarından para kazanamamıştır. Bezirci para kazanmak için muhasebecilik yapmış ve bundan da hiç şikâyet etmemiştir. Hatta uzun yıllar muhasebecilik yapmış olmasının kendisinde yarattığı titiz, özenli, dikkatli ve disiplinli halin faydasını şöyle dile getirmiştir: “Nitekim yazar olarak birçok yararı dokundu bana. Örneğin; ölçülü davranmayı, yanlışlıktan korkmayı, belgeye dayanmayı, aklını kullanmayı, duyguculuğa kapılmamayı ve gerçekçi, düzenli, dengeli, tutarlı olmayı muhasebe öğretti bana. Savunduğum ve uygulamaya uğraştığım nesnel, bilimsel eleştiri anlayışımın güçlenmesine yardım etti. Az şey mi bu?”
Asım Bezirci, 1964 yılında bir ömür yazın ve yaşam yoldaşı olacak Refika Taner ile görücü usulü tanışmıştır. İlk görüşte sevmiştir Refika Hanım’ı. Ancak Refika Hanım’ı adıyla çağırmakta zorlanmıştır. Çünkü Bezirci, yaklaşık bir yıl önce annesi Refika Hanım’ı kaybetmiş ve her Refika dediğinde, annesinin kaybını hatırlıyormuş. Bu nedenle Asım Bezirci Refika Hanım’dan adının bir harfini kendisi için ödünç istemiş ve ölene kadar yüreğinde saklamıştır. Refika Hanım’ın da kabul etmesiyle Asım Bezirci için Refika ismi, ‘Refik’e daha doğrusu ‘Refikçiğim’e dönüşmüştür.
Asım Bezirci ve ‘Refik’ Hanım tanıştıkları ilk günden itibaren incelikli bir sevgiyi ilmek ilmek örmüşlerdir. Bu inceliğin belki de en güzel yansıması evliliklerinin ilk günlerine denk gelir. “Refik” Hanım evliliklerinin ilk zamanlarında, Asım Bey’e bol bol çay ikram edermiş. Asım Bezirci’de “Refikçiğini” kırmayarak her ikram edilen çayı içermiş. Oysa Asım Bezirci çay sevmezmiş, sadece ıhlamur içermiş. ‘Refik’ Hanım bunu öğrenince Asım Bezirci’ye neden çay sevmediğini kendisine söylemediğini sormuştur. Asım Bezirci şöyle demiştir: “Ne yapayım, seni seviyordum, sen de çay seviyordun.”
Yaşamları boyunca birbirlerinin eksiklerini tamamlamış, fazlalıklarını tashih etmiş olan bu çift birlikteliklerinin bir bölümünü dişlerinden tırnaklarından artırdıkları ile Burhaniye Ören’de kurulan yazarlar kooperatifinden satın aldıkları bir evde geçirmişlerdir. Bu evde bir yandan Ruhi Su, Salah Birsel, Halit Çelenk gibi komşuları ile ahbaplık ederken bir yandan da üretimlerine devam etmişlerdir.
Asım Bezirci aynı zamanda kooperatifin denetçisiymiş. Kooperatifin toplantılarından biri, Sivas’ta düzenlenecek 4. Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri ile çakışmış. Denetçi olmasının da sorumluluğu ile Bezirci kooperatif toplantısına katılmayı planlamış. Ancak onu etkinlikte konuşma yapmak üzere çağıran dostlarının ısrarını kıramamış ve Sivas yollarına düşmüştür. Coşkulu bir konuşma yapan Bezirci Sivas’ta okurlarıyla buluşmuş, gençlerle şakalaşmış, ardından da Madımak Oteli’ne dönerek dostlarıyla sohbet etmiştir. Onlara; “İyi ki ısrar ettiniz. Bir kooperatif yüzünden az daha gelemeyecektim. Ömrümün bu son çeyreğinde bu güzelliği, sevgiyi, coşkuyu yaşamayacaktım.” demiştir.
Bu hasbihal sürerken, otelin lobisine ilk taş atılmıştır. Oteldekiler hemen birinci katta toplanmış ve durumu müzakere etmişler. Saldırıyı protesto eden bir bildiri kaleme alınmasına karar verilmiş. Bildiriyi kaleme alacaklar arasında Asım Bezirci de varmış. Muhataplarına hiçbir zaman ulaşmamış olan bu bildiri Asım Bezirci’nin yazdığı son metindir.
“Edebiyatın kırkayaklı karıncası” Asım Bezirci’nin yaşamı belki çok kapılı bir odada başlamamıştır. Ama o tırnağı ile kazıya kazıya zihninin odasına çok sayıda kapı açmıştır. Kendi zihninde açtığı kapılardan süzülen ışık huzmeleri de her birimizin zihnine değmiş ve yeni yeni kapıların açılmasını sağlamıştır.
2 Temmuz 1993 günü çok kapılı bir otelde onu yakarak öldürenler onun yaşamımızda açtığı kapıları kapatabileceklerini sandılar. Ama yanıldılar.
Unutursam kalbim kurusun…
Meraklısına not: Madımak Katliamı Hafıza Merkezi’nin web sayfasına adresinden ulaşabilirsiniz. Bu özenli çalışmaya emeği geçenlerin önünde saygıyla eğiliyorum.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20